Nisan ayında İstanbul lâlelerle süsleniyor; İstanbul’a yakışıyor da.
İslâm yazısıyla Allah’ı sembolize eden ve İslâm sanatlarına ilham kaynağı olan “lâle” ile bizi tekrar tanıştıran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş oldu. Lâle, o kadar unutulmuş ki, bizden Hollanda’ya gitmiş olmasına rağmen anavatanı Hollanda zannediliyordu.
Şu hususu vurgulayalım:
“Lâle Devri” başka lâle çiçeği başka; safahat devrinden bahsetmiyorum, lâle bitkisinden bahsediyorum ve İstanbul’un lâle ile süslenmesinin ve “lâle evine dönüyor” çalışmasının yanlış olmadığını savunuyorum.
Fakir fukaranın hakkının da lâleye karşı gelerek aranmayacağını ve arada pek bir ilginin olmadığını söylüyorum. “Bu lâlelere ne gerek vardı?” demeyi de ucuz muhalefet ve estetik kültürden yoksunluk olarak görüyorum.
Belediye harcamaları eleştirilebilir. Fakat şu husus da bilinsin ki, lâlelere harcanan para belediyenin bir müdürlüğü olan Park ve Bahçe Müdürlüğü’nün bütçesinin sadece yüzde1.2’ sine denk geliyor (2.7 Milyon YTL) ve birçok insana işgücü açıldığı gibi dünyaya satışı da yapılarak ekonomik getiri sağlanıyor. “Bu lâlelere ne gerek vardı?” diyerek ekonomik gerekçeyi bahane eden çiçek ve lâle sevmezlere duyurulur. Yani, lâlelere karşı gelerek ucuz muhalefet ve devrimcilik yapmaya gerek yok. Sistem üzerinden gitmeli ve gerekçesiyle, yerine ne getireceğimizle müşahhasa inerek konuşmalı.
İşi öğrenme zahmetine katlanmadan toptancılık ve bol keseden yapılan muhalefetten kolay olanıdır; köy kahvesi seviyesine yakışanıdır. Entelektüel ve devrimci duruşa yakışanı değildir.
Genç ve orta yaş nüfusun elektronik hastası olduğu bu devirde, lâleleri seyretmenin bir kültür işi olduğunu belirtelim. Bilhassa genç nüfusun teknoloji hastalığını, teknoloji marketleriyle yabancılar keşfetti ve Türkiye en hızlı büyüyen teknoloji tüketicisi oldu. Lâleler mevzuunda ekonomiden bahsedenlerin asıl bu hususlara dikkat etmeleri gerekir, lâlelere harcanan paralara değil.
Küresel sermayeye nasıl peşkeş çekildiğimizi, kapitalist sermayenin piyasayı nasıl silip süpürdüğünü, Japonya’da olmayan sayıda büyük zenginlerin Türkiye’de olduğunu, üreticide 0,5 YTL olan havucun İstanbul halinde 1,5 YTL manavda ise 2,5 YTL olmasını, devletin enflasyonu ile halkın enflasyonunun farklı olmasını, borçla sağlanan büyümenin kime yaradığının, Batılı hayat tarzının mekanik insanı yarattığını ve kanseri artırırken bizim hâlâ onlara özenti içinde olmamızı hâlâ yüksek değerlerin kaynağını batı zannetmemizi ve batı kültürünü pohpohlayan medya ile Batıcı İslâmcı(!) AKP’nin kültürümüze ve kimliğimize yaptığı düşmanlıkları konuşmalıyız.
Yazımızın bu bölümünde lâleler vesilesiyle soruyoruz: Hangisi israf?
Bir arkadaş eleştiriyor.
-Bu lâleler israf değil mi? Korularda bile var?
Cevap veriyorum:
-İsraf değil. Koruda olmayacak da nerede olacak?
Ben soruyorum:
-Lâle, bizim kültürümüzde neyi sembolize ediyor? Ve sanatçılarımız niye bol bol lale çizmişler?
-…………
Yine soruyorum:
-Lâle’nin anavatanını biliyor musun?
“Lâle Devri” diye eleştiriyor ve Hollanda’yı işaretliyor.
“Lâle Devri”ndeki (ki bu isim sonradan Yahya Kemal Beyatlı tarafından konmuştur) sefahatın eleştirilebileceğini fakat lalenin bir suçunun olmadığını ve “İstanbul’ da lâle zamanı” Büyükşehir Belediyesinin güzel bir etkinliği olduğunu belirtiyorum.
Harcanan para da kişi başına vurulduğu zaman çok cüzî, ayrıca bu para hortum da değil, yani işçilik vs. ile yine halka dönüyor. Ortada bence israf yok! Asıl eleştirdiğim konu laleye bakacak zamanımız olmaması, modern hayat tarzının bir argümanı, bir aleti, bir robotu olmamız, bir koşturmaca içinde hayatımızı tüketmemiz. Tabiî iş lalede bitmiyor, bu vesileyle bazı şeyler söylemek ve sormak istiyorum:
Modern hayat tarzında evi-işi-dişi arasında sıkışmış hayatımız israf değil mi?
Hayat koşturmacası diye ömrümüzü tüketiyoruz bu israf değil mi?
Yediklerimizin yarısını yemesek de hayatımızı idame ettirebiliriz? Bu yediklerimiz israf değil mi?
Hormonla yiyecekler de bu tüketim fazlalığından ileri geliyor. Hem kendimize hem de ihtiyaç sahiplerine yazık değil mi? Zarar üstüne zarar.
Evimizdeki mobilyaların yarısı israf değil mi?
Vaktimizi değerlendirmenin değil de keyifle geçirmenin hesaplarını yaparak müthiş zaman israfı içinde değil miyiz?
Televizyon karşısında ya da internet karşısında anlamsız takılmalarımız israf değil mi?
Faydalı zor varken faydasız kolaya sapmamız israf değil mi?
Nefeslenme paylarımızı ve dinlencelerimizi iyi ayarlamamamız israf değil mi?
Yüzme, atıcılık, binicilik vs. faydalı sporlardan düzenli yapmamamız beden ve ruh israfı değil mi?
Başımızı kaldırıp gök kubbeye bakmamamız, seyretmememiz, yıldız ve gezegenler hakkında bilgimiz olmaması israf değil mi?
Yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilmememiz israf değil mi?
Beden disiplinine sahip olmamamız israf değil mi?
Ruh disiplinine sahip olmamamız en büyük israf değil mi?



Baran Dergisi 64. Sayı