Sahâbîlerin kahramanlık hikayelerini anlatmayanımız ya da dinlemeyenimiz yoktur. Fakat sahâbîlerin rolü ve mânâsını gerçekten biliyor muyuz? Sahâbîleri her müslüman biliyor, ama nasıl biliyor? Sahâbiler, muhakkak ki kahramanlıkta en üstünler; fakat onları bazı vasıflarıyla değil bütün vasıflarıyla yani "Topluluk Hakikati" ile idrak etmek zorundayız. Çünkü sahâbîler Allah Resûlünü yansıtan bir aynadır. Onları layıkıyla tanıyamamak Allah Resûlünü eksik tanımaya yol açar. Bu ise dine eksiklik izafe etmek demektir.
Asrımızdaki "İslama muhatap anlayışı" ı örgüleştirerek İslâmi ölçülere bakacak gözü temin eden ve böylece ölçüleri yerli yerine oturtan hakîm Salih Mirzabeyoğlu'nun "Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı" adlı eserini okuyunca sahâbileri layıkıyla bilmediğimi anladım. Layıkiyle değil belki de hiç bilmediğimi gördüm. Gerçek ilim ve tefekkür ehli Salih Mirzabeyoğlu, bu eseri vesilesiyle sahâbîlerin aslı manasıyla görünmesini sağlar. Bu eser bize şunu öğretir ki, sahabileri gerçek mânâsıyla bilmek dinin temel şartlarındandır; çünkü, sahâbisiz din olmaz... Sahâbîler, Allah Resülü etrafında sadece güzel bir figürden ibaret değildirler... Sahâbîler, "evliya menkıbeleri" tarzında algılanacak bir hayatı da temsil etmiyorlar. "Alemlere rahmet olan"ın sevgili sahâbîleri, kıyamete kadar olan hayatın örnek temsilcileridir. Yani, Sahâbîlersiz ne din anlaşılır, ne hayat, ne şu, ne bu...
Allah Resûlüne bağlanabilmenin usûl şartı sahâbîler... Bilindiği gibi, usûl olmadan esas olmaz... Sahâbiler bu kadar mühim. Yani Sahâbîlersiz din olmuyor. Olmadığı günümüzde de belli. Bilumum din yıkıcısı sapık kollar Sahâbilere dil uzatmaktadır. Yani bilumum din yıkıcılarının ortak saldırı hedefi, rolü ve mânâsının anlaşılmamasından istifade ile sahâbîlerdir.
Sahâbîlerin rolü ve mânâsı, mühimliği nisbetinde idrak edilebilmiş değil. Bu eser bize; Sahâbîlerin, tüm yoksulluklar ve işkencelere rağmen İslâmı kabul etmek kahramanlığını göstermekten başka bir mânâsı olmayan insanlar topluluğu olmadığını, bilakis düşünemediğimiz çok önemli bir rolleri olduğunu ihtar ediyor! Sahâbîleri hiç bilmiyormuşçasına yeni baştan öğrenmemiz gerektiğini hatırlatıyor... Yani, bizim kafamızdaki Sahâbîler ile eserde anlatılan sahâbiler çok farklı...
Sahâbîlersiz din olmaz; çünkü Kur'an ve hadislere ilk muhatap olan sahâbîlerdir.. Kur'an, Allah Rasûlü tarafından onlara bildirildi, Kur'anı tertip ve tespit eden onlar (Hazret-i Osman). Hadisleri de rivayet eden Sahâbîler... Ayrıca hepsi müctehid... Sahâbîler olmasa Allah Resülü bilinebilir miydi? Kur'an biline bilir miydi? Yani, Kur'an ve hadisi Sahâbîler vasıtasıyla biliyoruz.... Sahâbîlere şüphe beslemek velev ki herhangi birine, Kur'an'a şüphe beslemektir. Sahâbîler bu kadar mühim...
Şu önemli hususu tekrar ediyoruz: Sahâbînin hakikati bilinemediğinden "Sahâbi”yi yeni baştan öğrenmek zorundayız. Hem de hiç bilmiyormuşcasına...
Sahâbî: "Allah Resûlü’nü, Müslüman olarak, Resullüğüne inanmış bulunarak, bir kere gören, yahut O'nun tarafından bir kere görülen..." Fakat bu "görme" ve "görülme" nedir? Bu "görme" ve "görülme" de ne olmuştur ki, "Veliler içinde en büyüğü, Sahâbîler içinde en küçüğünün atının tozu bile olamaz" ölçüsü konmuştur?.. Sahâbîlerden sonra insanoğlunun en üstünü olan İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ölçüsüdür bu...
Allah'ın dinde "anlayış sahibi" kıldığı, hikmet mütehasısı-hakîm Salih Mirzabeyoğlu, Allah Resûlünün hakikatini gösteren "Hakikat- i Ferdiyye" adlı eserinden sonra, "Sahâbîlerin Rolü ve mânâsı" adlı eseriyle Sahâbîlere nasıl bakmamız gerektiğini gözler önüne serer. Öyle ki, hiç bilmiyormuşçasına Sahâbi vasfının okunması ve bu anlaşıldığı zaman ise sapık kolların çöküşü ve İslâmın haşmetiyle görünmesinin sözkonusu olduğunu önemle belirtir. Bizde bu eserden sahâbîyi tanımaya ve öğrenmeye çalışacağız:
"Sahabî ümmetin temel taşı ve temel yapısı..."
Sahâbî, kendi başına göre değil, Allah Resûlüne göre değerleniyor. Adeta, O'na bitişik... Esas-Usûl ilişkisi....
Sahâbîlere dil uzatan Allah Resulüne dil uzatır. "Sahâbilerin Rolü ve Mânası"ndan:
"Sahâbîlerin rolü ve mânâsını reddetmenin mukadder neticesi de, Allah Resülü'nün rolü ve mânâsının reddidir..."
Allah Resûlünün rolü ve manasının reddi ise Allah'ın reddidir. Çünkü Allah buyuruyor: "Allah'a itaat, Resûlüne itaatle mümkündür." Demek ki sahâbîlere dil uzatan Allah'a dil uzatmış olur.
Sahâbîye dil uzatanlara hiç bir fırsat ve aman verilmemeli. Çünkü bu durum din binasının yıkılmasına yol açar... Sahabîye söven dinimize söver.
"Bir sahâbî yi kabul etmemek dinden çıkarmaz" şeklindeki bazı hükümleri gayesi dışında kullanarak kendi sapıklıklarına âlet etmek isteyenlerin hükmünü hakîm Salih Mirzabeyoğlu şöyle verir:
"Peygamber halkasından herhangi birinin Sahâbîliğini inkar eden küfre varmaz; inkâr şekline göre küfre yakın bir dalâlete ve hüsran batağına saplanmış olur... Şu var ki, bu ifâde de, imânın şartlan "bahsine dair bir mânâ çıkmasın diye, bir tevil kaydırması vardır; bunun sebebi de sahâbî olup olmadığı tereddüte mucip durumların ihtimal kaydında bulunması ve kesinliğe zıt bu hâlden dolayı da umum için şart olamıyacağı... Yâni, Sahabiliği kesin olanı inkar etmek, Allah'a Resûlü'ne imanın mukadder oluşunu inkâr demektir ki, iş küfre varır..."
Şerî ölçüleri gayesinden saptırarak, sahâbîlere dil uzatma vesilesi yapan sapıkların yolunu, hikmet-ilim mütehasısı Salih Mirzabeyoğlu yukarıdaki hükümle keser: "Küfür..." Çünkü şeri ölçüdeki pay bu sapık-kâfirlere fitne saçma imkanı vermek için değildir... İBDA idraki bunu görür ve hükmünü basar. Şerî ölçüleri ruhuna uygun anlayan "anlayış mihrakı" İBDA, din suikastçilerine günümüzde gereken cevaplarını verir ve hıyanet ruhlarını deşifre eder. Öyle ki, İslâmın mukadder oluşu yani muhatap anlayışı İBDA olmasaydı bu sapıkların önüne set çekilemezdi... İBDA, bu itikad akreplerini imha eden ve İslâmın berraklaşmasını temin edendir. Böylece, sapıkların yol bulduğu geçitleri de kapatandır. Yine bu sapıklar, "hükmü kesin olmayan bir hadisi inkar küfre düşürmez." şeklindeki ifadeleri gayesinden saptırarak hadis müessesesini yıkmak isterler. Eserde böylelerinin de hükmü verilir:
"Burada işaret etmek istediğimiz birkaç ehemmiyetli nokta var ki, hadîsin hadis olduğunu bile bile inkârın, tıpkı sahâbînin sahâbî olduğunu bile bile inkâr etmek gibi, küfre yol vereceğini göstermeye yeter... Önce, Allah'ın "Kelam" sıfatı hatırlanarak, zatiyyeti itibariyle nur olan Kur'an'ın ne olduğu:
— "Kur'an aslında Allah'ın sıfatıdır ki, her yerde insanın hükmüne göre şekil ve suret alır ve buna nisbetle belirir!"
“Vahyin hem ilk muhatabı ve hem de ağzından döküldüğü zât, Allah'ın Sevgilisi değil mi? Ve Allah "Rahman" suresinde, "Allah Kur'an'ı ona öğretti" buyurmuyor mu?... Ve buradan çıkan mukadder neticenin, "Kur'an'ın tefsirini yine Allah'tan dinlemek gerektir" hükmü ve bunun mutlak karşılığının da Allah Resülü'nün hadisleri olduğu anlaşılmıyor mu?.. Ve yine Allah'ın birinci muhatabı Allah'ın Sevgilisi olmak üzere, "ruhu, dilediğinden kullarına ilka eder" âyetiyle buyurduğu Kur'an ruhu hikmeti ortadayken, hadis müessesesini veya bâtın yolunu veya her ikisini birden reddeden ahmakın, "ben Kur'an'ı aklımla tefsir ederim!" demesinin "küfür" demek oluşu anlaşılmıyor mu?"
Sahâbîyi ve hadisi aradan çıkaranların aslında Kur'an'ı da aradan çıkarmış oldukları, ondan sonra bunu anlamadan "Kur'an'dan yapacağız!" tekerlemelerine başvurmalarındaki ahmaklık da eserde gözler önüne serilir.
Sahabilerin ve onların "mukadder oluşlar"ın aslın parçaları olduğunu, ancak kök ve dal şeklindeki bir ayırıma gidilebileceğini ve asıl'dan ayrı bir şeymiş gibi sunulmasının mümkün olmadığını belirtelim... Birbirinden mukadder oluşlar halinde nur bütünü... Sahâbilerde de Allahın nur'u tecelli etmiştir... Sahâbîlerden birine dil uzatılırsa O nur zedelenmiş olur. Bu açıdan sahâbîler yekpare bir bütündür. Onlar, tek dâvâ ve tek istikamet üzerinedir. "Kurtuluş Yolu"nda birbirinden mukadder oluşlar halinde bir bütündür, bir nur yumağıdır.
Sahâbîler, Allah Resûlüne nisbetle "muhatap anlayış"ı tecelli ettiriyor. Sahâbîler, Kur'an, hadis ve sünnet'te bulunmayan meseleler hakkında içtihadda bulunurken "muhatap anlayış" tecelli ediyor... Eserden işaretlediğimiz bu husus aynı zamanda günümüzde de "muhatap anlayış" zaruretini gösteriyor:
"Demek oluyor ki, Allah Resülüne muhatap olan Sahâbî, "Kur'an, hadis ve sünnet" te bulunmayan meseleler hakkında içtihatte bulunurken, bu "muhatap anlayış"ı tecelli ettiriyor; bu "muhatap anlayış" tecelli ediyor. Bu husus, yani "muhatap anlayış" Allah Resûlüne doğrudan muhatap olan ve "Kurtuluş Yolu"nu temsil eden Sahâbîlerin ardından gelenler için bir "olması gereken"i ifade eder- ki, "Allah Resûlünün zamanında mezhep mi vardı? diyen ahmakların sapıklığını göstermesi bakımından mühim!.."
Hadisi, icma-ı ümmeti, ve dört hak mezhebi reddedenler mukadder oluş- muhatap anlayışı reddeder. Ve böylece Kur'an'ı Kerimin eşya ve hadiselere tatbikine karşı gelir. Çünkü Kur'an'ı Kerimin hayata tatbiki mukadder oluş-muhatap anlayışla olur.
Hadisler ve hadisleri kendinden öğrendiğimiz sahabiler olmadan ne Kur'an anlaşılır, zaten ortada ne de Kur'an olur.
"Topluluk Hakikati" mevzuu… Allah Resûlü'nün bir ismi de "Şari” = Şeriatı meydana koyan, teşri eden"dir. Allah Resûlü "Kurtuluş Yolu”nu belirtirken Sahâbîlerini de ilave buyuruyor. Bu hususu eserden işaretleyelim:
"Habercilerin en doğrucusu olan Allah Resûlünün, "Kurtuluş Fırkası" üzerinde işaret buyurdukları bir delil vardır.
— "Kurtuluş fırkasının kadrosu içindekiler şunlardır ki, TEK YOL üzerindedirler... Bende o yol üzerindeyim SAHÂBİLERİM DE O YOL ÜZERİNDEDİR..."
“Bir ismi de "Şari" olan Şeriat sahibinin "Kurtuluş Yolu" hakkında o yol üzerinde mukaddes varlıklarını bildirmeleri yeterken, buna bir de Sahâbîlerini ilave buyurmaları, kurtuluş yolunun KÜTLE ifadesiyle ancak Sahâbîlerin yolu olduğunu anlatmak istedikleri içindir... Allah bizzat "Resûle itaat Allah'a itaattir" buyurduğuna göre, Resulünün gerçek yolundan sapmak ve ona itaatsizlik, Allah yolundan dışarıya çıkmak ve Allah'a itaat etmemektir... Allah'a bağlanmayı Resûller Resûlü'ne bağlanmanın hilafı sananlar, yine Allah tarafından küfürle vasıflandırılmıştır... Resûller Resûlü'ne bağlılık iddia edip Sahâbîlere bağlanmakta tereddüt göstermekse, davaların en bâtılıdır. Zira - BÜYÜKLER BÜYÜĞÜNÜN YOLUNA NASIL DÜŞÜLECEĞİNİ en hâlis mikyasta temsilden başka hiçbir rolleri olmayan ve en sadık bağlılığın birer remzi bulunan Sahîbîlere muhalefet, netice bakımından Resûller Resûlüne muhalefetten başka bir şey değildir... Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
— "Sahâbîlerim gökteki yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız kurtulursunuz!"
"Sahâbîlerden herhangi birine dil uzatan kimse, dine suikast ve hıyanet ruhunun temsilcisidir!..." diyen hakîm Salih Mirzabeyoğlu, Sahâbîlerden bazısını yerip bazısını övenlerin Allah Resûlünün yolunu inkar edenler olduğunu şöyle ifade eder: "Sahâbîlerden bazısına bağlanmanın faydalı olması için, öbürlerine inkâr gözüyle bakmamak lâzımdır. Bazısı inkâr ve bazısı kabul edildikçe, yekpare bir bütün olan Sahâbîler çerçevesine uyulmuş ve onların tek dava ve istikamet üzerinde toplu bulundukları kabul edilmiş olmaz. Sahâbîlerin arasındaki ihtilaflar, hiç bir zaman adi nefs ve heva meselelerinden doğma bir şey olmayıp, esası mahfuz tutan bazı teferruat anlayışları üzerindeydi ve bir içtihat kıymeti temsil ediyordu. Bu inceliği kavramayıp da Sahâbîlerden bir veya bir kaçını tutmak için bir veya birkaçını batırmak; belki bir veya birkaçını batırmak için bir veya birkaçını tutmak, doğrudan doğruya Sahâbîler bütününü zedelemektedir ki, bu yol sonunda Büyükler Büyüğünün yolunu inkâra kadar varmaya mahkûmdur."
Nasıl ki, bala damlatılan bir damla necis, bütün balı kirletirse, bir sahâbîye pislik sıçratan da bütün Sahâbîleri lekelemiş olur. Böylelerinin ise dini kalmaz. Sahabiler mevzuu bu kadar mühimdir.
Sahâbîler, Peygamber halkasıdır. Halkadan birini çıkaran halkayı dağıtır. Bu da dinin yıkılmasına yol açar... "Sahâbîler... Fertlerin toplamında, yani "cemaat" halinde görünen "topluluk hakikati" ile tek tek fertlerde görünen "topluluk hakikatinin" kucaklaştığı bir nur yumağıdır!..."'
Hazreti Ali ile Muaviye arasındaki içtihat farkından doğan ihtilafı bahane edip Peygamberin vahiy kâtibi olan sevgili sahâbîsi Hazreti Muaviye (R.A.) söven din suikastçılarına cevap:
"Böyleyken ortaya bir Muaviye meselesi çıkarıp bu Sahâbîye ağız dolusu söven, lânet okuyan, sonra da müslümanlık taslayan ve tesellisini Hazret-i Ali'den yana olmakta bulan bedbahtlara ne demeli?
Bunlar, hiç bir inceliğe, sır idrakına ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resûlünün bu kadar açık ve aydınlık emri altında, Muaviye kini güdenleri bizzat Kainatın Efendisi ve O'nun sevgili ruh ve madde varisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, gûya Peygamber Evini ve Neslini koruma gayretleriyle atıp tutan küffar... Bilmezler ki, kalplerindeki "suret-i hak” perdesini idare eden bizzat şeytandır... Sahâbî meselesinin en nâzik miyarı olan bu mevzuda ölçü şudur:
— "Hazret-i Ali mi haklı, Muaviye mi?"
-"Hazret-i Ali mutlaka haklı..."
— "Ya Muaviye?"
— "O da haksız değil... Bütün fark bu kadar..."
— "Bu nasıl ölçü?... Hem biri kat'iyyen haklı, hem de öbürü haksız değil?"
— "Çünkü bir Sahâbîye haksız diyemeyeceğimiz için ancak bu hadde kadar uzanabiliriz. Aralarında ihtilaf, sadece içtihad farkından ibaret... Böyle olunca, birinci plânda bulunan tam haklı, İkincisi de haksız değil olur. Çırılçıplak ve yırtıcı haksızlık, asıl, sahâbîlerin en büyüklerinden birine da yanarak öbürünün sahâbilik vasfını unutmaktır... İşte sır idrakini örseleyici kabalık!..".
Bu alıntıdan sonra Hazret-i Muaviye hakkında bir hadis: "Yarabbi: O'na (Hz. Muaviye) ilim ihsan et ve onu hidayet rehberi ve mehdi kıl. Ve onun sebebiyle hidayet ver."
Ve Sahâbilere dil uzatanın korkunç ve dehşetli hükmü:
"Allah Resülü, "ben her günaha şefaat ederim de ille sahâbilerime dil uzatana etmem" buyuruyor... İşi muhal çapında imkânsız ve dehşetli bir misalle çerçevelersek:
— "Kâbe duvarında anasıyla zina eden bir adam bile şefaatin ihtimâl kaydından zâti bahisle düşürülmemişken, Sahâbilere dil uzatan katiyyetle şefaatten mahrumdur!'
Varın kimlerin nereden zift kuyusuna yuvarlandıklarını kıyas edin."
Sahâbîler, şeriat bütününü temsil ederler, sahâbîsiz şeriat olmaz. Hazret-i Ali ile Hazret-i Muaviye arasında içtihad farklılığından doğan ihtilafı bahane edip Hazret-i Muaviye'ye dil uzatanlar Sahâbîlerin yarısına dil uzatmış olurlar. Çünkü Sahâbîlerin yarısı Hazret-i Muaviye safındaydı. Kur'an ve hadisi bize ulaştıran onlardır. Sahâbîlerin yarısına söven dinin yarısına yıkar. Halbuki din bütündür, parçalanmaz, din bütününden zerrece taviz verilmez. Demek ki, değil yarısına, Sahâbîlerden bir tekine dahi dil uzatanın dini gider. Çünkü kendisinden kıl kadar feda edilirse tamamı giden bir şey varsa o da Şeriattır.
Sahâbîye düşmanlık edenin Allah'a düşmanlık etmiş olduğunu gösteren Allah Resûlünün bir hadisi:
"Sahâbîlerini mevzuunda daima Allah'tan hazer edin. Onları sevenler beni sevenlerdir. Onlara düşmanlık duyanlar bana ezâ ederler. Bana ezâ etmekse Allah'a ezâ etmeye kalkışmaktır; ve Allah'ın azap eli böylelerini yakar."
Sahâbîleri öven Kur'an ayetleri onların adaleti hakkında da açık bir nas teşkil eder. Böyle bir Kur'an nass'ı mevcut olduktan sonra Sahâbîlere sövenin hükmü de açıkça görülür. Kur'an ayetleri yanında Sahâbînin faziletine şehadet eden bir birçok sahih hadis de vardır.
Din yıkıcısı reformist ve mezhepsizlerin sahabilere ve Hadislere dil uzattığını fitne ve fesadlarına oralardan tünel açmak istediklerini belirtmiştik. Şunu da ilave edelim ki, Şiiler de Hadislerin %90’ına itiraz ederler ve sahabilerin çoğuna dil uzatırlar, en büyük sahabi olan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i gasıp olarak vasfederler. Hadislerin %90’ını reddedenlerle ortak bir dinimiz olamayacağı açıktır.
Sahabilerin Rolü ve Manası isimli eserin alt başlığı "Peygamber Halkası"... Üstadın bu isimdeki eserine eşlik ediyor... Üstad "nasıl"ını gösterirken, Kumandan "niçin"ini izah ediyor. Kumandanın "Sahabîlerin Rolü ve Mânâsı" adlı eseri, Üstadın "Peygamber Halkası" adlı eserini nasıl anlamamıza dair ölçüler veriyor. Kumandan, Üstadın "Peygamber Halkasına" hangi gözle bakmamızı temin ediyor. Zaten İBDA, Büyük Doğu'nun anahtarıdır. Anahtar olmadan kilit açılmaz.
Eserin son levhası olan "Peygamberin Kitabından" bahsinde bir hadis meali var. Müslüman geçinen itikadsızların yaygın olduğu günümüze ışık tutan şu Peygamber sözünü buraya alıyoruz: "Adamın itikadını anlamadan, müslümanlığı hoşunuza gidip karar vermeyin."
Akıncı Yolu 7. Sayı
1 Kasım 1995