Bu ülkeye teknoloji girerken kendi kültürünü de beraberinde getirdiğini müşahede etmekteyiz. Din, siyaset ve sanat mevzularının ithalinde bir dirençle karşılaşırken teknoloji ithali hiçbir dirençle karşılaşmamaktadır. Bir ülkeye girişi kolay olan teknoloji, ayrıldığı toplumun kültür bütününü yeni ortamda da yeşertme eğilimindedir. Bu açıdan ithal edilen ülke için teknoloji öldürücü bir tesir meydana getirmektedir. Bu tesbiti Arnold Toynbee’nin yaptığını belirtelim. Eğer bünye sağlam olur ve teknoloji sindirerek alınsa mesele kalmaz. Fakat bizde ideolojisi sağlam bir bünye olmadığı için ithal fikir, sanat ve teknik eserler bizi güçlendirmemiş bilâkis esaretimizi ve bağımlılığımızı artırmış ve daha zayıf düşürmüştür.

“Beşerî sermaye” veya “manevi sermaye” bir ülkenin yükselmesi için temeldir deniyor ama, işin sadece madde cephesi üzerinde duruluyor, maddeyi de tasarruf eden ve esasında Batının hamlesinin ardındaki güç olan çile ve cehd anlaşılmıyor.  Batının teknolojik gelişmesinin ardında Rönesans hamlesi ve İslâm’a karşı mukavemeti var, entellektüel çile ve arayışı var.

Teknolojik ürünler hayatlarımızı kolaylaştırırken hayat tarzlarımızı ve alışkanlıklarımızı da değiştirmektedir. “Müdir fikir” olmadığı için de teknoloji bize kültürüyle birlikte dahil olmaktadır. Reklamlarda ürün yanında hayat tarzı da empoze edilmektedir. Tuvalet alışkanlıklarımıza kadar değiştirmektedirler.

Kalkınmanın hayat tarzıyla ve ideolojiyle ilgisi üzerinde ancak sıkışınca duruluyor.  Tasarruf ve yatırımlar mevzuunda geçmişten müsbet bir misal verelim: 1930 yılında İş Bankası’nın tasarrufu teşvik ikramiyesi, zamanla halkın banka faizinden çok ikramiyeye ilgi duymasına yol açtı. “İş kumbarası” uygulamasının tasarrufun bir zevk olmasının ispatı halinde yaygınlaşmış olması. Faiz argümanına sarılanların ve emperyal sistem’e iman etmişlerin inkar ettikleri durum. Tüketim toplumu olmamızdan menfaatlenen zümrenin propaganda ve reklamlarının tesirleriyle tasarruf zevkimiz öldürüldü. Zaten gelişmekte olan ülkelerde yatırımlar için sermaye zor bulunuyor.

Batı ve Amerikan emperyalizmi demek olan “küresel ekonomi”ye entegre olmak, onların paryası olmak demektir. Bu açıdan ne kadar Batılılaşırsak, o kadar esaretimiz artar. Sanayileşmeye evet ama, kapitalist yoldan sanayileşmeye hayır, diyelim. Batı güdümlü kalkınma değil, dinî ve millî hamleye muhtacız!

Bulaşıcı hastalık gibi yayılan ve ahlâkî, sosyal ve ekonomik zararlara yol açan faiz belası üzerinde duralım; Faiz yıllardır enflasyonun zıttı gösterildi, hâlbuki faiz sebep enflasyon neticedir. Bugün modern iktisat ilminin vardığı neticelerden biri, EN YÜKSEK KALKINMA HIZININ ANCAK FAİZİN SIFIR OLDUĞU NOKTADA GERÇEKLEŞMESİDİR.

İslâmî hayat tarzının bütünüyle hakim olması halinde faize de gerek kalmayacaktır. Çünkü İslâmî bir düzende tasarruf zevk ve ahlakı yerleşmiş olacaktır. Kuru kuruya “tasarruf edelim” değil, hayat tarzı ve insani bir değer olarak görüldükten sonra tasarruf zevki yerleşebilir ancak. Zekat şartı ve faiz yasağının tasarruf malını atıl olmaktan ve durduğu yerde terleme menfiliğinden kurtardığını da belirtelim. Zekat ve tasarruf, insanî olandır ve paranın yastık altında kalmasına ve yatırımlara yönelmesine hâvidir. Faiz ise kalkınmaya mâni ve enflasyona hâvidir.

Banka denince hemen akla faiz geliyor. Bir özel bankada çalışmaya başlayan arkadaşa bankacılığı soruyorum, “resmen tefecilik yapıyoruz” diyor. Bankaların iktisadî nazım rolü ve yatırım bankacılığı nerede, günümüzün faizci-soygun bankacılığı nerede? Bu bankacılık sistemiyle kalkınma olmaz.

İş yine dönüp dolaşıp ideoloji - kültür ve sistem mevzularına geliyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun İBDA yayınlarından 3. Baskısı çıkan “Necip Fazıl’la Başbaşa” isimli eserinden bir tesbit: “Bir ideolocya manzumesinin bünyeleştirilmesi gayesine bağlı olmayan, bilgi ve hammaddesine kadar dışardan gelen bir sanayileşme, eserin de insan üzerindeki tesirinden hareketle, kültür emperyalizmine açılmış bir kapıdır ve ideolojinin teknoloji üzerindeki rolünü anlayamayanlara, teknolojinin ideoloji üzerindeki etkisini anlatmak mümkün değildir...”

Kültür bir bütündür, çünkü hayat bir bütündür. Bu açıdan ideoloji ve teknoloji de birbirinden ayrılamaz. Öyle ki, teknoloji, ithal edildiği ülkede kendi bünyesine uydurulmazsa, kendi kültürünü de dayatır. Teknolojiyi kullanma tarzı ahlâk davasını gündeme getirir. Kendisinden doğduğu fikri  daha ileri zuhur ettiren ahlâk? Hangi dünya görüşünün ahlâkı ve nasıl bir kalkınma soruları tutarlı cevaplanmalıdır.

Temel kavrayışın teknolojiyi değiştirmesi mevzuuna bir misal: ilk buharlı makineler kaba sabaydı. Bunu geliştiren keşif ve eriş dehâsıdır. Bilginin sınırlarını zorlayan ve bütünüyle kapsayacak kavrayışa erdiren bir kafadır. “Anlayış temin eden teoriden daha pratik yol yoktur” tesbitini İBDA Külliyatı’ndan hatırlatalım. Hâdiseye yanaşan insan şuuru. Ve Necip Fazıl’ın şu tesbiti işin netice hükmünü verir: BİR TOPLUM İDEOLOJİSİNİ ÜRETEBİLDiĞİ ÖLÇÜDE kendi teknolojisini üretebilir.”

Getirdiği ile götürdüğü arasındaki hesabı yapabilmek ve hep neye göre “nasıl” ve “niçin” mücadelesi. BD-İBDA dünya görüşünün tarih ve hal muhasebesi ve istikbal projesi bunun cevabıdır. Hayatı bütün olarak kavrayış ve kültürel bütünlük. Cumhuriyet öncesini sonrasıyla pürüzsüz bir İslâmî çizgide birleştiren tarihî bir dönüm noktasının işaret taşı olmak… Çalışanın hakkından toplumun faydasına, insanın mala meylinden tasarruf ahlakına ve fiyatlar genel seviyenin istikrarına, Başyücenin evinde kaç kap yemek yendiğini sormaktan ve sokağa tükürmenin cezasına kadar her örgüsü tezatsız ve İslâmın hakikatine bağlı bir nizam. Hadiselerin her an yeniliği içinde “Başyücelik Modeli” kütüphaneler dolusu işlenmesi gerekirken ve Türkiye ve dünyadaki Müslümanların buna acil ihtiyacı varken bizlerin zamanı öldürmek değil, arkasından canavar kovalarcasına koşmamız gerekmektedir.

Baran Dergisi 370. Sayı