Hazret-i Muaviye’nin (r.a.) Hilafeti Dönemi
Hal’ül Mü’minin Hicri 41. senesinde hilafet makamına geçti. Böylece raşit halifeler dönemi kapanmış oldu. İslâm İmparatorluğu’nun okyanusa at süren kumandanlara sahib olduğu bir dönemdi bu. “İslâm (aksiyon)u, kökte eskisinden daha az kuvvetli, fakat dallarda çok daha zengin olarak, kıymetli yemişlerini Muaviye devrinde vermiştir. İslâmı denizlere çıkaran ve onun muazzam devlet çatısını kuran odur.” (1)

Fitne zamanından nasıl muvaffak olarak çıkıp hilafete geldiği sorulduğunda Hz. Muaviye şöyle söylemiştir: “Ben acele etmeyip fırsat gözlemede birinci idim. Amr ansızın karar vermede birinci idi. Ziyad bin Ebih büyük küçük herkesle baş etmede birinci, Muğire ise büyük işleri halletmede birinci idi.”

Hilafetteki hakkı için sahabilerin ileri gelenleri şöyle söylemişlerdir:

Abdullah b. Ez-Zübeyr (r.a.): “Vallahi Hind’in oğlu diğerlerinde bulunmayan hilelere ve çıkış yollarına sahip oldukça iktidardan uzak olmayacak. Vallahi biz onu biliyoruz, pençelerini açmış savaşa hazırlanan arslan dahi ondan cesur değildir, bizi darmadağın eder! Ona hile yapmaya kalksak, yeryüzündeki hiçbir gece çocuğu (savaşta baskın veren kimseler için kullanılır) ondan daha kurnaz değildir! Vallahi şu Ebu Kubeys dağında taşlar var oldukça ondan faydalanmak isterdim. Hiçbir akıl onunla başa çıkamıyor, hiçbir güç onu akamete uğratamıyor!”

İbn Abbas (r.a.): “Muaviye’den başka meliklik için yaratılmış kimse görmedim. Eğer insanlar ondan geniş vadiler alsalar, eli sıkı cimriler gibi öfkelenmez.”

İbn Ömer (r.a.) ise: “Resulullah’tan (s.a.v.) sonra Muaviye gibi lider şahsiyetli birini görmedim.” Yanındakiler de sormuşlar “O Ebubekir’den daha mı lider şahsiyetli idi?” Cevap: “Ebubekir ondan üstün idi ama Muaviye lider şahsiyetli idi.” Tekrar sordular: “O halde o Osman’dan da lider şahsiyetli idi.” Cevap: “Allah rahmet eylesin, Osman ondan üstün idi. Ama o, Osman’dan da lider şahsiyetli idi.”

Hz. Kaabü’l Ahbar (r.a.): “Muaviye’nin hükümdarlığı gibi bu ümmetten hiçbir kimse, hükümdarlık edemez.” Hz. Kaab, Hz. Muaviye halife olmadan çok önce vefat etmiştir ve bu rivayetinde haklı çıkmıştır. Âlimler bu sözü, Hz. Kaab’ın semavi kitaplarda âlim olması hasebiyle, Hz. Muaviye’nin hilafeti hakkında semavi kitaplarda işaret bulunduğuna hamletmişlerdir.

Kabisa bin Cabir isimli bir sahabi de: “Sultan olmadığı halde Talha bin Ubeydullah’tan daha çok malını ikram eden başka bir insan görmedim! Muaviye’den daha tedbirli ve yavaş davranan birini de görmedim. Toplanıp bir araya geldiklerinde insanlarla baş etmesini bilen onları çekip çevirmede usta olan Amr bin As’tan daha uyanığını görmedim…”
Hilafete geldiğinde ümmetin ileri gelenleriyle her daim istişarede bulunarak hareket etmiştir. Mesela; Hz. Aişe (r.anha) anamıza şöyle bir mektup yazar: “Bana çok kısa bir mektup yaz. Hiç uzatmadan en iyi öğütleri ver.” Hz. Aişe’nin cevabı: “Selam olsun. İmdi ben Resulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini işittim. ‘Kim Allah’ın gazabına karşılık insanın rızasını istiyor, insanın rızasını tercih ediyorsa Allah onu insanlarla başbaşa bırakır.’ Vesselam.”

Hz. Muaviye, hilafetinin ilk zamanlarında, Hz. Hasan’dan kalma civar vilayetlerin valilerinin kendine bey’at etmesiyle uğraştı. Sadece Fâris emiri Ziyad bin Ebih (ki kendisi de Dühât-ı Erbaa’dan sayılır) belli bir süre bey’atten imtina etse de, neticede ondan da bey’at alarak Hz. Muaviye devletin kadrolarının bir mihrak etrafında toplanmasını sağlamış oldu. Ziyad’ı Irak’a vali tayin ederken ona şu nasihatte bulunmuştur: “Ey Ziyad! Sevgin de öfken de orta derecede olsun. Çünkü insanın ayağının kayması aniden ve gizlice olur. Kalbinde bir miktar vazgeçiş ve karşı çıkış olsun. Bir şeye düşkün ve ısrarcı olmanın darbesinden sakın. Çünkü heveslere düşkünlük helake götürür.”

Bu esnada Şia güruhu şakiler, İslâm Devleti’nin zayıf anını kollarken; diğeri, kılıç artığı Havaric taifesi ise yer yer, zaman zaman huruç etmekte ve Hazret-i Muaviye’yi çokça meşgul etmekte, ona suikaste kadar davranmakta ve her defasında eğri Emevi kılıcının soğukluğunu boyunlarında hissetmekteler…

İslâmiyet saflarındaki ihtilafın bertaraf olmasıyla mücahidler, dört bir cihetten fetihlere başladı; önce Dağıstan’a, oradan Sind’e uğradılar, sonra da Afrika topraklarında göründüler, hatta bir ara Büsr ibni Ertat komutasındaki bir ordu Kostantiniyye’ye kadar varmış lakin kuşatma olmamıştır. Kırk dört senesinde Kabil fethedilmiş ve Hindistan bölgesinden belli başlı topraklar İslâm Devleti’ne katılmıştır.

49 senesinde (kimi tarihçilere göre 50 senesinde) Kostantiniyye’ye başlarında Süfyan bin Avf bulunan büyük bir ordu göndermiş, oğlu Yezid’i de bu orduya katmak istemiş lakin Yezid işi ağırdan alıp türlü mazeretler öne sürmüş ve böylelikle onu orduya almamıştır. Süfyan bin Avf’ın komutasındaki mücahidler epey bir açlık çekmiş ve türlü hastalıklara tutulmuşlardır, bunun üzerine Yezid bu durum ile kendi vaziyetini kıyaslayan alaycı bir şiir söylemiş ve bu şiir Hz. Muaviye’nin kulağına gidince genellikle okudukları şu beyit mucibince, Yezid’e bir fermanla sefere çıkmasını emretmiştir:

“Heva ve zevkin tellalleri bize meylettiğinde,
Birileri sesini kesip konuşana kulak verdiğinde,
İnsanlar kalpleriyle toplandıklarında,
O zaman adil, hakkı batıldan ayıran bir ferman buyururuz’
Ümit ve rüyalarınızın bozulmasından korkarak,
Zorluğa katlananla beraber biz de zamanı taşırız!”

Yezid’in maiyetindeki orduda İbni Abbas, İbni Ömer, İbni Zübeyr ve Eyüb el-Ensari de yer almaktaydılar ve Hz. Eyüb el-Ensari bu kuşatmada şehid düşmüştür, aleyhimürrıdvan… 53 senesinde ise Rodos feth olunmuştur. 54 yılında tekrar Kostantiniyye surlarını toslayış… 56 senesinde Semerkand’a varış ve Tirmiz’in fethi… Ve daha nice fütühat… İslâm Devleti artık bir kartal gibi; bir kanadını şimali Afrika’ya, diğer kanadını Horasan’a açmış, pençesiyle Arap yarımadasını sımsıkı tutarken, gagasıyla da sürekli Bizans’ı didiklemektedir.

Hz. Muaviye devrinde istihbarat, suikast, sabotaj yöntemleri de oldukça ilerlemiştir. Bu hususta şu fevkalade müthiş olaya değinmeden geçemeyiz: Bizans ile savaşan mücahidlerden bir grup, kâfirlere esir düşer, kâfirler sürüsünün ruhani lideri olan bir papaz Müslüman esirleri görmek ister ve onlara oldukça kötü muamelede bulunur. Hatta birini elleri bağlı olduğu halde döver, bunun üzerine o aciz Müslüman “Vah benim Müslümanlığım! Ey Muaviye, sen şu anda neredesin, niye yanımızda değilsin!” diye haykırır. Bu vakıa, halifenin gözü-kulağı olan ajanlar vasıtasıyla Şam’a ulaşır. Hz. Muaviye bu olaydan fevkalade müteessir olur ve derhal o esirlerin arasına başka ajanlar yollayarak esir Müslümanlarla beraber o kuduz papazı da Şam’a getirtir. Papazın dövdüğü Müslüman’a kısas uygulamasını söyler ve o Müslüman da papazı aynı şekilde döver. Bunun gibi daha nice vakalar vardır, kaldı ki fethettiği yerlerde zımmi halkın Bizans veya başka kâfir devletlerle olan ilişkilerini casuslar yardımıyla her an haber aldığını evvelki bölümlerde aktarmıştık.

İslâm Devleti’nde Mühür divanı teşkilatını kuran da yine Hz. Muaviye… Divanın kurulma sebebi de şudur: Hz. Muaviye, ashabdan ve tabiinden önde gelenlere, ehli beyte sürekli yardımda ve ihsanda bulunurdu. Bir gün kendi ashabından birisine yüz bin dirhem verilmesini emreder ve bunun için Ziyad’a yazılı emir gönderir… Fakat yardım edeceği kişi mektubu açıp ve “yüz” yazan kısmı silip yerine “iki yüz” yazarak mektubu Ziyad’a bu şekilde iletir… Ziyad da mektupta yazdığı gibi parayı verir ve mali işlerle ilgili halifeye sunduğu raporda, verilen yardım miktarının değiştiğini fark eden Hz. Muaviye yardım için verilen paranın hesabı tutmadığını söyler ve yardım ettiği kişiden parayı geri ister… Velhasıl bir şekilde olay çözülür… Bu olay üzerine Hz. Muaviye, Mühür Divanı’nı ve mektupların bağlanarak kapatılmasını ihdas etmiştir. Bundan evvel mektupların kapatılmadığını da belirtelim…
1-Necip Fazıl Kısakürek - İman ve Aksiyon sh. 38

Baran Dergisi 531. Sayı