Batı, emperyalizminin eşkıyalığını dünyaya BM aracılığıyla hâkim kılıp “modern-çağdaş kölelik düzeni” olan “demokrasi”yi kullanarak yeryüzünü hile ve metazoriyle sömürmektedir. Bunu normal gösterebilmek, daha doğrusu insanları aldatmak için ise, önce toplumu kitleselleştirmekte, sonra da aptallaştırıp narkotize etmektedir. İnsanlara “yanlış bilinç” aşılayarak, toplumu “telegram toplumu” haline getirmektedir.

Bu aldatmacayı gören ve sistemi çözen çok az sayıdaki insana da, başta fizikî olmak üzere çeşitli işkenceler uygulayarak, boyun eğen, edilgen insanlar haline getirmek suretiyle yollarına devam ediyorlardı. Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’na da fizikî işkence ve insanlık tarihinin en soysuz uygulaması olan “telegram” işkencesi yaparak teslim alacaklarını sandılar; boyun eğeceğini zannederek yanıldılar. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu büyük bir kahraman olarak direndi, onlara teslim olmadı. Çünkü arkasında Allah dostları vardı.

Telegram işkencesini yapan “gladyo”nun köpekleri, Kumandan’ı teslim alamayacaklarını anlayınca, o mübarek, büyük insanı şehid ettiler. Vefat etmeden önce bir arkadaşımıza telefon açarak sözlerini kayda almasını istiyor ve telegramcıların kendisini öldüreceklerini söylüyor. Kısa bir zaman sonra tansiyonuyla oynuyorlar, onu şehid ediyorlar.

Bütün emperyalist ülkelerin yanıldığı bir şey var; o da Kumandan’ın, onların insanları insan olmaktan çıkararak, köleleştirip yönettikleri, insan fıtratına aykırı “demokrasi”lerine karşı insanın insanca yaşayacağı, özgürleştirilmiş, yaşanmaya değer, aldatmayan, yabancılaştırmayan “yeni bir dünya düzeni” modelini kurarak, sonlarını hazırlayarak şehid olduğu.

İslâm’ın dünya görüşü olan “Başyücelik Devleti” kurulacak, İslâm ve insan düşmanı olan telegramcı katillerden Kumandan’ın hesabını sorulacaktır. Bütün dünyada emperyalizmin sonunu getirecektir. Batılı emperyalistlerin tekerine çomak sokan Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, çağlarının egemen anlayışlarını aşabilen, kendi zamanlarının bilim anlayışındaki geçerli paradigmaların “gerçekliği açıklamakta” insan zihnine engel olmaya başladığını görerek, yeni paradigmalar etrafında kapsamlı yeni açıklamalar getirebilen kişi. Sanatta, insanın hayata ve insanî ilişkilerine yeni bir gözle bakabilmesini kolaylaştıran, yeni anlatımların öncülüğünü yapabilen kişi. Belirli bir toplumun içinde yaşarken onun “harcıâlem” değer ve normlarına karşı eleştirel bir tutum takınabilen kişi.

Belirli bir toplum biçiminin yaşama üslubuna ve bu belirli toplumun insanî ilişkileri sisteminin gereklerine göre işletilen toplumsallaştırmasına (sosyalizasyonuna) eleştirici bir tutumla bakabildiği için o toplumun değer ve normlarına karşı çıkan ve o toplumla uyuşmayan kişi.

Son çağların en büyük devrimcisi. İslâm’a nisbetle dünya görüşü olan “Başyücelik Devleti” modeliyle “yeni bir dünya düzeni” teklif eden Kumandanımız “demokrasi” için şunları söylüyor:

“Demokrasi teranelerinin ortalığı kapladığı, halkın halk tarafından idaresinden veya hakimiyetin milletin olduğundan en çok bahsedildiği bir devrin insanıyız. Oysa halkın halk tarafından idaresi ve milletin hakimiyetinden bahsetmek boş bir gevezeliktir; kavramı, mânâsının katiyetiyle ele alırsak, hakikî demokrasi hiçbir zaman mevcut olmadığı gibi, bundan sonra da olmayacaktır. Çok sayıdakilerin, az sayıdakileri idaresi tabii nizama aykırı olduğu gibi, işin garibi, daha çok idare etmeye talip olanlar tarafından ileri sürülen demokratik talepler, onlar iktidara gelince de, idare edenlere mahsus imtiyazlarla zırhlanarak istenmez olur. Ve tabii ki “kanun önünde eşitlik ilkesi” de her zaman idare edenler lehine bozulan bir ibredir.”
Yine büyük mütefekkirin tesbiti:

“Bugün hukukla vakıa, metinle ruh, mevzuatla tatbikat arasındaki fark gittikçe genişlemektedir; dünyada mevcut birçok anayasa tamamen göstermeliktir ve tarif ettikleri rejimin memlekette olanla hiç bir alakası yoktur... Anayasa adeta mevcut rejimi gizleyen bir paravana vazifesi görür!..”

Çağdaş-modern köleliğin saklanmış hali olan düzenlerini kabul ettirmek için bizim bilincimizle oynuyorlar. Gerçeği anlamamıza engel oluyorlar. Bize gerçek dünyayı değil de kendilerinin göstermek istedikleri, reel olmayan yalan bir dünyayı “gerçeklik” diye sunmaktadırlar. Ve bizi bu dünyanın değiştirilemeyeceğine şartlandırıyorlar.

Toplumsal yaşamımızda, haksızlığa, adaletsizliğe, zulme başkaldırının ölçülerine göre yaşadığımız hayattan koptuktan sonra bilincimizi değiştirmeye başladılar. Ardından da dışarıdan toplu tüketim alışkanlığı pompalanarak insanlar, insan olmaktan çıkarılıp tüketim makinesine dönüştürüldüler.

İnsan, kendi dış gerçekliğini, özgür ve kendi toplumsal konumuna göre geliştirdiği algılamalarına göre değil de, kendisinin dışında hazır bulduğu, verili dış gerçekliği benimsetmeye yönelik yanlış/çarpıtılmış algılamalarla idrak etmesinden kaynaklanan bilinç biçimi… İnsanın doğumuyla hazır bulduğu verili toplumdaki toplumsallaşma sürecine göre kazandığı bilinçlilik biçimi. Verili toplumu nesnel bir olgu gibi kabul ettiren, değişmez ve değişmesine de gerek olmayan tek gerçeği dış gerçeklik biçimi olarak algılamayı dayatan bilinçlilik biçimi. Bu çarpık bilinçlilik biçiminin oluşumunun toplum yaşamında benimsenmesinin nedeni ise, çeşitli boyutlariyle ele alınması gereken tam bir yabancılaşma olgusudur. Bu olgu ise bazı insanların daha çok denetleyici konumunda, bazı insanların ise daha çok denetlenen konumunda bulunmasıyla kültürel ve toplumsal yaşama etkin ya da edilgen katılma biçimleriyle intikal eden kesimlerden olması ile ilgili bir olgudur. Bu yanlış bilinç, toplumu narkotize edip gerçeklerin anlaşılmasından uzak tuttuğu için bugün toplam milli gelirin yüzde 86’sı Türkiye nüfusunun yüzde yarımı tarafından kullanılmaktadır. Geriye kalan yüzde 14’ü ise nüfusun yüzde 99,5’i tarafından kullanılmaktadır. Dünya eşkıyalık teşkilatına dönüşen Batı emperyalizmi, diğer ülkeleri sömürmek için şapşallaştırıp uyutmak amacıyla “demokrasi”yi kullanmaktadır.

Daha önce yukarıda belirtilen etmenler ise yabancılaşma olgusunun oluşumunu belirleyen etmenler değil. Kendisi somut bir olgu olan yabancılaşmanın hissedilmesinin derecesini belirleyen etmenlerdir. Zihinsel emek ve bedensel emek ayrımı ile kırsal kesimde yaşamak ve kentlerde yaşayanlardan olmak da toplumsal üretim sürecine olduğu kadar, toplumsal yaşama da etkin ya da edilgen katılma biçimlerinde katılmamızı belirleyen nedenlerdir.

Modern toplumlarda yanlış bilincin yaygınlaşmasındaki etkenler ise kapitalizmin sanayi kapitalizmi aşamasına varmasından sonra mutlak yoksullaştırma yerine, göreli yoksullaştırma olgusunun başlamasıdır. Bu sayede tüketimin demokratize edilmesi, kendisi geliştikçe insanların insanî değerler açısından gelişmesine karşıtlık duymaya başlayan toplumsal sistem içinde tüketimin yitirilen insanî değerleri telafi edici aldanıma dönüşerek bir tüketim ideolojisine dönüşmesidir. Modern toplumlardaki insan ve insanî ilişkilerini anonim kimlikli kişiler arası ilişkiler görünümü kazanması, bunun sayesinde reel konumundan doyum bulamayan insanların görünümlerini düzenleyerek (üst sınıf ve tabakalardan kişiler gibi giyinerek-konuşarak onların yaşam biçimlerine özenerek) asılsız kimlik ve statüler edinebilmeleri (ya da görünümün fetişleştirilmesi) ve kitle kültürü olgusu içinde eğlence ve bilinç endüstrisinin büyük ölçüde biçimlendirip belirleyebildiği kültürel beğenidir. Düşünce olarak kalıplandırma ve yaşama üslubu aracılığıyla işlerliğe kavuşturulan hegemonik ideolojinin kitle toplumu, insanların da yeniden üretiminde yer aldıkları süreçler içinde üretilmesi, yeniden üretilmesi ve tüketilmesidir.

Bize ihtiyaçmış gibi yansıtılmaya çalışılan şeylerin en önemli yanı; bunların benimsetilmesinde en etkin yolun, bu tür gereksinimlere açılmamızı sağlayacak yapay değerlere dayanan bir yaşama üslubunun benimsenmiş oluşudur. Başka bir önemli yanı da, bu tür gereksinimler bir kez benimsenince, bunlara alışan kişinin yapay ihtiyaçlara rasyonellik kazandıran yaşama üslubuna karşı eleştirel bir tavır takınmasını güçleştirmekte oluşudur.

Gerçekte o zamana kadar bir ihtiyaç duymadığımız şeylere karşı bizim dışımızda düzenlenen yeni gereksinim doğurucu uyarılara yanıt olarak ve o uyarı ile karşılaştıktan sonra günümüzün toplumlarında insanın gereksinimlerinden çoğu bu niteliktedir. İnsanın kendinden, kendi ölçülerine, kendi anlayışına bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçları azalmaktadır. Bunun yerine “tüketim ideolojisi”nin yaygın olduğu bir topluma geçildikçe insanlar endüstrinin belirlediği gereksinimlere sahip olmaya başlamaktadırlar.
İnsanın, kendi potansiyellerini sınırsızca gerçekleştirilebilmiş insan durumuna erişmesinin yalnızca maddî üretkenlik artışıyla sağlanamayacağı bir bedahettir. Bunun için değerlere ilişkin tüketim biçiminin ve bunun temelindeki “ihtiyaçlar ideolojisi”nin de değiştirilmesi gerekmektedir.

Baran Dergisi 635. Sayı