Büyük Çamlıca Camisi külliyesinde açılan İslâm Medeniyetleri Müzesini, tatile (23.04.2022) denk gelen bir Ramazan günü (19 Ramazan 1443) yoğun bir ziyaretçi trafiği içinde, çoluk-çocuk seslerinin müzenin bir bölümünde okunan ezan seslerine karıştığı bir ortamda notlar alarak ziyaret ettim.

İlk karşıma çıkan Türk Dokuma Sanatı reyonu idi. Bu bölümün tanıtım yazısındaki şu cümle, İslâm medeniyetleri müzesinin sihrini niteler gibi idi. “Türk halılarıyla önümüze masalsı ve büyüleyici bir dünya açılmaktadır.” İslâm sanatlarının hemen hepsinde olan bu büyüleyici dünyaya adım atıyorum. Halı ve kilimlerin kendi yolculuklarını ise yine tanıtım panosundan aktaralım.

“İpek kozasından ipliğe, ilmeklerden desenlere uzanan bu kültürel yolculuk, yüzlerce yıldır Türk kültürünün ayrılmaz bir parçasını oluşturmuştur.” Müslümanın temiz bir alanda namaz kılma ihtiyacından gelişen seccade örneklerinden dokuma desenli veya nakış işlemeli kilimlere kadar birçok güzel ürünü bu reyonda görmekteyiz. Desenleri ve renkleriyle, bölgesel çeşitleriyle halı ve kilimlerimiz sanatçılara ilham verici özelliklerini sürdürmektedir.

Arakiye çeşitleri, saf seccadeleri, Uşak halısı ve Sivas kilimleri arasında gezerken, bir annenin kızına halı ve seccadelerin özelliklerini, tamirlerini ve yüzyıllarını işaret etmesi dikkatimi çekti ve söylenenlerin aksine yeni nesillere karşı beni daha da ümitlendirdi.

Hz. Peygamber’e Atfedilen Eserler bölümüne gelince, Allah’ın Kelâmı Kur’ân’da Hucurat Suresî’nde “peygamberin evleri” tabiriyle işaret edilen ve Allah Resûlü’nün defnedildiği makam olan Hücre-i Saâdet” Perdesi ile karşılaşıyorum. Hz. Osman zamanından itibaren giydirilmesi âdet olan Hücre-i Saâdet’in örtüleri ve kapı perdeleri kıymetli kumaşların süslenerek üzerine altın simle yazıların işlendiği birer sanat şaheseri olarak günümüze ulaşmıştır. Tanıtım panosunda şu hadise yer vermek hassasiyetini gösterdikleri için organize edenleri de ayrıca tebrik etmek gerekir. “Hücre-i Saâdet Perdesi”ndeki hadis şu: “Beni vefatımdan sonra ziyaret eden, sağlığımda ziyaret etmiş gibidir.” Kutsal mekândan gelen bu perdeye bakınca teberrüken de olsa bir ziyaret heyecanı yaşadığımı ifade edeyim. Perdedeki Arapça ibarenin meâli ise şöyledir: “Müttakilerin İmamı’na salât ve selâm olsun!”

“Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini anlatan edebî eserlerin hüsn-i hatla yazılarak levha haline getirilmiş şekli olan hilye-i şerif, Allah Resûlü’nün nurunun tasvirinden oluşan, süslü işlemelerle bezeli, yazılı panolardır…” Bu ifâdeyi not ettikten sonra kendimizi ince bir zevk ile bezenmiş ve farklı hatlar ile yazılmış hilye-i şerifleri seyre bırakıyoruz.

Başmak-ı Şerif ve Nalın-ı Saâdet bölümünde ise O’nun mübarek topuklarının değdiği nalınların modellerini görüyoruz. Ecdad, (bu kelimeyi manevî olarak almalıyız, zira burada Endülüs’ten de örnekler mevcut) Allah Resûlü’nün ayak izi formunda nadide sanat eserleri meydana getirmişler. Salavat-ı Şerifeler mecmuası olan el-Cezûlî’nin Delâilû’l-hayrat-ı, Peygamber sevgisine ve Hazret-i Peygamber’in Müslümanlar üzerindeki haklarına dair meşhur bir eser olan Kadı İyaz’ın Şifâ-ı şerifi, bazı el yazması Kur’an’ı Kerim’ler ve Kur’an’dan sonra dinin ikinci kaynağı olan Buharî’nin el-Camiu’s-sahih’ini burada görmek mümkün. Peşinden, yakutî, gümüşî ve kahverenkleri ve zarif süslemeleriyle sedef kakmalı Sakal-ı Şerif mahfazalarını seyrediyoruz. Altın gülâbtan ve buhar şamdanlığının önünden geçip Medine toprağı ve cam mahfaza içindeki Sakal-ı Şerifleri ziyaret ediyoruz. 

Ahşaba sanatın işlenmesi olarak mihrap modeli ve rahleler ve mihrap şamdanlarını ve diğer şamdan çeşitlerini hızlıca geçiyoruz. Sedef ve bağa madalyonlar içerisinde kufî hat ile kelime-i tevhid yazılı Kur’an’ı Kerim mahfazasını görüyoruz. Ve cüz mahfazaları olarak yapılan şirin kubbeli ve zarif nakışların çekiciliği karşısında tekrar mola vermek zorunda kalıyoruz.

​​​​​Efendimiz'in temsili ayak izi...

Şimdi de cami mimarisi bölümünden bahsedelim… Müzede geniş bir alanda kubbe yapılmış ve aşağıda isimlerini vereceğim camilerin birbirinden harika kubbe motifleri projeksiyonla bu kubbede (tavanda) yansıtılmış. Oturma alanları ile bir yandan dinlenirken öbür yandan bu görsel şöleni izliyoruz. Devamlı okunan ezanla da kulağa güzel ses veriliyor. Böylece ziyaretçilere iki yönden (göz ve kulak) hitap edilmiş oluyor. Sekiz caminin kubbeleri karşımızda resmî geçit yaptıktan sonra kubbe kuşağında şu mısra gözümüze ilişiyordu: “Avazeyi bu âleme Davud gibi sal/Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş.” Kubbenin altındaki dairevi mekânda ise kubbede yansıtılan sekiz caminin kısa tanıtımları bulunmaktadır. Bu camilerin isimleri şöyledir: Süleymaniye, Selimiye, Büyük Çamlıca, Bursa Ulu, Ayasofya-ı Kebir, Kalenderhane, Fatih ve Şehzadebaşı camileri. 

Müzeye ilgi yoğun idi. Bunda mekân ve tatil günü de etkili. “Sanata ilgi yok!” serzenişinden ziyade, sanatı halka sevdirerek vermenin yollarını aramak daha doğru bir tavırdır. Zira estetiğin zapt ve fethedemeyeceği insan yoktur. Sanatın cazibesi inkâr edilemez.

Kubbe altındaki kısa dinlenmeden sonra gezintimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. İslâm geometrisinin anlamı olarak ekranlı tanıtım masasından şu tesbiti aynen verelim: “İnsanların ve hayvan figürlerinin tasviri İslâm kültürünün bir parçası olmadığından, Müslüman sanatçılar geometrik şekiller ve hat sanatını bir dekoratif sanat biçimi olarak tekrar eden desenler yapmak için kullandılar.” 

İslâm sanatçıları kolay olan müşahhasa dinî gerekçelerle gidemeyince, zor olan mücerrede yönelmişler ve bu da derinlikli sanat eserlerinin doğuşuna yol açmıştır. “Sanat baskıdan doğar” sözünü hatırlamalıyız. Sonsuzluk, İslâm sanatlarında en geçerli prensiptir. Sonsuzluk demişken kendimizi birden âb-ı hayat bölümünün içinde bulduk. Baş döndürücü bir ışık cümbüşü üzerinde yerde mi gökte mi olduğumuzu şaşırıyor, dağlar, şelaleler ve çiçek bahçeleri arasında kaybolduğumuzu hissediyoruz. Altından ırmaklar akan sanal çiçek bahçelerinde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyor ziyaretçiler. Anlaşılan cennet hayali herkesin ilgisini çekiyor, sanalı bile bayağı rağbet buluyor. Işık hareketliliğinden zemin koyar gibi oluyor, başım dönüyor, yaslanacak bir sütun buluyorum. Çocukların umurunda bile değil, hatta ışıktan daha hızlı davranıp onları yakalamaya çalışıyorlar…

Ab-ı hayat enstalasyonu​​​​​​​

Âb-ı hayattan gerçek hayata dönelim. Müze de olsa hafızaya, duygu ve düşünceye hitap etmeyi başarabildiği oranda canlılık kazanabilir. Bu müzenin böyle bir özelliği olmuş, âdeta canlı tarih. Osmanlı’nın Mekke-Medine’ye gönderilen paralardan oluşan Surre-i Hümâyûn Alayı’nı süslü bir devenin üzerinde taşınan ve Mahmil-i Şerif olarak adlandırılan görkemli çadırı da aynen teşhir edilmiş. Arka plânda sürre alayını tasvir eden büyük bir tablo mevcut. Ayrıca Kâbe kuşağı ve örtüleri, Hacer-i Esved mahfazası ve zemzem şişesi yer almaktadır. İlk Mâbed Kâbe, Kur’an’da “hidayet ve bereket kaynağı” olarak işaret edilmektedir. İstanbul’dan Mekke-Medine’ye giden sürre alayının güzergâhını gösteren harita ise bana, kalb ve irade arasındaki bağlantıyı gösteren yol gibi geldi. İstanbul’dan Şam (karayolu) ve Mısır (deniz yolu) üzerinden Kâbe’ye giden yollar. Aklıma merhum Salih Mirzabeyoğlu’nun baş şiiri olan Kayan Yıldız Sırrı’ndaki bir mısra geldi: “Yollar ki birbirine kavuşmanın derdinde…”

Vakit ilerlemiş ve yorgunluk alametleri baş göstermiş olmasına rağmen ışıklı panoda İslâm mimarisinin estetik yönlerini izlemekten kendimi alamıyorum. Şehrin merkezinde yer alan (merkezi bir rolü olan) caminin inşa ediliş aşamasını ve çevreyle birbirini bütünlemesini ne güzel tasvir etmişler. Emeği geçenlerin eline sağlık. Demek ki isteyince güzel şeyler yapılabiliyor ve ilgisiz denilen insanların bile ilgisi çekilebiliyormuş! Çölün ortasında nasıl bir medeniyet kurulduğu, bir nevi çöle inen nur gibi, bilgisayar yardımı ile bize anlatıyor. Demek ki teknolojiyi kullanmasını bilince hayra da hizmet ediyor. Tedaî olarak bir parantez açmak istiyorum. Bütün yalancı süslemelerine rağmen modernizmin insanımızı cahiliye karanlığına sürüklediğini idrak etmeliyiz. İnsanımızı “modern hayat” denen ve ruhu boğan iktisadî cendereye sokarak modern kölelere çevirmesine müsaade etmemeliyiz. İslâm’ın maddî ve manevî yönleriyle bizi süsleyen dil ve diyalektiğini bir iman vecdi ile kuşanmamız ve ruhçuluğumuzun gereği de maddeyi mânânın emrine vermemiz gerek. Tıpkı bu müzede sergilenen eşsiz medeniyet sahiplerinin yaptığı gibi. 

Ziyaretimiz henüz bitmedi, müzenin ikinci katı da var, lütfen biraz sabır gösterin. Ab-ı hayat bölümünden geçerek ikinci kata çıkıyoruz. Burası bir yazı (hat) medeniyeti olan İslâm sanatının erişilmez örnekleriyle dolu. Ayrıca, giyim, askerlik, çini, sikkeler gibi bölümler de var. Özellikle Müslümanların derin sezgi ve vecdini yansıtan çoğu kufî hatla yazılmış ilk Kur’an yapraklarıyla karşılaşıyoruz. Asırlar öncesinden bugüne gelen el yazması bu Kur’ânları görünce heyecanlanmamak mümkün değil. Her ne kadar günümüzdeki Mushaflar gibi okuyamasak da. Şam Evrakı diye isimlenen bu bölüm, İslâm tarihinin en eski belgelerini ve yazma eserlerini içermesi bakımından paha biçilmez değerde bir koleksiyondur. Evrak-ı Dımaşk (Şam Evrakı), Hz. Ebubekir döneminde kitaplaştırılıp Hz. Osman zamanında çoğaltılarak ilk hâline “Mushaf” adı verilen Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yapraklarını, ayrıca İslâmiyet’in irtibatta olduğu farklı coğrafyalardan vakıf belgeleri, hac vekâletnameleri gibi belgeleri ve ciltli eserleri içermektedir. 

Birçok Kur’an yazmasına yer verilen bu bölümde, hat sanatı ile ilgili şu tesbiti notlarımızın arasına aldık. “Güzel yazı yazma sanatı olan hat, cismani âletlerle meydana getirilen ruhânî bir hendesedir.” Hat mevzuûnda belki daha uzunca durulabilir ancak bu kadarla iktifa edelim. Cismanî ile ruhânîyi birleştiren bu tanıma dikkat çekmekle yetinelim. Beratlar ve onlardaki görevlendirmeler ile fermanlardaki tuğraların güzellikleri de dikkat çekiyor. Aynı zamanda yazı malzemeleri ve onların ince işçilikli ambalajları da ziyaretçilerin gözlerinden kaçmıyor. Ziyaretçilerde bir susamışlık ve özlem olduğunu ifade edeyim. Müzeyi planlayanlar bunu bekliyorlar mıydı bilmiyorum.

Kâzım Albay

Fen bilimlerine dair Usûl-i Hendese Tercümesi gibi eserler ve geometri âletleri yanında, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın hem dinî hem fennî ilimleri (bu ayrım eskiden yoktu) ihtiva eden ansiklopedik Marifetname eserini görüyoruz. Marifetname’den sergilenen sayfada beş gezegenin hareketlerini gösteren çizimler mevcut. Fatih Sultan Mehmed’in Çocukluk Defteri ve oradaki çizim sayfası, Kâtip Çelebi’nin devrin muharebelerini anlatan kitabı, güneş saati, Osmanlı ülkelerinin ilk sistematik coğrafya kitabı olan Cihannüma’yı ve atlarla ilgili bir kitabı görüyoruz. Çeşitli hat levhaları reyonunu temaşa ettikten sonra bir odada, oluşturulan kabartma harita üzerinde duvarda görsel olarak ve etkili bir müzikle (savaş davulları vs) siyer-i nebi ve İslam tarihi anlatılıyor. Malum olduğu üzere insanlık tarihi aynı zamanda savaşlar tarihidir. Dünyayı nizamlama isteği insanın fıtratında var ve bunun hak adına yapılması mühimdir. Davasının hak olduğuna inanan ise bunu tamimleştirmek isteyecektir. 

Tılsımlı gömlekler, kaftan, çocuk kaftanı, üstlük, pabuç vs. bulunan Osmanlı Kıyafetler sergisinden sonra savaş reyonuna giriyoruz. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde at üzerinde yalın kılıç resmi baş köşede sunulurken, değişik savaş âletlerini görüyoruz. Mağribi At Takımı, canlı bir bölmede atın baş ve gövdesinin maketi yapılmış. Osmanlı dönemi fetihlerle ilgili duvara yansıtma tekniğiyle sürekli bir fetihler anlatımı var, oturarak dinlemek ve bu arada dinlenmek imkanı var. İzlemesi rahat, ancak bu fetihler rahatını feda eden gerçek kahramanlar tarafından gerçekleştirilmiş olup Hz. Peygamber buyruğu olarak yedi iklim dört bucağa ila-yi kelimetullah davası için gidilmiştir. “İslâm’da Fetih” panosunun ilk paragrafını vermek, bu davanın amacını açıklamak ve diğer savaşlarla farkını göstermek bakımından faydalı olabilir:

“Açma, yol gösterme, hüküm verme” anlamlarına gelen “fetih” ile “güç ve gayret sarf etmek” anlamına gelen “cihat” kavramları, İslâm literatüründe meşru savaşın çerçevesini oluşturmaktadır. Cihat, Kur’an-ı Kerim’de hem savaş anlamında hem de nefisle girişilen mücadele anlamında kullanılmıştır. Müslümanların inançlarının yayılmasını sağlayabilmek yahut var olan yaşam standartlarını koruyabilmek için girişilen “yol açma” harekâtını, bilinen anlamıyla savaştan/istiladan ayırt etmek için bu iki kavram kullanılmaktadır.

Kılıç çeşitleri (zülfikâr, yatağan vs.) miğfer ve alemler, ay yıldızlı 19. yüzyıl sancağı, kalkan, ok ve sadaklar, davul vs. gördüğümüz savaş âletlerindendir. 

Türk Çini Sanatı reyonunda ise enfes çinileri, dekoratif tabak ve vazoları, çini kabartmaları, yıldız çinileri ile bir duvar boyunca teşhir edilen ve büyütece bakma imkânı olan İslâmî sikkeleri temaşa ediyoruz.

Üç saati aşkın bir ziyaret sonunda İslâm medeniyetinin yeni bir eseri olan Büyük Çamlıca Camii’ne çıkıyor ve namaz vaktini beklerken biraz dinleniyorum. Bu güzel eserleri seyrettikten sonra, kozamızı sabırla örüp kendimize ve çevremize renkli ve desenli ürünler sunmak temennisiyle Allah’a emanet olun, diyorum.

Aylık Baran Dergisi 4. Sayı

Haziran 2022