“Medyanın Siyasete Etkisi” başlıklı yazıda medyanın tarihçesinden bahsetmiştik. Bunun ışığında, gelişen teknoloji ile birlikte (teknolojiyle doğru orantılı olarak) medyanın siyaset üzerindeki etkisinin de arttığını, günlük siyasetin ötesinde insanlara medya aracı kullanılarak bir “fikir empoze etme” operasyonu yapıldığını söyleyip medyanın siyaset üzerine etki ettiğini birkaç misal vererek, gözler önüne sermeye çalışmıştık. Yazımızın sonunda ise “emperyalizmin en büyük silahı” olan medya üzerine yazılarımızın devam edeceğini söylemiştik.
Bu haftaki yazımızda “fikir empoze etme” operasyonlarının ne kadar tehlikeli boyutlarda olduğunu ve insanların ister istemez bu fikirleri nasıl benimseme yolunda ilerlediklerini irdeleyeceğiz.
Medya araçlarının insanlar ve onların fikirleri üzerinde sahip olduğu etkinin boyutlarını hesaplamak tabiî ki mümkün değildir; hattâ şahsi kanaatime göre, bazı şeyleri araştırıp öğrendikten sonra, korkunç boyutta olduğunu da belirtebilirim. “Nükleer bombadan daha güçlü silah: Medya…”
Neden Nükleer bombadan daha güçlü bir silahtır? Bomba ile insanları öldürür: yok edersiniz; fakat sizin gücünüz sabittir ve yerinde kalacaktır. Oysa medya yolu ile insanlara yön verme kabiliyetine sahip olursunuz. Fikirlerinizi aşılayıp onları kendi safınıza çeker ve yeni takviye olarak sayılabilecek şekilde insanların sizin safınıza geçmesi ile birlikte gücünüze güç katmış olursunuz.
Medyanın etkisi açısından her zaman işin görünen yüzü; yani gazete manşetlerinde, yazılarda, televizyon ve radyo haberlerinde, tartışmalarda ve nice envanterde fikir değiştirme, empoze etme yönü tartışılmaktadır. Bu tartışmalar yaşanırken gözden kaçırılan bir şey var; her zaman görünenden 3 kat daha büyük olan “ iceberg (buzdağı)”in görünmeyen yüzü: Medyada görünenin dışında uygulanan zihinleri ve fikirleri kontrol etme ve ele geçirme harekâtı…
Medyacılık faaliyetlerinin ilk olarak basın yayın ile başladığını ardından radyo ve televizyon ile de etkisinin genişlediğini önceki yazımızda belirtmiştik; fakat teknolojinin gelişimi bu kadarla sınırlı değildir. Her ne kadar yeni bir icat yapılmamış ve faaliyetlerin en üst noktası radyo, televizyon ve internetmiş gibi gözükse de, harekât görüldüğü manada bunlarla sınırlı değildir!
İnsan kulağı sesin şiddetine ve frekans aralığına bağlı olarak her sesi işitemez; fakat insan beyni kulağın işitemediği sesleri algılayabilecek ve bunu bilinçaltına yerleştirebilecek bir kapasiteye sahiptir. Sesin şiddeti logaritmik bir orana bağlı olan “desibel” ile ölçülür. İnsan kulağı en az 1 desibel en yüksek 180 desibellik sesleri işitebilir. Karıncanın ayak sesi gibi çok düşük desibeldeki sesleri işitemezken, fırlatılan bir roketin kalkış anında çıkardığı ses tekabül eden 180 desibel de üst işitme seviyesidir. Asıl mesele ise frekans olayındadır. Frekans titreşim sayısını ifade eder ve birimi “hertz”dir. Yani hertz sesin bir saniyedeki titreşim sayısıdır. İnsan kulağı 20-20.000 hertz aralığındaki frekansta bulunan sesleri işitebilir. Bu aralık dışımdaki sesleri işitemez ama, bu sesler insanın bilinçaltındaki yerini alır. Tıpkı uykudayken birisinin size bir şey söylemesi ve onun sizin bilinçaltınıza yerleşip gerçekte söylenmiş olan o şeyi rüya olarak hatırlamanız misâli gibi…
Şimdi gelelim bu ses olaylarının medyacılık ile olan bağlantısına: Basın-yayın ile insanlara ulaşılmıştır, fikirler anlatılabilmiş veya eylemler çeşitli manipülasyonlarla dönüşüme uğratılarak halkların düşüncelerinin değişmesine sebep olunabilinmiş, kaba tabiriyle insanlar kandırılabilmiştir; fakat insanlara doğrudan bir veya birkaç şahıs tarafından anlatılan fikirleri veya mesajları, insanların kabul etme ihtimalleri olduğu gibi, reddetme ihtimalleri de vardır. Bu her zaman da olmuştur ve aşılanmak istenen bu fikirleri reddedenler mutlaka vardır. Bu durumun önüne geçmenin yolu ise insanlara bir şeyleri anlatırken, reddetme ihtimalini ortadan kaldırmak için, reddedemeyeceği türden bir anlatım tekniği kullanmak; insanları gizlice zehirlemektir. Çünkü insan her zaman farkında olamadığı tehlikeye karşı daha korumasızdır; arkadan farkında olmadan gelen bir darbe insanı afallatabilirken, önden geldiğinde görüldüğü için insan doğal olarak ona karşı kendisini korur ve bu olay da buna benzemektedir. Peki bu yol-teknik ne olmalıdır? İnsan psikolojisi ve organizması analiz edilip bu soruya bir cevap arandığında, bu yolun fikirleri insanın bilinçaltına gizlice yerleştirmek olduğu mutlaka ulaşılacak cevaptır.
İşte tam da bu noktada radyo yayıncılığında bunun mümkün olduğunun farkına varılmaktadır. Dijital cihazlarla insan kulağının duyamadığı; ancak bilinçaltına yerleşebilecek olan frekansta sesler üretmek mümkündür. Bunun tartışmalarına ve yapıldığına dair yazılara, belli başlı bulgulara da rastlıyoruz: Radyolarda insan kulağının duyamadığı 20 hertzin altında bir frekans aralığında dijital yapım sesler kullanıldığı tartışılmaktadır ve çok da zor olmayan bu tekniğin kullanılabilmesinin önünde hiçbir engel olmaması, kullanıldığı yönünde büyük bir delil teşkil etmektedir.
Peki, insan nereden geldiğinin farkında olmadığı ve bilinçaltına yerleşen bu mesajı yorumlayabilir mi, yorumlayabilirse nasıl yorumlar? Nereden geldiğini bilmediği için sadece o ses onu psikolojik olarak mesajı vermek istediği yöne doğru çeker. O mesajla ilgili bir durum ile karşılaştığında, insanın tavrı etkilenmez mi? Elbette etkilenir ve önceden bilinçaltında yer edinen sesin kendisine söylediği yönde hareket edeceği açık ve net ortada… Böylece insanlar kolaylıkla kendi safına çekilmiş olur ve kolaylıkla yönlendirilebilir. Ortada ne kan, ne de bomba var; sadece psikolojik bir harekât!..
Bu tarz gizli mesajlarla ne zamandır topyekün insanlığın manipüle edildiğini tam olarak bilmek mümkün değildir. Ama şunu bilebiliriz: Tüm insanlık gizli ve karanlık bir tehlikeyle karşı karşıya!