* Bu yazı, Bandırma isyan davasında sanık olarak bulunan Kâzım Albayrak tarafından 29.06.2011 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde okunacakken, davanın zaman aşımına uğraması sebebi ile mahkeme heyetine verilmemiştir. Önemine binâen siz okurlarımız ile paylaştık.
 
Sayın Mahkeme Heyeti
Devletin “Hayata Dönüş” ismini verdiği operasyonlar kapsamında bize yapılan ve yine ismini devletin verdiği “Noel Baba” operasyonu ile cezaevinde yaptığı yargısız infazı örtbas etmek için böyle bir davaya zemin hazırladığını düşünüyorum. Jandarmanın operasyonundan yaralı ve sağ kurtulanlar, yine jandarmanın hazırladığı fezleke ile adeta cezalandırılmak istenmektedir.
7 Ocak 2000 tarihinde hem de Ramazan günü, Bandırma’da yapılan operasyonda Hasan Meri. Arkadaşımız öldürülmüş, 9’u ağır 15 arkadaşımız da yaralanmıştır. Kendi yargısız infazlarını örtbas için, yine kendi yaptıkları arama ve tuttukları tutanaklarla bu dava dosyası şişkince hazırlanmıştır. Tamamen gıyabımızda olan bir komplo ile karşı karşıyayız. Mahkeme de karşı karşıyadır.
Devletin imkânlarıyla bizim imkânlarımız bir değil ve iddia ve savunmada silahların eşitsizliği söz konusudur, ayrıca adil yargılanma hakkımız olan “yüzyüzelik” prensibi de ihlal edilmiştir. Madem devlet 2000 sayfalık belge ile dosyayı doldurmuştur, benim de 2000 sayfalık belge ve delil sunabilmem gerekir ve delil toplamada devletin önümü açması gerekirdi. Devletin karşısında bireyin imkânları çok sınırlı ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi de tamamen tersine dönmüştür. Sanki devlet zayıf ve böyle bir şeye ihtiyacı varmış gibi.
28 Şubatın sıcak günlerinde I. Ordu Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun DGM ziyareti çokça konuşulmuştur ki, benim gibi birçok İslâmcı tutuklunun ceza alması da bu dönemdedir. Şimdi ise, cezamızı çektiğimiz dönemle ilgili yargılanmaktayız.
Keza, fikirlerini severek okuduğum 56 cilt orijinal eser sahibi mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na da 28 Şubat sürecinde idam cezası verilmiş ve o dönede “polisin fezlekesine göre ceza vereceksin” diyen ve de idam cezasını veren mahkeme başkanı şimdi avukatlık yaparken “hukuk ve hukukun üstünlüğünün olmadığı” söylenmektedir… O dönemin polis fezlekesinin aynısı iddianameleri ve ona göre cezaları hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bu dönemde birçok insan zulüm görmüş, bazıları yurtdışına çıkmak zorunda bırakılmıştır.
Askerin brifingine koşan hâkim ve savcılar da unutulmamıştır.
Bu davanın bazı sanıkları, 28 Şubatçılar hakkında suç duyurusunda bulunmuş olup, ben de bu mücadelenin içinde yer almaktayım.
28 Şubat sürecinin hâlâ devam ettiği iddiaları da ciddi bir şekilde ileri sürülmektedir.
28 Şubat sürecinde ceza alan biri olarak, şu anki davanın geldiği sürece baktığında, o zamandan bu zamana 14 yıl geçmesine rağmen fazla bir şey değişmediğini görmekteyim. Hem suçlu hem güçlü olanların tek taraflı suçlamaları, savcının bu tertibe aynen katılımı, karşı tarafla eşit haklara sahip olamamam, inanç ve fikirlerimden dolayı suçlu kabul edilmem gibi hususları maalesef aynen müşahede etmekteyim.
DGM’lerin adı niye değişti, askerî yargıçlar niye gitti ve şu ân ne değişti, diye sormadan edemiyorum.
28 Şubat sürecinde, “savunma hakkı kutsaldır” denmesine rağmen, savunmamız kerhen dinleniyor ve biz savunma yaparken başka şeylerle meşgul olunuyor. “Rejime karşıysan, bu suçlamaları hak ettin. Suçsuz olduğunu ispat et” mantığıyla bize yaklaşıyordu. Polisin tutanakları yeterli görüldü ve gönül bağıyla bir araya gelenler, örgüt bağıyla bir araya gelmiş gösterildi. Tıpkı şu ân cezaevinde devletin bir koğuşa koyduğu kimselerin teşekkül halinde gösterilmesi gibi… Tıpkı savcının iddianamesinin jandarma fezlekesinin aynen kopyası oluşu gibi… Tıpkı polis ve jandarmanın iddialarının mutlak doğru, savunmanın iddialarının ise adet ve usulden kabul edilmesi gibi... Savunmadaki görüşlerin ciddi bir şekilde araştırılması gibi...
Bandırma Cezaevi’nde teşekkül oluşması söz konusu değildir. Esasen 2 ayrı koğuş vardır. Yani 33 kişi iki ayrı koğuşta kalmaktadır. İddianamede bir koğuşta toplu kalındığı şeklindedir. Zaten 15 günde bir rutin arama vardır. Bu silahların teşekkül halinde imalatı cezaevi gerçeğine uymamaktadır. Aramalar niye yapılmaktadır? Devlet, kendi personeline mi güvenmiyor? Vatandaşın lehine olan hususta devlet kendi personeline güvenmiyor ama vatandaşın aleyhine olan hususta kendi personeline güveniyor. Bu dosyadan böyle bir sonuç çıkmaktadır. Maalesef böyle tek yanlı bakış açısını yargılama boyunca da, davanın seyri boyunca da görmekteyiz.
Bulabildiğim notlarıma göre 4 ve 15 Kasım 1999’da arama yapılmıştır. Aralık ve Ocak ayı notlarımı bulamadım.
“Hücre ölümdür” anlayışındaki tutuklu ve hükümlüler, “Hayata Dönüş” denen ve daha sonra resmî belgelerde “Tufan” denilen operasyona direnmiştir, koğuşlar terk edilmek istenmiştir. Çünkü hücre sistemi ölüm olarak görülmektedir. Güya devlet siyasî mahkumlara gözdağı vermek istemiş, dört duvar arasındakilere gücünü göstermek istemiş ve cinayet işlemiştir. Eğer jandarmanın iddia ettiği silah ve bombalar olsa idi, kullanılırdı, çünkü zaten can verilmiş, bunun ötesi var mı?
Cezaevinde böyle bir operasyona yol açanların suçlanacağına, maruz kalanların suçlanması, yavuz hırsız ev sahibini bastırır sözünü hatırlatır… Devletin imkânları varken, rutin aramalar yapılırken, dört duvar arasındakilerin böyle suçlanması hayatın akışına da terstir. Şu bilinmelidir ki, cezaevinde de hayatın akışı vardır. Ve cezaevindeki bazı tabiî davranışları, teşekkül halinde veya isyan diye değerlendirmek tahkikat veya keşif yapmadan ezbere karar vermeye benzer. Van güvenliği ve insan onuruna göre yapılan direnişleri böyle görmeli. İnsanın bazı hakları mutlaktır ve cezaevinde bile sınırlanamaz. Cezaevinde yaşamak zorunda kalan için neyin nefsî savunma neyin can güvenliği olduğunu ancak cezaevinde yaşayanlar anlar. Bunu anlamayanların ve can güvenliğinin olmadığı bilinen cezaevlerinde bıçak ve şişleri, teşekkül halinde ve imalat diye gösterenlerin, hakkı, hukuku ve adaleti tecelli ettirmeleri mümkün olamaz.
Suçluların ve katillerin bizi suçlamalarını kabul etmiyorum ve onlarla hesaplaşmamın mahkemeler dâhil her platformda devam edeceğini belirtirim.
Mahkemenin, hayatın ve cezaevinin gerçeğine göre adil davranmasını beklerim. Kanımızı akıtanların düzmece delillerine ve iddialarına göre değil.