İBDA’ya yol veriş bünyesinin üç unsurundan biri olan Cevat Ülger (Karamehmetler), gerçek ve komple sanatkâra misal. Üzerinde durulması ve işlenmesi gereken bir değer.
İBDA yayınlarından çıkan Cevat Ülger’in “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” eserinin takdiminde Salih Mirzabeyoğlu şu tesbitte bulunuyor:
“Yürüyüşündeki mânâyı isim olarak alan İBDA, nakşını görmek istediği mekandaki mimarî heyecanı, Cevat Ülger (Karamehmetler)’in eserlerinizdeki şahsiyet edasına terennüm ettirir.”
Cevat Ülger’in karikatürlerinin toplandığı “Demet” kitabı da İBDA yayınlarından çıkar ve Salih Mirzabeyoğlu’nun O’nun ölümü üzerine yazdığı “Bir Dağ Devrilmişti” takdimiyle birlikte. Şu an bu kitapların baskısı yok. İBDA yayınlarından 1985’de basılmıştı:
“Büyük mimar, Çağdaş Sinan… Yeni mimarî ile eski mimarînin hayatiyetini devam ettiren ve erbabına göre malzeme avantajıyla bazı noktalarda Mimar Sinan’ı ----gerçek sanatkâr. Altmıştan fazla eser sahibi mimarımız. Kayseri Bürüngüz Cami, Eskişehir Reşadiye Camii, Malatya Kernek Camii, İstanbul Küçüksu’da Hacı Zihni Gürler Camii eserlerinden bazıları.
Eskiden sanatkâr ayrılmaz ve sanatçılar komple sanatçı idi, ilimler de öyle. Mesela divan şairi Fuzulî 4 ayrı disiplinde eserler verebilmiş sanat ve ilim adamı idi. Tıp, matematik, dinî ilimler vesaire.
Cevat Ülger de komple sanatçı idi. Resim hocası ve karikatürist, bağlama takımı sanatçısı ve Türk müziği hocası, “Oyuncak ve Masallar” kitabının yazarı, ruhu dolaysız etkileyici tasarımcı, halı tasarımcısı, tefriş, tezyin, tezhip sanatçısı, divan edebiyatı zevk sahibi, üçgen motor, hidrojenle çalışan motor ve su ile çalışan motor projelerinin sahibi, eğitimci, aktivist ve Osmanlı mimarı tarzının modern malzeme ile uyarlayıcısı…
6 Eylül 1977’de Hakk’ın rahmetine kavuşan Cevat Ülger (Karamehmetler)’i rahmetle anıyoruz.
Onu lif lif açacak kendi haysiyetini heykelleştirecek İBDA sanatkârlarını bekliyoruz.
 
RİTMİN GÜCÜ VE RİTME DAVET
Konservatuar mezunu bir arkadaşım, zengin plâk koleksiyonunu dinletirken, 20. yüzyıl müziğinin en mühim karakterinin ritmsizlik ve melodisizlik. Sayısız modern müzik eserlerini dinler, fakat neden “a ritmi”ye ve “a melodi”ye lüzum duyulduğunu pek düşünmezdim; bana pek mühim gelmezdi bu… Şimdi düşünüyorum, şiirde de aynı şey; onda da ritmden kaçma, bir nevi ölçüsüzlük, dağınıklık var. Resim, heykel, mimarlık ve baleyi de rahatça bu anlayış içinde kabul edebiliriz.
Bu hal yakın zamana kadar dikkatimi çekmiyordu, mühim bulmuyordum; onun da güzeli olabilirdi, öbürünün de…
Ama bir hadise beni başka türlü düşündürmeye başladı: İşim vardı, şehrin en kalabalık ve en geniş caddelerinden birine doğru yürüyordum. Fakat caddede olağanüstü bir kalabalık olduğunu fark ettim. Davul sesleri de geliyordu. Heyecanlı insan kalabalığı caddenin iki yanını hemen kapatmıştı. Bende girebildiğim kadar yanaştım. Bulunduğum yerden, insan kalabalığı olmasa, cadde sonuna kadar görünecekti; ama insan duvarından caddeyi tam göremiyordum. Biraz sonra davul sesleri yaklaştı; zurnalarda eklenmişti. Mehter takımı geçiyordu! Mehteri teşkil edenleri göremememe  rağmen, davul zurna seslerini duyuyor, sancak ve tuğları rahatça görüyordum. Evet, sancak ve tuğlar şaşılacak kadar heyecan verici bir şekilde, önce sağa doğru hareket ediyorlar ve sağın en ucunda duruyorlar, sonra sola doğru gidiyorlar. Bu alabildiğine ağır dönüş, eğiliş ve duruş, yirmi davul ve yirmi zurna, bir o kadar kös, nakkare, zil, kudümün yine ağır müziği ile iç içe titretici bir güçle devam ediyordu. Şaşırmış şekilde bu “ağır ve şahane” ritmi caddenin sonuna kadar yaşadım. Mehter ileride yana döndü, kayboldu. Davulların derinden gelen ritmi devam ediyor.
O günden beri kendimi ritmin gücü karşısında buldum. “Ritm”de, “ölçü”de, şaşılacak bir güç vardı. Yine tesadüfen gittiğim bir festivalde gördüğüm Erzurum ekibini daha iyi hatırlıyorum şimdi… Barları… Davul ve müzikle meydana gelen vücut hareketi şaheserleri; altı figürün duruşu, kolların birden kalkışı, bekleyiş, bu sükût ve duruşla hareketin ritminin kaynaşması, derken en beklenen zamanda ayak figürlerinin başlaması ve ritm… (Bahsettiğim barlar, başbar, dikine bar, Veysel bar, sarhoş bardır. Hançerle oynanan, bana biraz basit duyguları tatmin için uydurulmuş gibi geldi.) Artık iyice inandım; malzeme ne olursa olsun, “ritm”de şakaya gelmez korkunç bir güç vardı. Eskiler bunu anlamış ve içine girmişlerdi. Onunla iç içe şaheserlerini, her sahada hayallerin üstündeki yüksekliklerde vermişlerdi. Mimaride  mekân, ışık ve gölgenin, HAT’la biçimin, edebiyatta şiirin, müzikte sesin ritmi…
Bugün sormaya başladım: Bugün “ritm” kime ne yaptı? Neden ona karşıyız? Neden “a ritm”iye meylediyoruz?
Sebepleri araştırırken, bir yanda “pür-saf sanat ve estetikle baş başa kalma” kabul edilebilir. Fakat görmemezlikten gelinen ve asıl ağır basan sebep, bir önceki devre “kontrast-zıt” olma kabul edilebilir. Bu –bilhassa ikinci- büyük sebeplerin yanında, belki sayısız küçük sebeplerde bulunabilir.
Fakat işte bir devir daha geçti; a ritmik, ölçüsüz, ritme ve onun gücüne “bozulan-kızan” bir devir… ŞİMDİ DE ONA KONTRAST OLMAK hakkımız (ve lâzım) herhalde. Tabiî olarak ritmin içinde olmak, onun gücünü yaşamak ve heyecanlanmak gereğinin devrindeyiz.
Mimarînin, rengin, biçimin, sesin, edebiyatın “şair”lerini ritme davet ediyorum; ritmin gücüne… Ondan kaçış bize hiç de mühim şeyler kazandırmadı. Ama onunla iç içe olan devirlerin dev şaheserleri ortada. Ritmin sarhoş edici ve kendinden geçirici gücü içinde ortaya koyulacak şiirleri; edebiyatın, musikinin, biçimin, rengin, mimarinin şiirlerini bekliyoruz. Ve, şairleri davet ediyoruz…
 
Cevat Ülger- İBDA Yayınları 1985- Sf 23-25



Baran Dergisi 190. Sayı