Sahâbîlerin kahramanlık hikâyelerini anlatmayanımız ya da dinlemeyenimiz yoktur. Fakat sahâbîlerin rolü ve mânâsını gerçekten biliyor muyuz? Sahâbîleri her Müslüman biliyor ama nasıl biliyor? Sahâbiler, muhakkak ki kahramanlıkta en üstünler; fakat onları bazı vasıflarıyla değil bütün vasıflarıyla yani “Topluluk Hakikati” ile idrak etmek zorundayız. Çünkü sahâbîler Allah Resûlü’nü yansıtan bir aynadır. Onları layıkıyla tanıyamamak Allah Resûlü’nü eksik tanımaya yol açar. Bu ise dinî anlayışımızda eksiklik demektir.
 
Sahabîlerin Rolünü Anlamak
Asrımızdaki “İslâm’a muhatap anlayışı” örgüleştirerek İslâmî ölçülere bakacak gözü temin eden ve böylecek ölçüleri yerli yerine oturtan İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı” adlı eserini okuyunca sahâbîleri layıkıyla bilmediğimi anladım. Layıkıyle değil belki de hiç bilmediğimi gördüm. Gerçek ilim ve tefekkür ehli Salih Mirzabeyoğlu, bu eseri vesilesiyle sahâbîlerin aslı manasıyla görünmesini sağlar. Bu eser bize şunu öğretir ki, sahâbîleri gerçek manasıyla bilmek dinin temel şartlarındandır: Çünkü, sahâbîsiz din olmaz... Sahâbîler, Allah Resûlü etrafında sadece güzel bir figürden ibaret değildirler... Sahâbîler, “evliya menkıbeleri” tarzında algılanacak bir hayatı da temsil etmiyorlar. (Evliya da menkıbe tarzıyla temsil edilmez)... “Âlemlere rahmet olan”ın sevgili sahâbîleri, kıyamete kadar olan hayatın temsilcileridir. Yani, sahâbîlersiz ne din anlaşılır ne hayat, ne şu, ne bu...

Allah Resûlü’ne bağlanabilmenin usul şartı sahâbîler... Bilindiği gibi, usul olmadan esas olmaz... Sahâbîler bu kadar mühim. Yani sahâbîlersiz din olmuyor. Olmadığı günümüzde de belli. Bilumum din yıkıcısı sapık kollar sahâbîlere dil uzatmaktadır. Yani bilumum din yıkıcılarının ortak saldırı hedefi, rolü ve mânâsının anlaşılmamasından istifade ile sahâbîlerdir.

Bu eser bize; sahâbilerin, tüm yoksulluklar ve işkencelere rağmen İslâm’ı kabul etmek kahramanlığını göstermekten ibaret insanlar topluluğu olmadığını, bilakis düşünemediğimiz çok önemli bir rolleri olduğunu ihtar ediyor! Sahâbîleri hiç bilmiyormuşçasına yeni baştan öğrenmemiz gerektiğini hatırlatıyor... Yani, bizim kafamızdaki sahâbîler ile eserde anlatılan sahâbîler çok farklı...

Sahâbîlersiz din olmaz. Kur’an ve hadislere muhatap olan sahâbîlerdir... Kur’an, Allah Resûlü tarafından onlara bildirildi. Kur’an’ı tertib ve tesbit eden onlar (Hazret-i Ebubekir-Hazret-i Osman). Hadisleri de rivayet eden sahâbîler... Ayrıca hepsi müctehid... Sahâbîler olmasa Allah Resûlü bilinebilir miydi? Kur’an bilinebilir miydi? Yani, Kur’an ve hadisi sahâbîler vasıtasıyla biliyoruz... Sahâbîlere şüphe beslemek Kur’an’a şüphe beslemektir. Sahâbîler bu kadar mühim...
Sahâbî, “Allah’ın Sevgilisi’ni Müslüman olarak, Resûllüğüne inanmış bulunarak, bir kere gören, yahut O’nun tarafından bir kere görülen...” Fakat bu “görme” ve “görülme” nedir? Bu “görme” ve “görülme”de ne olmuştur ki, “veliler içinde ne büyüğü, sahâbîler içinde en küçüğünün bindiği atın burnuna kaçan tozdan daha küçüktür” ölçüsü konmuştur?.. Sahâbîlerden sonra insanoğlunun en üstünü olan İmam-ı Rabbâni Hazretleri’nin ölçüsüdür bu...
Allah’ın “dinde anlayış sahibi” kıldığı hikmet mütehassısı-hakîm Salih Mirzabeyoğlu, Allah Resûlü’nün hakikatini gösteren “Hakikat-i Ferdiyye” adlı eserinden sonra, “Sahâbilerin Rolü ve Mânâsı” adlı eseriyle Sahâbilere nasıl bakmamız gerektiğini gözler önüne serer... Öyle ki, hiç bilmiyormuşçasına sahâbî vasfının okunması ve bu anlaşıldığı zaman ise sapık kolların çöküşü ve İslâm’ın haşmetiyle görünmesinin söz konusu olduğunu önemle belirtir. Biz de bu eserden sahâbîyi tanımaya ve öğrenmeye çalışacağız.
 
“Sahâbî Ümmetin Temel Taşı Ve Temel Yapısı...”
Sahâbî, kendi başına göre değil, Allah Resûlü’ne göre değerleniyor. Adeta, O’na bitişik... Esas-usûl ilişkisi...

Sahâbîyi ve hadisi aradan çıkaranların aslında Kur’an’ı da aradan çıkarmış oldukları, ondan sonra bunu anlamadan “Kur’an’dan yapacağız” tekerlemelerine başvurmalarındaki ahmaklık söz konusu eserde şöyle gözler önüne serilir:
“Sahâbînin rolü ve mânâsını reddetmek, sahâbilere dil uzatmak, “hadisin mânâsını reddetmektir. Allah Resûlünü reddetmektir... Allah Resûlünü reddetmek de, Kur’an’ı reddetmektir... Bütün bunlardan sonra, sahâbînin reddinin “içtihat” diye bir mevzuu ortadan kaldırdığını söylemek lüzumsuz: Ortada zaten İslâm kalmıyor ki, “içtihat” diye bir mevzu kalsın... Muhatap olunacak olanı ve onun karşısındaki muhatap durumunu ortadan kaldırdıktan, yani çift taraflı bir iptalden sonra, “kaynaktan yapmalıyız” tekerlemecisinin, olmayan şeye muhatap şeklinde, “artık ilâhi vasfı kalmamış kitab”a mevzuu olmayan bir muhatap pozisyonundan muhatap olarak “hüküm çıkarma”ya davranmadaki ahmaklık ortada değil mi?..”
Eserde vurgulandığı üzere, sahabîlerin bir bütün oluşu, Kurtuluş Yolu’nun tek yol oluşu gibi hususlar ancak kök ve dal şeklindeki bir ayırıma gidilebileceğini ve asıldan ayrı bir şeymiş gibi sunulmasının mümkün olmadığını gösterir... Birbirinden mukadder oluşlar halinde nur bütünü... Sahâbîlerde de Allah’ın nuru tecelli etmiştir... Sahâbîlerden birine dil uzatılırsa O nur zedelenmiş olur. Bu açıdan sahâbîler yekpare bir bütündür. Onlar, tek dâvâ ve tek istikamet üzerinedir. “Kurtuluş Yolu” ise birbirinden mukadder oluşlar hâlinde bir bütündür, bir nur yumağıdır. 

Allah Resûlü “Kurtuluş Yolu”nu belirtirken sahâbîlerini de ilave buyuruyor. Bu hususu eserden işaretleyelim:

“Habercilerin en doğrusu olan Allah Resûlünün, “Kurtuluş Fırkası” üzerinde işaret buyurdukları bir delil vardır.

“Kurtuluş fırkasının kadrosu içindekiler şunlardır, tek yol üzerindedirler... Ben de o yol üzerindeyim, sahâbîlerim de o yol üzerindedir...”

Bir ismi de Şâri’ olan şeriat sahibinin “Kurtuluş Yolu” hakkında o yol üzerinde mukaddes varlıklarını bildirmeleri yeterken, buna bir de sahâbîlerini ilave buyurmaları, kurtuluş yolunun kütle ifadesiyle ancak sahâbîlerin yolu olduğunu anlatmak istedikleri içindir... Allah bizzat “Resûle itaat Allah’a itaattir” buyurduğuna göre, Resûlü’nün gerçek yolundan sapmak ve ona itaatsizlik, Allah yolundan dışarıya çıkmak ve Allah’a itaat etmemektir. Allah’a bağlanmayı Resûller Resûlü’ne bağlanmanın hilafı sananlar, yine Allah tarafından küfürle vasıflandırılmıştır... Resûller Resûlü’ne bağlılık iddia edip, sahâbîlere bağlanmakta tereddüt göstermek ise, davaların en bâtılıdır! Zira Büyükler Büyüğü’nün yoluna nasıl düşüleceğini en hâlis mikyasta temsil eden başka hiçbir rolleri olmayan ve en sadık bağlılığın birer remzi bulunan sahâbîlere muhalefet, netice bakımından Resûller Resûlü’ne muhalefetten başka bir şey değildir... Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Sahâbîlerim gökteki yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız kurtulursunuz!”

Sahâbîler, Peygamber halkasıdır. Halkadan birini çıkaran halkayı dağıtır. Bu da dinin yıkılmasına yol açar... “Sahâbîler... Fertlerin toplamında yani “cemaat” hâlinde görünen “topluluk hakikati” ile tek tek fertlerde görünen “topluluk hakikatinin” kucaklaştığı bir nur yumağıdır!..”
 
Hazreti-i Ali Ve Hazret-i Muaviye
Hazreti Ali ve Hz. Muaviye arasındaki içtihad farkından doğan ihtilafı bahane edip Peygamber’in vahiy katibi olan sevgili sahâbîsi Hazreti Muaviye (R.A) söven din suikastçılarına cevap:

“Böyleyken ortaya bir Muaviye meselesi çıkarıp bu sahâbîye ağız dolusu söven, lânet okuyan, sonra da Müslümanlık taslayan ve tesellisini Hazreti Ali’den yana olmakta bulan bedbahtlara ne demeli?

Bunlar, hiçbir inceliğe, sır idrakına ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resûlünün bu kadar açık ve aydınlık emri altında, Muaviye kini güdenleri bizzat Kainatın Efendisi ve O’nun sevgili ruh ve madde varisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, güya Peygamber Evini ve Neslini korumaya gayretiyle atıp tutanlar... Bilmezler ki, kalplerindeki “suret-i hak” perdesini idare eden bizzat şeytandır. Sahâbî meselesinin en nâzik miyarı olan bu mevzuda ölçü şudur:

“Hazret-i Ali mi haklı Muaviye mi?”

“Hazret-i Ali mutlaka haklı...”

“Ya Muaviye?”

“O da haksız değil... Bütün fark bu kadar...”

“Bu nasıl ölçü?.. Hem biri katîyyen haklı, hem de öbürü haksız değil?”

“Çünkü bir sahâbîye haksız diyemeyeceğimiz için ancak bu hadde kadar uzanabiliriz. Aralarında ihtilaf, sadece içtihad farkından ibaret... Böyle olunca, birinci plânda bulunan tam haklı, ikincisi de haksız değil olur. Çırılçıplak ve yırtıcı haksızlık, asıl sahâbilerin en büyüklerinden birine dayanarak öbürünün sahâbîlik vasfını unutmaktır... İşte sır idrakini örseleyici kabalık!..”

Bu alıntıdan sonra Hazret-i Muaviye hakkında bir hadis: “Yarabbi: O’na (Hz. Muaviye) ilim ihsan et ve onu hidayet rehberi ve mehdi kıl Ve onun sebebiyle hidayet ver.”
Ve sahâbîlere dil uzatanın korkunç dehşetli hükmü:


“Allah Resûlü, “ben her günaha şefaat ederim de ille sahâbîlerime dil uzatana etmem” buyuruyor... İşi muhal çapında imkânsız ve dehşetli bir misalle çerçevelersek:

“Kâbe duvarında anasıyla zina eden bir adam bile şefaatin ihtimâl kaydından zati bahisle düşürülmemişken, sahâbîlere dil uzatan katiyyetle şefaatten mahrumdur!”
 
Mezhepler Ve İçtihad
Varın kimlerin nereden zift kuyusuna yuvarlandıklarını kıyas edin.”

Kimse “Hazret-i Peygamber zamanında mezhep var mıydı?” şeklindeki sahte mantık oyunlarıyla sapkınlığını meşrulaştırmaya kalkmasın. 4 Hak mezhebi kabul etmeyenin hükmü açıktır. Çünkü, mezhepler şeriatın mukadder oluşudur, şeriattır. Bu mevzuu eserden işaret edelim:

“Ve buna dikkat: Vahiy, hadis ve icma-ı ümmet ölçülerine riayetle ve riayet usulünü billurlaştırdıktan sonra, tıpkı sistemin kendini temin eden unsurları çerçevelemesi gibi “itikad” ve “amel”e dair meselelerin kıyasen neticelendirilmesi ve soruya cevap hâlindeki unsurların toplam manzumesi, “mezheptir”, yoldur... Suya giden yol; hakikati avlayan usul... “Din”de şuna buna bağlanmadan veya şu ve bu niyetine kullanılmadan önce “yol” demektir; Allah, rızasının hangi yolda olduğunu, “Allah indinde din İslâmdır” diye bildirmiş ve Resûlü yoluyla kendine ulaşacak yolu tamam etmiş... Mezhep “yol” demektir; demek ki, “mezhep” gibi “din” de şeriat demektir...”

Sanki mezhepler Kur’an’ın mukadder oluşu değilmiş gibi, “Kur’an’da mezhep var mı?” diyen, mezhep imamlarının içtihadlarını reddederken kendi küfür kafalarıyla içtihada(!) yeltenen mezhepsizlere eserden yakıştıracağımız tanımlama şu: “Mezhepleri reddeden mezhep olarak “Salaklar Mezhebi”ni teşkil etmektedir...”

Namazın farz ve sünnet ayrımından tutun da rekat sayısı ve vakitlerine kadar bu hususları, hadislerden ve Peygamber tatbiki olarak intikalen öğreniyoruz… “Mealci”lerin ise “Kur’anda 5 vakit namaz var mı” diye sorması ve bunu da güya İslâm adına yapması din suikastçiliğinden başka bir şey değildir. Görüldüğü gibi bu sapıklar, günde 5 vakit namaza dahi dil uzatarak “dinin direği”ni yıkmaya teşebbüs ederler. 

Şunu da belirtelim ki, Sahabîler arasında içtihat farklılığından doğan ihtilaflar ve 4 hak mezhep arasındaki teferruat farklılıkları Allah Resulü’nün, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisinin sırrına girer.

“Kendisinden kıl kadar taviz verildiği zaman ortada hiç kalmayan bir şey varsa o da şeriattır!” Sahabiler şeriat bütününü temsil edenler olup sahabîlersiz şeriat olmaz. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında içtihad farklılığından doğan ihtilafı bahane edip Hz. Muaviye’ye dil uzatanlar Sahabilerin yarısına dil uzatmış olurlar. Çünkü sahabilerin yarısı Hazret-i Muaviye safındaydı. Kur’an ve hadisi bize ulaştıran onlardır. Sahabîlerin yarısına söven dinin yarısını yıkar. Halbuki din bütündür, parçalanmaz, din bütününden zerrece taviz verilmez. Demek ki, değil yarısına, sahabîlerden bir tekine dahi dil uzatanın tehlikeye girer. Çünkü yukarıdaki ölçüde de görüldüğü gibi kendisinden kıl kadar feda edilirse tamamı giden bir şey varsa o da Şeriattır.
 
Sahabîye Düşmanlığın Neticesi
Sahabîye düşmanlık edenin Allah’a düşmanlık etmiş olduğunu gösteren Allah Resulü’nün bir hadisi:

-“Sahabilerim mevzuunda daima Allah’tan hazer edin. Onları sevenler beni sevenlerdir. Onlara düşmanlık duyanlar bana eza ederler. Bana eza etmekse Allah’a eza etmeye kalkışmaktır; ve Allah’ın azap eli böylelerini yakar.”

Sahabîleri öven Kur’an ayetleri onların adaleti hakkında da açık bir nass teşkil eder. Böyle bir Kur’an nass’ı mevcut olduktan sonra Sahabîlere sövenin hükmü de açıkça görülür. Kur’an ayetleri yanında Sahabînin faziletine şehadet eden birçok hadis de vardır.

Sahabîlere dil uzatan Mutezile’nin imamlarından en-Nazzam, Hazret-i Ömer’in, Hz. Peygamber’de bulunan Hazret-i Ali hakkındaki nass’ı gizlediğini, imamet ve hilafetteki hakkını gasbettiğini iddia etmiştir: Böylece, bizzat Allah Kur’an’ın kıyamete kadar mahfuz kılacağını bildirmişken Kur’an’a dahi şüphe atmıştır. Hakkı karartan bu kişi, Cemel harbine iştirak eden sahabîlerin tümünü (Ali, Hasan, Hüseyin, Âişe, Talha, Zübeyr.. vs.) fasıklıkla suçlamış, Allah’ın Sevgilisi tarafından “Ebu Hureyre-kedi babası” diye lâkâplandırılan bu meşhur sahabîye “insanların en yalancısı” demiştir. Yine ayrıca kaderi işaretleyen bir hadisi rivayet etti diye Abdullah ibn Mesud’a dil uzatmıştır. Mutezilenin kâfir imamlarından birini nakledelim de sahabîlere sövenlerin sonunda Allah Resulü’ne nasıl dil uzattıkları görülsün(eserden):

“Meşhur Mutezile imamlarından Şumâme İbnü’l-Eşras’ın bir Cuma günü, halkın camiye koştuklarını görünce, yanındaki bir arkadaşına, “bak şu öküzlere bak şu eşşeklere” dedikten sonra, Allah’ın Sevgilisi’ni kastederek “bu Arap halkı ne hâle soktu” sözünü büyük bir rahatlıkla söylediği göz önünde bulundurulacak olursa, Allah’ın Resulü’ne kadar dil uzatan Mutezile’nin O’nun ashabı hakkında daha neler söyleyebileceklerini tahmin etmek güç değildir.”
 
“Peygamber Halkası”
Eserin alt başlığı “Peygamber Halkası”... Üstadın bu isimdeki eserine eşlik ediyor... Üstad “nasıl”ını gösterirken, Kumandan “niçin”ini izah ediyor. Kumandan’ın “Sahabîlerin Rolü ve Mânâsı” adlı eseri, Üstad’ın “Peygamber Halkası” adlı eserini nasıl anlamamıza dair ölçüler veriyor. Kumandan, Üstad’ın “Peygamber Halkası”na hangi gözle bakmamızı temin ediyor. Zaten İBDA, Büyük Doğu’nun anahtarıdır. Anahtar olmadan kilit açılmaz.

“Sahabî, Çocuk Hikmeti Ve...” bahsinden birkaç not: Velilikle kutup derecesine ulaşmış Üveys-el Karânî Hazretleri, Allah Resulü’nün göremediği için sahabînin en hakir ferdinin seviyesine ulaşamıyor... Bunun üzerine, “varın sahabînin derecesini hayal edin” diyen İBDA Mimarı, O’nu görmeden doğrulayanlara ait eşsiz bir makama da işaret ediyor:

“Üveys el-Karânî Hazretlerini bahis mevzuu etmemizin hikmeti ve bunun doğrudan doğruya sahabîler bahsiyle alakası şu hadisin içinde:

-“Bir taife bilirim ki, ne peygamber ne de şehiddirler. Lakin Peygamberler ve şehidler kıyamette onların makamlarına imrenirler. Bu taifenin insanları hem Allah’ı severler, hem de Allah’ı sevdirmeye çalışırlar. Halka Allah’a itaat etmeyi emrederler. Halk Allah’a itaat edince de Allah onları sever.

Peygamberlerin bile makamına imrendiği taife?”

Peygamberlerin bile makamına imrendiği taifenin üzerine yazının sonunda ayrıca duracağız...

Çocuğun ve yağmurun Allah’a yakınlığı mevzuu, bize peygamberlerin bile makamına imrendiği taifenin Allah’a yakınlığını hatırlatır. Yine bu mânâda bir hadis; Hazreti Peygamber sahabîlerine “Ne olurdu kardeşlerimi göreydim” demiş. Hz. Ebu Bekir’in “Ey Allah’ın Resulü, biz senin kardeşlerin değil miyiz?” diye sorması üzerine şöyle buyurmuştur:

-“Siz benim sahabîlerimsiniz. Kardeşlerim onlardır ki beni görmeden doğrular, bana bağlanırlar; ve hatta babalarından ve çocuklarından fazla beni severler”... İşte onu görmeden doğrulayanlara ait ayrı ve eşsiz bir makam... Bu makama kıyamete kadar gelecek her Müslüman namzettir.”

Çocuğun, yağmurun ve Veysel Karânî’nin Allah’a yakınlığı ve yukarıdaki hadisin işareti bize, Şeriatın mukadder oluşu İBDA’nın nasıl bir misyon ve yakınlık üzerinde olduğunu gösteriyor...

“Din edeptir”, edep de “hadlere riayettir” ölçüsüne sımsıkı bağlılığın ifadesi olarak eserde, “Sahabîlerin Hülâsâsı” levhasında Raşit Halifeler olan dört büyük sahabi anlatılır: Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali... Kendi mizaç hususiyetine göre O nuru yansıtan bir fenerin dört camı gibi...

Hz. Ömer tutkunu İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu şöyle der: “Peygamber diliyle övülen Hazret-i Ömer... İslâm’daki “mukadder oluş” hâlinde ölçüye sımsıkı perçinli yenilik sırrını en iyi gören ve farkeden, bunun için de “Faruk” sıfatını taşıyan büyük sahabî...”

İBDA Timsali Hazret-i Ömer getirdiği yeniliklerle, İslam’ın “mukadder oluş”unu, Resul’e sımsıkı bağlı bir şekilde göstermiştir. Bu yeniliklerden en önemlilerinden biri İslâm devletini esaslandırmış olmasıdır. 

Hz. Ömer’in, Allah Resulü’nden aldığı ruh ve feyizle İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbiki bize, Şeriat’ın donuklaşmayı kabul etmediğini ve yenilik sırrını gerektirdiğini gösterir. Bu ise, İslâm’ın eşya ve hadiselere tatbiki için gerekli” “İslâm’a Muhatap Anlayış” zaruretini işaret eder.

Hz. Ömer’in “muhatap anlayış” halindeki Şeriat’ın “mukadder oluş”una örnek tatbikatları şöyle (eserden):

“İlk İslâm devletini esaslandıran, O...”

“Beytülmal” adlı İslâm hazinesini ilk kuran, O...”

“Geceleri uyumayıp şehri gezen ve ilk zabıta fikir ve teşkilâtını getiren, O...”

“İslâm’da defter ve divanı icad eden, ilk muhasebe ve sistem temeline yol açan, O...”

“Dört tekbir ile cenaze namazı kılınmasına ilk reyi veren, O...”

“Teravih namazını ilk defa cemaatle kıldıran, O...”

“Hicvi yasak eden ve Peygamber sahabîleri arasında bütün dünyaya ilk ve son adalet örneğini bağışlayan, O...”

Kâinatın Efendisi buyuruyor: “Benden sonra Ömer ne taraftaysa hak oradadır!” “Şeytan, Ömer’den korkar.”, “Hak, Ömer’in lisânı ile konuşur.”

Eserin son levhası olan “Peygamberin Kitabından” bahsinde 238 Hadis meali var. Müslüman geçinen itikadsızların yaygın olduğu günümüze ışık tutan şu Peygamber sözünü buraya alıyoruz: “Adamın itikadını anlamadan, Müslümanlığı hoşunuza gidip karar vermeyin!”
 
Hadis Müessesesi
Hadisleri tartışan ve böylece hadis müessesesine saldıran bedbahtlara dikkat etmek gerek. Böyleleri, hadis ilmine ait ve orada izahını bulmuş meseleleri tartışma mevzuu yaparak hadislere şüphe atarlar, Hadis Müessesesi’ni yıkmak isterler. Bunlar, “kaynaktan yapacağız” bahanesiyle Kur’an’dan başka kaynakları (Hadis, İcma-ı Ümmet-Kıyas) inkâr ederlerken, hadisleri ve din büyüklerinin bazı yorumlarını saptırarak kullanmaktan da çekinmezler. Bir yanda hadisi kaynak kabul etmez ve Hadis Müessesesi üzerinden tartışma açarken, diğer yanda reddettiği hadislerden keyfine göre hükümler çıkarmaktan geri kalmazlar. Bunlarla Hadis Müessesesi üzerinde herhangi bir tartışmaya girilemeyeceği gibi, “Hadislere dil uzatan Allah Resul’üne dil uzatır, O’na dil uzatan da Kur’an’a dil uzatır” hükmünce defterleri derhal dürülür.

Bu sapıklardan sivil toplumcu Ali Bulaç, Kanal 7 televizyonundaki bir açık oturumda hadislere dil uzatır. Hadislere “haber-i âhâd” (mütevatir olmayan, bir nesilde üçe kadar râvinin rivayet ettiği hadisler) diyerek bir kalemde delil olmaktan çıkarır; tek delilin Kur’an olduğunu iddia eder. Ayrıca “Kaynak Kur’an’dır başka kaynak yoktur” dedikten sonra Kur’an’ın muhatap anlayışları-mukadder oluşları olan Hadis-İcma-ı Ümmet ve Kıyas’ı, seküler-din dışı ilan eder. Bu sapığa göre, Allah Resulü, sahabîler ve müçtehid imamlarımız (hâşâ) seküler-din dışı oluyor. Seküler-din dışılığa örnek olarak açıkça İmam-ı Gazali Hazretleri’nin ismini vermekten de çekinmez. Fakat nedense kendi mantığına göre, kendi söylediklerinin de seküler-din dışı olduğundan hiç bahsetmez. Bilakis İslâm adına ahkâm kesmeye devam eder. Halbuki gerçek mânâda din dışı olan sivil toplumcu Ali Bulamaç’tır... Aynı açık oturumda Ali Bulamaç, Üstadımızın “Merdudi” dediği mezhepsiz Mevdudi’yi de över. “Merdudi”nin cerh ve tadil meselelerini bildiğini ve hadisleri ayırdığından bahseder. Halbuki, şerh eden etmiş, tadil eden etmiş ve hadis ilmi müesseseleşmiş iken “Mevdudi” neyin cerh ve tadilini yapacak? Hadis alimleri, zamanında bütün bu meseleleri halletmiş ve mevzu kapanmış... Aslında bu sapıkların niyeti Hadis Müessesesi’ne saldırmak ve hadislerin üzerine şüphe atarak delil olmaktan çıkarmak, Hadisleri aradan çıkardıktan sonra da kendi akıllarıyla ve keyiflerine göre Kur’an’ı yorumlamaktır. Böylece müctehid taslaklığına soyunmak. Zaten bu sapıkların alayı müctehid taslağı. Kur’an’ı kendi aklıyla tefsir eden nefsanî tefsirci soyundan bunlar.

Şu husus da dikkat çekici. Ali Bulamaç’a göre, İmam-ı Gazali ve din büyükleri (sahabîler, tabiîn, mezhep imamlarımız) eleştiri konusu olabilirken “Merdudi” ise “Üstad” oluyor. Bu ve bunun gibi sapıkların niyeti belli; İbn-i Teymiyye, C. Afgani, M. Abduh, Reşit Rıza, Mevdudi vs. gibi din yıkıcılarına yol açmak.

Kur’an’dan başka vasıta kabul etmeyen Ali Bulamaç, aynı açık oturumda bir de şunu der; “Kur’an’da şablon yoktur”... Bir yanda muhatap anlayışları seküler-din dışı ilan edeceksin, diğer yandan da “Kur’an’da şablon yoktur” diyerek muhatap anlayışın zaruretini itiraf edeceksin. Bunların kuru akılcılığı bu kadar.

Sapık kolların, “zayıf hadis, kuvvetli hadis” tekerlemesiyle, zamanında bütün ölçülendirme ölçüleri tamamlanmış ve her noktası açıklığa kavuşturulmuş Hadis Müessesesine saldırarak bozuk itikadlara yol açmak istedikleri bilinmektedir. Böylece Hadis Müessesesi üzerinde tartışma açarak Vahye de taatsizliklerini göstermiş olurlar. Aslında vahyi de hadislerden öğreniyoruz; Peygamberin ve sahabîlerin bildirmesinden öğreniyoruz. Fakat bu kadar ileri gidemezler; Vahye inandıklarını söylerler. Vahyin mukadder oluşu Hadislere şüphe atanın “Vahyi kabul ediyorum, Allah’a inanıyorum” demesi bir mânâ ifade etmez. Böylelerinin hükmünü eserden gösterelim:

“Sahabî’nin reddi, Allah Sevgilisi’nin reddini getirir ve bu mukadder oluşun mukadder oluşu da Allah’ın reddini icab ettirir...” Allah’a Resulü’nün gösterdiği yoldan inanmak” davasının olmadığı bir yerdeki Allah inancı da İslâm’ın bildirdiği yani Allah’ın bizzat kendi bildirdiği ve kendini bildirdiği- Allah’a inanç değildir.
Kur’an’dan başka kaynak tanımayan ve aklıyla Kur’an’ı tefsire kalkan bu “kaynakçılar” “akılsız akılcılar”dır. Bunlar aklın yerini ve sınırını bilmedikleri gibi kendi akıllarını bile ileriye götüremezler. Bunlar bir akıl çilesi de çekmiş değillerdir. Bunlar imanda, aşkta, basiret ve ferasette, kalp gözünde, idrakte, usulde vs. nasipsiz oldukları gibi en iddialı oldukları akılda da fukaradırlar. “Akılsız akılcılar”dır. Bunun için bunların mezhebi de “Salaklar Mezhebi”dir.
 
“Müridine Bak Şeyhini Tanı...”
“Kur’an’dan yapacağız!..” tekerlemeleri biraz da kolay ve ucuzcu kafalara göre bir slogan. Genelde bunlar “Kur’an’dan yapacağız!” sözünün cazibesiyle yola çıkan, en ufak bir usûl, edep ve anlayıştan mahrum olan ve yaptıklarının nereye vardığının farkına varamayan ahmak tiplerdir. Ucuz ve kolaycılığın rağbet gördüğü bir ortamda bu ucuz akılcıların kolay prim yaptığını görmekteyiz. Şuurlu itikadsızlar ise bu ahmaklığı özellikle köpürtür ve istismar eder! Kurtuluş yolu-Sünnet ve Cemaat Ehli anlayışını bulandırmak için bunu özellikle yaparlar. Ölçülere nasıl bakılacağını gösteren muhatap anlayış (İBDA)nın kuşanılmadığı ortamlarda da itikadları zehirlemeleri ve dini ifsat etmeleri söz konusudur. Sahabîlerin mânâsının kavranması çok önemlidir.

“Mealci” ve İbn-i Teymiyye meftunlarının çıkardığı “Hak Söz” dergisinden bunların akılsızlıklarını gösteren bir misal. Eylül 95 sayısında şöyle deniliyor: “Eğer İslam’ın ne olduğu, nasıl kavranması gerektiği bu dinin sahibi olan Allah karar verme merciinde ise, neden Kur’an’ı başka kitaplardan öğreniyorduk?” (Hadis kitapları gürültüye gitti). Devam ediyor: “Yaşadığımız sorunlara ve zihinsel meselelerimize doğrudan Kur’an’dan çözümler aramalıydık. Ali Şeriati’nin içinden çıktığı kültürün olumsuzluklarını aşmaya başladığını dillendiren “Kur’an’a Bakış” adlı eserinde söylediği gibi, Kur’an’ı okurken mezhep, meşrep, mektep, sınıfsal bağlardan azade tümüyle güvenen , teslim olan bir öğrenci gibi olmalıydık.”

Allah Resulü’nü ve hadislerini devreden çıkararak, “doğrudan Kur’an’dan yapalım!” diyen bu sapıklar Şiilik mezhebinin bağlısı Ali Şeriati’nin eserini Kur’an’la aralarına koymakta herhangi bir çelişki görmüyorlar. Dört hak mezhebi iptal için “Doğrudan Kur’an’dan çözümler çıkarmaktan” bahsederken iş kendileri gibi sapıklara gelince birden değişiyor. Şii Ali Şeriati ve mezhepsiz Mevdudi ve Seyyid kutup Kur’an’la aralarına giriyor. Şöyle ki:

“Mevdudi’nin Dört Terim’i bizim Kur’an okumadan önceki ilk Kur’an çalışmamızdı. Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler’ini okumayanlarımız ayıplanırdı.”

Aynı paçavranın sayfalarında, İbn-i Teymiyye, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh için “Müslüman öncülerin ıslahatçı selefleri” diyerek Kur’an’la aralarına bu kişileri vasıta koymakta mahzur görmüyorlar. Ayrıca ahmak akıllarıyla anlamadıkları şu var ki, yazılarında savundukları görüşleri ile Kur’an’la okuyucu arasına kendileri girmiş oluyorlar. Yani aracı sokmama ilkelerini bizzat kendileri çiğnerler. Bunlar bu kadar ahmak!

Bu sapıklar, Kâinat’ın Efendisi’nin mutlak doğrular ifade eden sözlerine “beşerî düşünceler” ya da “beşerî doğrular” diyerek Kur’an’ın yanında hadisleri hafife alırlar. Bu, doğrudan doğruya Kur’an’ı hafife almaktır. Bunlar “Kur’an’dan yapacağız” diye diye Kur’an’ı çiğneyen cüce akıllılardır. Ellerinde Kur’an’la dolaşan Kur’an’ı da anlamayan harici soyudurlar.

Allah Resulü bir hadislerinde “Ashabıma kötü söz söyleyenlerin cenaze namazını kılmayın!” diye buyuruyor. Yine başka bir hadis: “Allah, bidat (sapık itikad) taşıyan kimsenin, namazını, orucunu, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, farzını ve nafilesini (hiç bir ibadetini) kabul etmez. Ve o kimse hamurdan kıl çıkar gibi İslâmiyet’ten çıkar.”

Sahabiler alemlere rahmet olarak Allah Sevgilisi’nin rahmetinin mukadder oluşudur. Demek ki sahabîleri red, Allah Resulü’nün rahmetinin reddidir ki, bu da büyük bir nasipsizliktir. Bu mühim noktayı ve İBDA’nın sığındığı rahmet sırrını eserden işaret edelim:

“Neticeyi mühürlüyoruz: Sahabîde tecelli eden rahmet sırrına nazaran, ona karşı red tavrı, rahmete sırt çevirmektir. Allah bizi böyle bir nasipsizlikten korusun!”

Şunu da belirtelim ki, sahabîlere dil uzatanların asıl maksadı Allah Resulü’dür. Nasıl ki büyüklüğü ve otoritesi kabul edilmiş bir zata laf söylemeye cesaret edemeyenler, o zatın yakınlarına ve yardımcılarına dil uzatmaya çalışırlar. Halbuki asıl niyetleri o zattır. “Müridine bak şeyhini tanı” esprisindeki gibi müridine laf söyleyerek şeyhine leke sürmek isterler. Bunlardan işi ileriye götürenlerin Allah Resulü’ne açıkça dil uzattıkları da görülmüştür. Bunun bir örneğini daha önce gösterdik. Zaten Allah Resulü’nün mânâsını göstermekten başka bir misyonu olmayana sahabîlere dil uzatanların bu tavırları  direkt Allah Sevgilisi’ne yöneliktir. Çünkü Allah Resulü’nün sahabileriyle tanıyoruz. İslâm büyüklerinin, güya Şeriat adına İslâm tasavvufunu reddeden ahmaklar hakkında eserden şu tesbiti bu sapıklara denk düşüyor: “Bazı insanlar, bazen mânâ ehlini tenkide kalkar ve “falan iş Şeriat’e muhaliftir” derler. BUNLARIN MAKSADI ŞERİAT DEĞİL, BELKİ ŞERİAT’E DÜŞMANLIK etmektir. Allah adamlarını onunla kırabilmek için, Şeriat’ı alet edinmişlerdir... Bunlar, işin başında ve sonunda, ilim ve Kur’an’ı sırf dünya için öğrenirler ve dünya için çalışırlar!”

Peygamber Kitabı’ndan bir hadis: “Allah bana ashab seçti ve onları bana arkadaş, hısım ve yardımcı kıldı. Benden sonra gelecekler arasında bunlara kötü söz söyleyenlere rastlarsanız, onlardan kız alıp vermeyin, onlarla beraber namaz kılmayın ve onların cenaze namazını da kılmayın.”

Ölçümüz şudur: Herhangi bir sahabîye dil uzatan doğrudan doğruya Allah Resulü’ne dil uzatmış hükmündedir. Allah Resulü’ne dil uzatanın ise hükmü açıktır. Ümmetin temel yapısı sahabîlere dil uzatanlar din yıkıcısıdırlar. Hele hele itikadların zehirlendiği günümüzde bu husus çok mühimdir. Çünkü “fitne kıtalden daha kötüdür.”
 
Kurtuluş Yolu
Kurtuluş Yolu-Sünnet ve Cemaat Ehli canlı bir vücut gibidir. Bu vücudun kalbi Allah Resulü’dür. Nasıl ki vücudun herhangi bir organına bir diken batarsa bütün vücut duyar. Kurtuluş Yolu’nun bir mensubuna (Sahabî, tabiîn, mezhep imamları, batın yolu büyükleri, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbanî, Necip Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu... vs.) dil uzatılırsa tamamına dil uzatılmış olur. Ölçü şu: “Dünyanın bir ucunda bir müminin ayağına diken batarsa diğer ucundaki mümin bunu hisseder.” Kurtuluş Yolu mensupları da böyledir. Zaten hisse hisse tabir edilse bile Allah’ın nuru bölünmez. Sahabîlerin birine söylenen kötü söz hepsine söylenmiş olduğu gibi, Allah Resulü’ne de söylenmiştir: “Küllî Ruh”, “Küllî Mânâ” ve Ruh-i Muhammed” hikmeti...

Kul plânında “Mutlak Mübdî” Allah’ın Sevgilisi’nin diğer peygamberlere üstün kılınan bir özelliği de “dil ve mânâ toplayıcılığı”dır. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri de O’nun ümmetinden bir “fert”in bu özelliğine nisbetini göstermektedir. “ifrat halde tecrit” sahibi hâkîm Salih Mirzabeyoğlu’nun bütün eserlerinde bu görülür. Âdeta bir vantuz gibi mânâları çeker ve İBDA’nın havanında toplar. Kendi diline aktarır. Bu onda “meleke” halindedir. Dil ve mânâların fatihi Salih Mirzabeyoğlu, sahabîlerin rolü ve mânâsını bize göstererek sapık kolların yolunu keser “mukadder oluş” ve “muhatap anlayış”ın zaruretine işaret eder.

İslâm’ın dört temel kaynağı: Vahiy, Hadis, İcma-ı Ümmet, Kıyas... Birbirine nisbetle mukadder oluşlar... İBDA ise, bütün bunları belirten “Şeriat”ın anlayışının mukadder oluşudur. Eserde de belirtildiği gibi, ıstılah-kavram anlamıyla “Şeriat, merkezden muhite doğru bütün mukadder oluşlarıyla “dinin heyet-i mecmuası”dır”. Demek ki, “mukadder oluş” ve “muhatap anlayış” şeriattır.

Hikmet ve ilim mütehassısı Salih Mirzabeyoğlu, kalemine yol gösteren sahabî ruhaniyeti ile, sahabîlere sevgisini gösterirken, sahabîlere dil uzatanları o çirkef tünellerinde boğar... İslam’ın bütün haşmetiyle görünmesini sağlar... Bu eseri ile sahabîlere sevgisini gösterirken, onların da nasıl sevileceğini gösterir... Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu, Üstadımızın vasiyeti olan,  “Allah’ın Kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin düşmanlarına ancak kubur farelerine denk muameleyi layık gören” İBDA gençliğini de yoğurur...

Allah Sevgilisi’nin, “Bu taifenin insanları hem Allah’ı severler, hem de Allah’ı sevdirmeye çalışırlar. Halka Allah’a itaat etmeyi emrederler. Halk Allah’a itaat edince de Allah onları sever” diye müjdelediği yoldadır İBDA... Muradı Allah’ın muradı olan taife...  Allah’ın muradı İslam’ın eşya ve hadiselere tatbiki (muhatap anlayış)dır. İBDA ise hem kendi Allah’a itaat eder, muhatap anlayışı yerine getirerek, hem de halka itaat etmeyi emreder. İBDA TİMSALİ Hazret-i Ömer gibi. Kılıç ve Kalem, şiddet ve adaletle...

Son söz: Allah’ın sevdiği sahabîlere dil uzatanlara ve bütün din yıkıcılarına Hakk’ın kılıcını çeken İBDA KURTULUŞ YOLU’dur. 
 
Akıncı Yolu, 7. Sayı. Kasım 1995
(Güncelleme Mayıs 2013)