Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump hakkında başlatılan azil soruşturması, İngiltere’de Brexit’in çıkmaza girmesi, Yahudi Devleti’nin hükümet kuramıyor oluşu üzerinden bir değerlendirme yapacağız; fakat tüm bunlardan evvel geçtiğimiz hafta BM Genel Kurulu kürsüsünde Donald Trump’ın konuşmasında dikkatimizi çeken bir bölümle başlayalım.

Genel Kurula hitaben yapmış olduğu konuşmasında, Donald Trump; “Sosyal medya platformları son derece büyük bir güce erişiyorlar. Sosyal medya ile halkın iradesi elinden alınmaya çalışılıyor. Medya ve sosyal medya geleneklerimizi, geleceğimizi baltalamaya çalışıyor. Sosyal medya devleri, insanların seslerini kesemez.” dedi.

Evet, düne kadar toplumun çeşitli kesimlerinin yalnız ailesi, yakın çevresi ve hemen onun etrafında alâka duyduğu kesim toplamından meydana gelen farklı farklı ve zengin gerçeklik idraki, bugün sosyal medya marifetiyle siyah ve beyaz gibi iki farklı gerçekliğe irca edilmiş bulunuyor. Her ne kadar sosyal medyaya toplumun farklı kesimlerinin sesini duyurmasına imkân tanıyan bir iletişim vasıtası nazarıyla bakılıyorsa da, bu tip platformların popüler kültür balonunu şişirmekten başka bir işe yaramadığı açıktır. Bugün sosyal medya, şuur/gerçeklik seviyesi operatörü gibi çalışmakta, belli kesimlerin tesis ettiği “algı ofisleri” marifetiyle, onların kendi gündemlerini tek gerçeklik olarak kullanıcıların zihnilerine aşılamaktadır.

Donald Trump, sosyal medya marifetiyle halkın iradesinin gönüllü bir şekilde gasb edilmesinden şikâyet ederken son derece doğru bir noktaya parmak basıyor; fakat meselenin künhünü kaçırıyor. Demokratik sistemlerde gazete, radyo, televizyon ve bugün son olarak sosyal medya ancak popülizmi köpürtüp, kemmiyete dayanan düzende, rol kapmak için muktedirlerin kullandığı birer vasıtadan ibarettir. Bu sebeble Donald Trump’ın şikâyetinin asıl hedefi sosyal medya değil, milletlerin gelenek ve geleceğini baltalayan, hiçbir ruh umdesine bağlanamadığı için insanlığı burnundan halkalayan, belli ellerde toplanmış “teknik güçtür.” Elbette bundan daha önemlisi, bu teknik güce dayanarak inşa edilen post modern devlet müessesesine yerleşmiş, iktidarını sürdürmek için kitleleri afyonlamada ve popülist demokrasiyi manipüle etmede marifetli egemen kesimlerdir.

Daha dünkü çocuk Amerika, geleneklerinin altüst oluşundan şikâyet ederken, köklü olması icab eden devletlerin hâlini varın siz düşünün.

Azil Soruşturması
Geçtiğimiz hafta, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Başkan Donald Trump’ın görevinden azledilmesi için resmî girişimde bulunduklarını açıkladı.

Pelosi, Temsilciler Meclisi’nin Demokrat vekilleri ile yaptığı görüşmenin ardından, gazetecilere konuştu.

Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ile temmuzda yaptığı görüşmede Demokrat Joe Biden’ın oğlunun soruşturulmasını istediğini itiraf ettiğini belirten Pelosi, “Trump’ın eylemleri ulusal güvenliğimizi baltalıyor.” dedi.

Amerikan Wall Street Journal gazetesi, ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile temmuz ayında gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde, bu ülkeden Biden’in oğlunu soruşturmalarını istediğini öne sürmüştü.

Zelenskiy ise konu hakkında bir açıklama yapmayı reddedip “Biz bağımsız bir ülkeyiz. Her şeye de hazırız” demekle yetindi.

Sosyal medya için popülizmi kendi çıkarı istikâmetinde köpürtüp, kemmiyete dayanan demokratik düzenlerde rol kapmak isteyenlerin kullandığı bir vasıta demiştik. Trump bundan şikâyet ediyordu. Şimdi bir kez daha bakalım. Joe Biden’ın oğlu hakkında Ukrayna’da soruşturma başlatılmasını isteyip, buradan gelecek haberlerle rakibinin siyasî itibarını sarsmak ve bu soruşturmayı köpürtüp, doğacak popülist tepkiler neticesinde kemmiyeti kendi tarafına çekmek isteyen Donald Trump…

Dikkat ediyorsanız vasıtalar değişiklik arz etse de yol yine aynı yere çıktı: Demokrasiye. Trump sosyal medyadan şikâyet ederken sözlerinin muhatabının demokrasi olduğunun ne kadar farkındaydı bilemeyiz elbet; fakat görüldüğü üzere Amerika’nın muhalif kanadı da popülizm için kullanılan temel vasıtalardan biri olan karalama kampanyası dolayısıyla yine farkında olmadan demokrasiye karşı çıkıyor.

Mevhum bir demokrasi tanımı yapıp ona tapınan, tabulaştıran demokrasi aşıkları, şimdi muhtemelen “ne alâkası var?” diyeceklerdir. Hemen alâkasını izah edelim. Demokratik sistemlerde iktidara, devlet yönetme liyakatini haiz, üzerine düşen vazifeleri en mükemmel şekilde yerine getiren değil, popüler olanlar gelir. Sosyal medya popülizmi, karalama kampanyaları, siyaseten söylenen yalanlar ve daha nice devlet idaresi ciddiyetiyle uyuşmayan absürtlüğün anası demokrasidir ve bu gayet tabiidir. Bunlar demokrasiye kutsiyet atfettikleri için onu her türlü tartışmanın dışında tutuyor ve vasıtalar üzerinden kavga ediyorlar. Oysa ki buradan bakıldığında sorunun bizzat kaynağının demokrasi olduğu o kadar açık ve net görülüyor ki…

Brexit Çıkmazı
Amerika Birleşik Devletleri, sermayenin, üretim tezgâhlarını toplayıp emeğin ucuz olduğu Çin’e yerleşmesinden beri başta işsizlik olmak üzere birçok ekonomik sorunla boğuşuyor. Bu sorunu aşabilmek için de gümrük sınırlarını yükseltmek ve üretimi ülkeye geri taşımak gibi içe doğru politikalar izliyor.

İngiltere için ise bunun tam tersi bir vaziyet söz konusu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendisini Avrupa ile merkeze konumlandıran, Amerika ile beraber hareket eden İngilizler, şimdilerde sermayenin kaydığı Çin’e yöneliyor ve bunun için AB’nin ayaklarına taktığı prangalardan kurtulmak için debeleniyorlar.

Şimdiye kadar iki başbakan yiyen ve üçüncüsünü de hiç olmazsa Brexit kararının ardından yiyeceği muhakkak görünen süreç, her iki taraf da karşılıklı anlaşmalardan en az zararla çıkmak istediği için bir türlü neticeye bağlanamıyor.

İngiliz parlamentosu geçtiğimiz günlerde Başbakanın anlaşmasız Brexit’i önleyen yasa tasarısı çıkarttı. Yasa, 19 Ekim’e kadar AB ile bir Brexit anlaşması üzerinde anlaşma sağlanamaması halinde Başbakan Johnson’un İngiltere’nin AB’den ayrılması için 3 aylık erteleme talep etmesini zorunlu kılıyor. Kraliçe’nin de onaylamasıyla bu yasa yürürlüğe girdi. Buna karşılık, parlamentonun faaliyetlerini askıya alarak, muhalefetin anlaşmasız Brexit’in engellenmesine yönelik girişimlerini önlemeyi hedefleyen Johnson’un stratejisi bu yasa ile sonuçsuz kaldı.

Brexit’in ertelenmesini istemeyen Boris Johnson’un bu yasa nedeniyle AB’den zorunlu olarak erteleme talep etmek zorunda kalabileceği belirtiliyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hiçbir “alternatifi” olmadığı şeklinde lanse edilen demokrasi, İngiltere’yi, Avrupa’nın geri kalanı nasıl istiyorsa o şekilde anlaşma yapmaya zorluyor. Bu süreç içinde de demokratik bir şekilde demokrasinin 40 türlü ırzına geçiliyor, parlamento karşı çıkmasın diye tatil ediliyor, yüksek yargı bu kararı iptal ediyor vesaire.

Dün AB’nin yanında olmak için ayaklarına göstermelik olarak taktıkları prangaları bugün yeniden hareket kabiliyetine kavuşmak istediklerinde çıkartıp atamıyorlar.

Konuya hâkim birinin devlet siyasetini belirleyip, ondan sonra da bu siyasete göre hareket etmesine hiçbir şekilde fırsat tanımıyor demokrasi. Harekete geçmek yerine koca koca ülkeleri sonu gelmez tartışmalara mahkûm ediyor. Brexit sürecinin neticesi her ne olursa olsun, demokrasinin bir devleti aksiyondan yana hadım edici fonksiyonu İngiltere özelinde ne kadar da açık ve net görülüyor değil mi?

Gelelim Yahudilere
İsrail’de geçtiğimiz aylarda gerçekleşen seçimlerden sonra hükümet kurulamadı ve erken seçime gidildi. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden önceki parlamenter sisteme benzer bir yönetim sistemiyle idare edilen İsrail’de, bu seçim sonuçlarına göre de tek başına iktidar olacak çoğunluğu elde edebilen bir siyasî parti yok. Siyasî partilerin kampanya sürecinde popülizm adına karşılıklı olarak bulundukları suçlamalar ve hakaretlerin de Türkiye’deki süreçlerden pek bir farkı yok. Buna karşılık aynı masaya oturup bir koalisyon kurmak zorundalar.

Birbirine bu kadar lâf ettikten sonra utanmadan, sıkılmadan aynı masaya oturup, koalisyon kurabilecek kadar düşük ahlâk sahibi insanların devlet idaresinde ne işi olduğu zaten başlı başına bir mesele.

Yahudi Devleti özelindeki bir diğer mesele ise popüler kültürün orada da kökleşmeye başlamış olması. Yani, yeni neslin eski hatıralardan uzaklaştıkça aidiyet duygusunun körelmesi ile beraber ön plana çıkan konfor arzusunun Yahudi varlığını tehdit etmeye başlaması. Türkiye’de son yıllarda beyaz yakalı veled-i zinaların kendilerine şiâr edindiği “Türkiye’den s.ktir olup gitme” idealinin Yahudi gençliği arasında daha da şiddetle arzulandığından şüphe mi var? Onların zaviyesinden bakacak olursak, Holocaust’u yaşamamış nesil dünyayı hep bugünkü gibi idrak ediyor ve muhtemeldir ki ailesine, Avrupa’dan kalkıp da Filistin’e göç ettiği için küfür ediyor.

Demokratik düzenin temel şartı olan popülizm, hafıza, idrak, şuur, gelenek, kültür ve aidiyet duygularıyla beraber en başta yürürlükte olduğu memleketin milletini ifsad ediyor. Yahudi’nin oradan oraya sürüldüğü hâlde asırlarca muhafaza ettiği şuur, 30-40 yıllık demokratik bir düzende harcanıp gidebiliyorsa, bunun ne kadar korkunç bir düzen çeşidi olduğunu varın siz hesab edin.
***
Amerika, İngiltere ve Yahudi Devleti’nin meselelerine çözüm aramıyoruz elbet; Allah daha da beter etsin. Biz onların bugün içinde bulundukları vaziyetin kaynağını teşhise davranıyoruz ki, bugün burada liberalizm ve demokrasi diye, daha bunların ne olduğunu bize izah etmekten yana aciz tiplerin idealize ettikleri şeyin aslında ne olduğunu kaynağından işaretlemeye çalışıyoruz.

Global mânâda dünyaya hafakanlar basmasına sebeb olan, gerçek egemenlerin elinde kullanışlı bir âlet işlevi gören “demokrasi belâsından” önce kendimizi, sonra da bütün dünyayı kurtarmak gibi bir memuriyetimiz var!


Baran Dergisi 664. Sayı