Paralel takvime göre 2020 senesinde yaşanan hadiseler son derece müsbet bir istikamette seyretti. Yaşanan hadiselerin kimileri, arkasında ağır bedeller bırakıyor olsa bile, arazlar hakikatin görülmesinin vesilesidir ölçüsünden bakarsak, tüm bu yaşanan hadiselerin gerçeğin ortaya çıkması için ancak birer vesile olduğunu idrak edebiliriz.

Global Salgın Hastalık

Dünya çapında hakikatlerden birinin, ancak son derece ehemmiyetli birinin idrak edilmesine vesile teşkil eden en önemli hadise herhâlde dünya çapında yaşanan salgın hastalık olmuştur. Batılı memleketlerin bırakın kendilerinden geri kalan dünyaya olan merhametsizliklerini, aynı ülke içindeki eyaletlerin bile aslında ne kadar vicdansız olduğunun görülmesine vesile teşkil eden bu salgın hastalık, sebeb olduğu siyasî, iktisadî ve içtimâî krizler dolayısıyla bize kalırsa 2020 senesine damgasını vurmuştur.

Aynı siyasî birliğin üyesi Avrupalı memleketlerin birbirinden ilaç ve tıbbî cihaz çalmasını, sevkiyatlara el koymasını biz bu süreç vesilesiyle gördük.

Aynı memleketin eyaletlerinin bile birbirlerinden ilaç ve tıbbî cihaz saklayacak kadar köhnemiş bir zihniyetle idare edildiklerine yine bu süreçte şahitlik ettik.

Senelerdir sosyal refah iddiası ile kendilerini medeni addedip dünyanın geri kalanını ise barbarlıkla itham eden Avrupalı devletlerin, devletin yerine getirmesi gereken en temel fonksiyonlardan biri olan fert ve kamu sağlığını temin edecek bir altyapısı olmadığını yine bu dönemde gördük.

Yine kendisini medeni addeden Avrupalıların, yaşanan salgın hastalık sürecinde huzurevlerine kilitledikleri ve orada unuttukları ihtiyarlarının nasıl da toplu şekilde ölüme terk edildiğine bu vesile ile şahit olduk.

Yine bu süreçte yaşanan iktisadî daralma dolayısıyla Avrupa’da bir kez daha Nazizma’nın hortladığını ve Batılıların kendilerinden başkasına karşı nasıl kin ve nefret beslediklerini bu süreçte iyiden iyiye kavradık.

Salgın hastalık dolayısıyla yaşanan gerilimin Amerika’da senelerdir bastırılmış vaziyette duran ırkçılığı nasıl da su üstüne çıkarttığını ve Amerika’yı nasıl da iç savaşın eşiğine getirdiğini yine bu süreçte gördük.

Son derece hassas dengeler üzerine kurgulanmış olan Batı menşeili global iktisadî düzenin, mikroskopla bile görülmeyen bir virüs karşısında bile nasıl da altüst olabildiğini bu süreçte tam mânâsıyla idrak ettik.

Her ne kadar siyasî ve ondan da ehemmiyetlisi iktisadî bir birlik olan Avrupa Birliği’nin, kriz dönemlerinde birbirine ekonomik olarak hiçbir faydası olmadığı, bu birliğin Almanya ve Fransa tarafından Avrupa’nın geri kalanını sömürmekten başka bir misyonu olmadığı yine salgın hastalık vesilesiyle ayan oldu.

Maskelerin Bir Bir Düşmesi ve Dünya Düzeninin İflas Bayrağını Çekmesi

2020 senesinde hakikatlerin görülmesine vesile teşkil eden tek araz global salgın hastalık olmadı. Bunun yanı sıra bilhassa siyasî ve askerî gelişmeler de müesses nizamın artık nasıl da içinin boşaldığını ve koflaştığını ifşâ etmekten geri durmadı. Kısaca bir hatırlayacak olursak:

Türkiye, Libya’da yaşanan iç savaşa BM nezdinde tanınan Millî Mutabakat Hükümeti lehine olacak şekilde müdahil oldu. Buna karşılık, müesses nizamın baş aktörlerinden Rusya ve Fransa her türlü tazyike rağmen Türkiye’yi bu hamlesinden geri döndüremediği gibi, bir de BM müessesesinin nasıl bir domuzlar diktatoryasından ibaret olduğunun ve bugün aslında hiçbir fonksiyonunun kalmadığının dünya âleme ilan etmek bahasına BM tarafından tanınmayan Hafter’e açıktan destek vermekten geri durmadılar. Buna rağmen Türkiye’yi Libya’dan süremedikleri gibi bu yanlış hamleleri dolayısıyla Türkiye’yi muhatab alıp kendilerini kaybeden durumuna düşürerek Türkiye’yi bir üst lige taşıdılar. Sağolsun, varolsunlar.

Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın yine Türkiye’yi hedef alan bir diğer hamlesi ise Doğu Akdeniz’deki paylaşım bahsinde yaşandı. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasına karşı İsrail, Mısır, Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve sair Avrupa devletleri seferber olmuşlarsa da, Türkiye’ye bir adım geri attıramadıkları gibi, onların argümanlarıyla konuşan Türkiye karşısında “diplomasi” başta olmak üzere tesis ettikleri dünya düzeninin temel taşlarını bu süreçte bir bir Akdeniz’in tuzlu sularına bırakıp kendi tesis ettikleri dünya düzenin varlık sebebini kendi elleriyle tartışmaya açtılar.

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın diğer Amerikan başkanları gibi siyasî riyakarlığa sarılmayıp, Yahudi Devleti’ni açıktan desteklediği ve onların her istediklerini açıktan verdiği sene de yine 2020 oldu. Bu süreçte Yahudi Devleti’nin işbirlikçisi konumundaki Müslüman rejimlerini de kendisi gibi açıktan oynamaya zorlayan ve nihayetinde bunların maskelerini yüzlerinden düşüren Donald Trump’a ne kadar teşekkür etsek az.

Gerek Libya, gerek Doğu Akdeniz, gerekse Suriye’de Türkiye kararlı duruşunu korurken, kendisini dünyanın jandarması olarak ilân eden Amerika’nın Türkiye’yi durduramaması da bir diğer gelişme olarak ön plana çıktı. Düne kadar elinde düdük istediğine geç, istediğine dur diyebilen bir Amerika olmadığı da yine bu senenin yevmiye tablosunda kâr hanemize yazılanlardan.

2020’ye kadar Erdoğan ve Putin’in yakın münasebetleri dolayısıyla dostluk rüzgârları estirilmeye çalışılmış olsa da, Rusya’nın da Avrupa yahut Amerika’dan daha az Türkiye düşmanı olmadığı da yine bu sene resmiyet kazananlar arasına girdi. İdlib’de Türk askerini hedef alan hava saldırıları, Libya’da Türkiye’ye karşı kurulan cebhedeki Rus varlığı ve Suriye’de Amerika’nın çekildiği alanlarda Türkiye’nin karşısına dikilen Rus ordusu, Moskof Gavuru tabirinin zihinlerde bir kez daha tazelenmesinin başlıca vesilelerinden oldu.

İktisadî plandaki en önemli gelişme ise salgın hastalık sürecinin üretimi sekteye uğratması neticesinde petrol fiyatlarının eksi değerlere düşmesi olduğu söylenebilir herhâlde. Dikkat ediyorsanız, üretimin sekteye uğramasından ziyade petrolün eksi değere düşmesini ön plana alıyoruz, çünkü dünya çapında rezerv para olan Amerikan Doları değerini petrol üzerinden buluyor ve yarın gün geldiğinde dolara şahsiyetini veren petrolün eksi değerlere düşebileceği, dolayısıyla dolar düzeni her ne kadar yerleşik hâle gelmiş olsa bile aslında ne kadar da hassas bir denge üzerinde durduğu bu vesileyle görüldüğü, yâni bu düzenin yıkılmasının mümkün olduğunun görülmesine vesile teşkil ettiği için, bize kalırsa en önemli gelişmedir.

Bu arada unutmadan, Türkiye’nin Libya’da yaşanan iç savaşa milletlerarası hukuka uygun bir şekilde müdahil olmasının, Katar’ı Yahudi işbirlikçilerine yedirmemesinin ve Somali ile Sudan’da askerî üsler açmasının, 15 Temmuz’da Anadolu’nun göğsünde kırılan Arab Baharı dalgasının bu sefer tersine çevrilmesi anlamını taşıdığı da göz ardı edilmemelidir.

***

2020 senesi yukarıda yapmış olduğumuz kısa değerlendirmede bile görüleceği üzere hem kora kor geçti ve hem de haksızlık, adaletsizlik ve sömürü üzerine kurulu dünya düzeninin artık bir adım daha atacak takatinin kalmadığını biz insanlığa ihtar etti. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “1400 Gergini-Anadolu Ergini” ihtarı ile şehadetinden evvel bizlere müjdelediği 1440-1444 yılları arasında müjdelenmiş günleri idrak ediyoruz.

Biz felâket tellâlı değiliz elbet, dolayısıyla tüm bu yaşananlardan da memnuniyet duymuyoruz; fakat bütün bunlar zaten senelerdir yaşanıyordu, bugün fark şu ki, herkesin nefsine dokunur hâle geldi. Biz belâyı davet edici değiliz, hastalığı, afeti de davet edici değiliz. Biz, bütün bunların yaşanmaması için “Yaşanmaya Değer Hayat”ın tesis edilmesini istiyoruz. Büyük Doğu-İbda senelerdir bu hastanın (insanlığın) hastalığının teşhisini koyuyor ve ona tedavisi için yol gösteriyordu, ne var ki hasta arazları ilerlemediği için, tedavi olmak yerine hastalığını inkâr etmeyi tercih ediyordu. Bugün ise görüldüğü üzere artık arazlar vücudu takatten düşürecek raddeye doğru ilerliyor.

Hadiselerin seyrine ve büyüklerin müjdelerine bakarak, herkesin illallah ettiği 2020 senesinin, bundan sonrasında yaşanacak hadiseler için ancak bir fragman, önsöz olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeble de 2021 senesi itibariyle tüm bu yaşanan hadiselerin daha da süratleneceğini ve hastayı tedavi olmaktan başka bir çaresi kalmayacak hâle koyuncaya dek de şiddetleneceğini düşünüyoruz.

Yaşanan hastalıklar, savaşlar, çekilen acılar, şunlar bunlar hiçbirisi inananlar için şer değildir, bunun şuurundayız. Bundan sonrasında yaşanması mukadder gelişmeler karşısında şuurumuzu muhafaza edebilmek için, “Müslümanlar için imansızlıktan ve küfürden başka şer yoktur.” ölçüsünü ser levha hâlinde başucumuza asmak ve kendimizi de İslâm’ın zafer çağına hazırlamakla mükellefiz.

İslâm’ın zafer çağı başlamıştır, küfür mutlak mânâda teslim olana ve İslâmî, yâni insanî bir dünya düzeni tesis edilene dek, ruhun intikamı çok acı olacaktır.

Baran Dergisi 729.Sayı