Siyasî ve hukukî, ruhî ve ahlakî, iktisadî ve malî meseleler…
Esnaf ağlarken bile sonunda “Allaha Şükür” diyor. Şöyle diyor bir esnaf:
“Arsızlığımızdan ayakta duruyoruz. Sabah 8’den akşam 8’e kadar çalışıyoruz, ancak çorba parasını çıkarıyoruz. Düzelme yok. Buna da şükür.”
Esnafın hem şikâyet etmesi hem Allaha şükür demesi, İktisattaki âmil faktör ruhu gösteriyor. Kanaat ve rıza, sıkıntıya göğüs germe; bunlar iktisadı da etkileyen ruhî faktörler.
İnsanlar yoksulluktan isyan etmezler. İnsanlar, ekonomik durumları katlanamaz görmelerinden isyan ederler. Yani, yoksullar isyan edemezken, yoksulluk sınırına gelmeseler bile ekonomik şartları biraz bozulanlar eski şartları arar ve isyan ederler. Hani derler ya, attan inip eşeğe binmek çok ağırdır diye, o hesap.
Fakat hükümetler, halktaki sabır ve katlanma duygusu ve sosyal dayanışma ruhunu, ekonomik krizlerde kullanmaktadır. Avrupa’da olsa yer yerinden oynayacak meselelerde bizde ses çıkmamasının bir nedeni budur. Sadece iktisadî değil, siyasî, ahlâkî, içtimaî meselelerde de bu böyle olmaktadır.
Ahlakî deyince sanmayın ki biz Batıdan ahlâklıyız. Batı kendi düzenini doğuran bir ahlâk içindedir. Mesela orada (Batı ve Amerika’da) yalan söyleyen siyasetçinin şansı pek yoktur, bizde ise yalanın bini bir para. İslâm nere, biz nere?
Batının ticari hayatında da bizden üstün ahlâk var, buna “profesyonel ahlâk” deniyor. Batı sömürgesi bir toplum olarak ahlâk alanında da Batıdan geriyiz. Çünkü biz adî taklitçiyiz: Burada Batı ile Batıcı karşılaştırmasını yapıyorum. Batı ile İslâm karşılaştırması yapmıyoruz, buna dikkat! Çünkü İslâm “iyi ahlâk” üzerine kurulmuştur.
Fakat sistemini kuramadığımız ve cemiyet olarak yaşayamadığımız bir İslâm var.
Ruh ve ahlâk meseleleri deyince eğitim ve aileden bahsedelim.
Biliyorsunuz laik Batıcı rejimin Allahsız ve ahlâksız eğitimi sonucun da gençlik boşluk içinde. Laik Batıcı sistemin yaşaması için türbanın ve Kur’an’ın okullara girmemesi lazım.
AKP ise bu işin istismarından başka bir şey yapmıyor. İşlerine gelince paşaları tutuklayan, yargı önüne çıkaran AKP hükümeti Allahsız ve ahlâksız eğitime neden operasyon yapmıyor? Uyuşturucu, alkol ve fuhuş11-12 yaşlarına inmişken, aile yapısı berhava edilmişken, Batıcı hayat tarzının pislikleri her yerde açık hâle gelmişken, televizyonlar pislik kusarken hükümet ne yapmaktadır? Hükümet, Hıristiyan ve Yahudileri dost edinmeyin” ve “Allah katında din İslâmdır” ayetlerini değiştirmekle meşgul olmaktadır maalesef.
Turgut Özal’ın Amerikalaşma misyonunu iftiharla sürdürmektedir AKP hükümeti. Uluslar arası sermayenin oyuncağı yapılmıştır bu millet. Batı tarafından sömürülecek bir meta haline getirilmiştir ülkemiz. AKP bunu siyasî tercih olarak yapmaktadır. Sıkıştıklarında da topu atacak yer bulmaktalar: Anayasa mahkemesi var, yasalar var ne yapalım gibi.
Irak katliamına hükümet niye seyirci? Halka da unutturuluyor. Ne Müslümanlığımız ne insanlığımız buna müsaade etmezken, ABD ile birlikte hareket etmek ve Süleymaniye’de başımıza çuval geçirenleri Türkiye’ye davet ekmek de neyin nesi? Hadi bunun içinde bir referandum yapsanıza? Bakalım halkımız Irak katliamını, Afganistan’a asker göndermeyi istiyor mu?
İşinize geldiğinde referanduma başvuruyorsunuz ama 2-3 milyon Müslüman’ın öldürüldüğü Irak politikasında halkın reyine aykırı davranıyorsunuz. Keza Afganistan’a asker gönderirken bu halka mı sordunuz, yoksa size icâzet ve yetki veren, BOP Sömürü Valiliğini veren Amerika’ya mı danışıyorsunuz?
Haftalık Baran Dergisinin Şubat ayındaki bir nüshasında Türkiye’ye gelen ABD’li General Raymond Odierno, nam-ı diğer “Çuvalcı Paşa” hakkında, “Bunu Tutuklayacak Savcılar Nerede?” diye kapakta haber yapılmıştı. Bu çuvalcı paşanın %80-90’ı Amerikan düşmanı olan ülkemiz de protestolarla karşılaşmaması ayrı bir mevzu, fakat Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ın Baran’a aksiseda olan şu teşebbüsünü de hassasiyetlerimizi diri tutmak ve yayın organı görevimiz adına buradan duyuralım:
“Türk askerlerini tutuklayarak başına çuval geçirip gözaltına almak, Türkiye’nin ceza mevzuatına göre suçtur ve âlemşümul hakları ihlâlidir. Bu eylemi emreden, azmettiren suçludur. Şimdi bu çuvalcı General, Türkiye topraklarındadır. Bir çok devlet yetkilisiyle görüşmüştür. CMK 250. maddeye göre yetkili ve görevli savcıları göreve davet ediyorum. Suç duyurusunda bulunuyorum”.
Milli Gazete’den Afşin Selim’in 15.02.2010 tarihli köşesinden aktardım bu haberi. Afşin Selim’in yazısının başlığı da bir gerçeği haykırıyor: “Başımızdaki çuval çıktı mı?”
***
Hukuk ve ahlâk… Ahlâk olmadan hukuk olmuyor…
Siyaset ve ahlâk… İşin ahlâkı olmayınca da siyaset tozduman. Nizamı olmayan bir ülke… En başta ahlâk nizamı yok; hukuk nizamı yok, siyaset nizamı yok.
Yürütme ve yargı birbirine girmiş vaziyette. Hangisi haklı, hangisi haksız? Aslında her iki taraf birbirini tasfiye peşinde. Hukuk da kimin elinde ise ona ait bir maşa. Karşı tarafı sindirmek için kullanılan maşa hukuk; âdeta bir tetikçi.
Ne hükümet hukuk haysiyetini ipliyor, ne de yargıdakilerin derdi hukuk haysiyeti. Eline yetkiyi geçirenler darbesini yapıyor; hukuk, karşı tarafa balyoz olarak iniyor. Burası Türkiye, “hukukun üstünlüğü” (!) böyle tecelli ediyor.
***
Yabancı hâkimiyeti karşıtlığında Balyoz’un ekonomi politiğini paylaştığını ifâde eden Vakit Gazetesi’nden Atilla Özdür, 28.01.2010 tarihli yazısında şunu da ilave eder: “Ekonomide yabancı etkinliği noktasında tam çakışma hâlinde olduğumuz Balyoz, tenhada kıstırdığı anda ipi boynuma geçirecek, bunu biliyorum”
Vatan, din, bayrak hassasiyetinin mevzuda da görülmesini ister Atilla Özdür:
“Mısır şurubu ihtiva eden bir nesneye yakınlık, pancar tarımıyla uğraşan, besicilik yapan köylümüze düşmanlıktır. Olmadı, bağımsızlığımızın sembolü olan bayrağa ihanettir…
Bunlar benim insanca, vatandaşça ve de Müslüman’ca inancım.
Yabancı hâkimiyetii demişken, Millî Gazete’den Oya Akgönenç’in 15.02.2010 tarihli yazısından aktaralım:
Her yıl ABD’de yayınlanan insan hakları raporunun 2009 yılına ait nüshasından elde edilen bilgilere göre, Ekim 2009 sonlarında İstanbul’daki ABD Başkonsolosluğunda (bu çok büyük ve aşılması zor bir kale gibi inşa edilmiş, yüksek duvarlarla çevrili yeni bir binadır) Türkiye’deki dinî azınlıklara, kendilerini korumak için ‘güvenlik talimi ve eğitimi’ verilmiştir. Bu bilgi yine Amerikan kaynaklı resmi insan hakları yıllık raporundan elde edilmektedir”.
Acaba ABD Büyükelçiliğine bunun hesabı sorulabilir mi?
Dışişleri Bakanlığı resmen bu konuyu sormuş ama ABD Büyükelçiliğinden bir cevap gelmemiş.
Tekel işçileri vesilesiyle özelleştirme hadisesi tekrar gün yüzüne çıktı.
Kapitalizm refah getirecek, bolluk getirecekti ya, her şey ekonomik değerlendiriliyor, menfaatimize bakıyorduk ya! Hızlı kalkınmak, teknolojinin her çeşidine açık olmak fazilet sayılıyordu ya! Tekel işçileri eylemi bunları tekrar sorgulattı bize. İznik-Orhangazi’de Cargill’e bırakan pancar tarlaları, yokluğa yürüyen tarım hadisesi, ülkenin büyük kısmı geçim derdinde iken her köşede “satılık lüx daireler” tabelaları, piyasalarda güven yok, yatırımlar durmuş, işsizlik artmış; nizamsız, başıboş bir ülkeyiz…




Aylık Dergisi 66. Sayı