Siyaset bilimi, sosyal bilimler kategorisinden bir bilim dalı olarak kabul edilmektedir. Kimilerine göre toplumu yönetme sanatı olan siyaset; kimilerine göre ise bir ikna sanatıdır. Fakat tüm bunların dışında siyaset asla ve asla vasat bir şekilde; tek başına düşünülemeyecek olan, iktisat ve hukukla hep bir iç içelik durumu içeren içtimaî ilimdir.
Siyasete yön veren bazı faktörler de mevcuttur. Medya da bunlardan birisi; hatta belki de en önemlisidir. Medya yığınlara bir fikri aşılamanın ve bir düşünceye aşina olmalarını sağlamanın en etkili yoludur. Toplumun düşünce çerçevesini belirleyerek, etkilediği toplumun (tamamının olmasa bile büyük bir kısmının) tek bir düşünceye sahip olmasını sağlayabilecek bir kapasiteye sahiptir.
Medyanın tarihçesi 15. yüzyılda Avrupa'da matbaanın bulunmasının ardından basın-yayın faaliyetleriyle başlar; fakat matbaanın yeni icat edilmiş ve geliştirilememiş olması ile kağıdın pahalılığından dolayı bu hizmet sadece zenginlere verilebilmektedir. 17. yüzyıla gelindiğinde ise matbaa geliştirilmiş ve bu faaliyetler artmaya başlamıştır. İstenilen ve arzu edilen düzeyde olmasa da o dönemde de elbette medya siyaset üzerinde etkiye sahiptir. Basın-yayının dünya siyasetini en çok etkilediği dönem ise 18. ve 19. yüzyıllardır.
1898 yılına gelindiğinde Marconi radyoyu icat etmiştir ve insanları etki altına almak için artık daha önemli bir silah mevcuttur. Radyonun icadı ile birlikte fikirlerini dikte etmek isteyen ve dünyanın en zengin ailelerinden olan Rothschild'ler radyoculuk sektörüne büyük bir finansman sağlamışlardır. Çünkü radyo yayıncılığının her yere ulaşması ile düşüncelerini herkese yayabileceklerdir. Böylece radyo yayıncılığı da çok yaygın hâle gelmiştir; buna rağmen yeni arayışlar devam etmiş ve görsel yayınların etkisinin daha büyük olacağı düşüncesiyle “görüntülü radyo”geliştirmek için büyük paralar harcanması nihayet 1920’lerde televizyon icad edilmiştir; siyah beyaz, derken televizyondan renkli televizyona geçiş ; Bir de onlara eklenen uydu yayıncılığı ile birilerinin düşünceleri evimizin baş köşesindeki yerini almıştır. Televizyonlar hayatımızda o kadar büyük bir yer işgal etmeye başlamıştır ki; her gün hanelerde aile fertleri birbirlerinden çok televizyon ekranlarında konuşan kişileri dinlemektedir. Böylece o ekranlarda konuşan kişilerin fikirlerine aşina olmakta ve dikte edilen o fikirleri kendisine uyarlama yolundaki ilk adımları atmış olmakta, kültürel bir erozyon ve fikri bir dönüşüm de böylece başlamaktadır. Medya faktörüne bir diğer eklenmesi gereken araç da, 2000'li yıllarla birlikte kullanımı had safhaya ulaşan ve hemen hemen her evde bulunan bilgisayarlardan; hattâ şimdi telefonlardan bağlanılabilen internet... En yüksek derecede enformasyon kirliliğinin yaşandığı alan da burası zaten.
Söylediğimiz gibi siyaseti etkileyen en önemli faktör medya... Bu düşünceden yola çıkarak "medya gücüne sahip olan, iktidara da sahip olur" diyebiliriz. Bunun örneklerini ilk olarak 18. yüzyıl ile birlikte medyanın giderek gelişmeye başlamasıyla gördük-duyduk. David Rockefeller, ünlü medya baronu Rupert Murdoch'a verdiği röportajda şöyle diyor: "Fransız İhtilali öncesinde Kraliyet ve Kilise mensuplarını halkın gözünden düşürmek için şöyle bir oyun oynandı. Kraliçe Marie Antoniette adına devrin ünlü bir kuyumcusuna iri elmaslardan oluşan bir gerdanlık siparişi verildi. Kuyumcu bu siparişi hazırlayıp Kraliçe’ye götürdü; ama Kraliçe doğal olarak gerdanlığı kabul etmedi ve para ödemedi. Fakat bu olay kraliçenin parayı çarçur ettiği şeklinde bütün basında yer aldı. Devrin kardinaline, durumu izah etmek isteyen Kraliçe adına; adamlarımız tarafından genelev olarak işletilen şehrin bir otelinde randevu verildi. Otele gelen Kardinale bir fahişe Kraliçe olarak tanıtıldı ve fahişe ile Kardinal bütün basında yer aldı. Böylece hem Kraliyet Ailesi, hem de en yüksek kilise makamı yıpratılmış oluyordu." Yani Fransız İhtilali'nde medyanın rolünü görüyoruz. O dönemlerde siyaset üzerinde büyük etkiye sahip olan medya, bugün de dünyanın her ülkesinde siyasete yön vermeye devam etmektedir. Aslında çok uzağa gitmeye de gerek yok, medyanın siyasetteki etkisini yansıtan bir post-modern darbe(!) gözlerimizin önünde yapıldı. Medyada dominant güce sahip olmayan iktidarlar, yönetme gücüne uzun süre sahip olamamışlar ve iktidarları kısa sürede kaybetmişlerdir. Çünkü; eğer medya gücüne sahipseniz kendi yanlışlarınızı halka doğru olarak gösterebilir; başkalarının doğrularını da yanlış göstererek kendi fikrinizi empoze edebilirsiniz. Bunu tek bir araca bağlı kalarak değil; 3-4 araçla, 3-4 koldan bir harekâtla yaparsanız etkisini misliyle artırırsınız. Gazetelerde manşetler, televizyonda ve radyolarda flaş haberler, internette övgüler...
Türkiye'de de medya siyaseti tamamen boyunduruğu altına almış vaziyette. Medya baskın iki kutbun hegemonyası altında: "Doğan Medyası ve Erdoğan Medyası!" Tabiî ki bunların dışında şahsiyetli medyacılık faaliyetleri yürüten yayın organları da yok değil; ama sayısı bir elin parmaklarını geçmez. İşte siyasetteki tablo da ortada... Biraz da halk desteğini geçmişteki siyasî ortamdan dolayı arkasına alarak iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan, medya desteğinin arkasından itmesiyle tam gaz yola devam ediyor ve partisi katılacağı üçüncü seçimlerde de yüksek bir ihtimalle tek başına iktidara gelecek. Çünkü Tayyip Erdoğan'ın bir gün önce "NATO'nun Libya'ya müdahalesine izin vermeyiz" sözü gazete manşetlerine çekilir, televizyonlarda bangır bangır haber yapılırken, bir gün sonra NATO'nun Libya'ya müdahale konusunda komutayı devralması üzerine gazeteler "Büyük Diplomatik Başarı" şeklinde manşetler atmaktadır. Hülasa, medya gücünü elinde tutan memleketi de elinde tutar… Önümüzdeki sayılarda “Emperyalizmin elindeki en büyük silah nükleer bombadan bile daha tehlikeli medya”mevzuunu işlemeye devam edeceğiz.