Türkiye’deki siyasî iklim; endemik hain, korkak ve yüzsüz türlerin yetişmesi ve çeşitlenmesi için son derece müsait bir iklim çeşididir. Endemik, yani yalnızca belli bir yerde yetişen, oraya has olan.  Dün de böyleydi, bugün de böyle... Öyle ki, kendi toprakları bu tipleri yetiştirmeye müsait olmayan ülkeler, Türkiye’yi, bu niteliklerdeki insan tipine de sahip olabilmek için kullanıyorlardır muhtemelen...
Hain, korkak ve yüzsüz olan kişi aynı zamanda işbirlikçi, pısırık, utanmaz, arsız, kaypak, menfaatperest, vurdumduymaz, sahtekâr, tetikçi, yalancı, zalim, bencil, müdanasız, pişkin, şahsiyetsiz, onursuz, gurursuz, ruhsuz, inançsız, kıskanç, şirret, alçak, namussuz, vefasız, yalaka ve asalaktır da...
İnançsızlıktan ve gizli inançsızlıktan türeyen bu tip nitelikler, maalesef ülkemizde son derece yaygın. Ve ne yazık ki, Türkiye’deki siyasî, hukukî, ilmî, iktisadî, askerî her müessese, bu keyfiyetteki tiplerin ambarı hâline gelmiş vaziyette. Siyaset, hukuk, ilim, iktisat ve ordu böyle tiplerin hâkimiyetinde olunca medyadan STK’lara, sermayeden odalara, derneklerden partilere ve nihayetinde topluca bir tesir hâlinde ahalide hâkim olan keyfiyette yine ne yazık ki yukarıda çerçevelemeye çalıştığımız sıfatlardan müteşekkil bir hâl almış durumda. Cumhuriyetin varlık sebebi de şerefini, haysiyetini, izzetini İslâm’a borçlu olan milletimizi ruh köklerinden kopartıp, az evvel çizdiğimiz manzarayı meydana getirmek değil miydi zaten?
Sermaye, Fettuşîler, siyasî partiler, basın, STK’lar, dernekler ve daha nice müessese, az evvel sıraladığımız niteliklerdeki insanların mevki sahibi olmaları dolayısıyla, insan çöplüğü yahut endüstrileşme dolayısıyla insan öğütme tesisi hâline gelmiştir. Bünyesine kattığı insanın evvelâ vicdanını hadım ederek işe başlayan bu müesseselerden, insan mı çıkar yoksa insan kılıklı hayvan mı? Hayvan değil elbet, belhüm adal, hayvandan da aşağı...
Dikkat ediyorsanız, ne kadar acı söylesek de, yorum yapmaktan ziyade vakıayı tesbit ediyoruz ve bu kötü birşey değil. Bir sıkıntı var ise evvelâ onun tesbit edilmesi, fark edilmesi gerekir ki “neden”i, “niçin”i araştırılabilsin. Sebeb yahut sebebler tesbit edildikten sonra da üstesinden “nasıl” gelinebileceği tartışılsın ve gereken yapılarak çözüme kavuşturulsun. Oysa Türkiye’nin umumî manzarasına baktığımızda karşımıza çıkan tablo şu: Yukarıda saydığımız keyfiyetteki insanların varlığı ve her müessesede kendi nitelikleriyle hâkimiyet kurmuş olmaları problem değil; yalnız ve yalnız Receb Tayyib Erdoğan’ın varlığı problem. E nasıl olacak şimdi?
Türkiye’deki tüm problemlerin Erdoğan’ın şahsına irca edilmesinin bize göre manası açıktır; “bizim problem çözmeye niyetimiz yok, Türkiye’nin sıkıntıları da bizi ilgilendirmiyor, hatta üzüm de yemek istemiyoruz ama şu bağcı var ya şu bağcı, onu dövelim hele.” Anlaşıldığı üzere bağ da, üzüm de kimsenin umurunda değil. Varsa yoksa bağcı... E bu ne o zaman şimdi? Türkiye, içerisine obsesif kompulsif manyakların tıkıldığı bir tımarhane olarak kullanılıyor da, bizim mi haberimiz yok?
Komprador burjuvazi; “Erdoğan Gitsin”
Kart Siyasîler; “Erdoğan Gitsin”
Müstemleke basını; “Erdoğan Gitsin”
CHP; “Erdoğan Gitsin”
MHP; “Erdoğan Gitsin”
Fettuşîler; “Erdoğan Gitsin”
Millî Görüş’ün “milli”si kalmamış bakiyeleri; “Erdoğan Gitsin”
Ulusalcı Kemalistler; “Erdoğan Gitsin”
Lâikler; “Erdoğan Gitsin”
İ.neler; “Erdoğan Gitsin”
Komünistler; “Erdoğan Gitsin”
Faşistler; “Erdoğan Gitsin”
Liberaller; “Erdoğan Gitsin”
Kokanalar; “Erdoğan Gitsin”
Odalar; “Erdoğan Gitsin”
Borsalar; “Erdoğan Gitsin”
PKK; “Erdoğan Gitsin”
DHKP/C; “Erdoğan Gitsin”
MLKP; “Erdoğan Gitsin”
ve
Batı Medyası; “Erdoğan Gitsin”
“Think-Thank”ler; “Erdoğan Gitsin”
Amerika; “Erdoğan Gitsin”
AB; “Erdoğan Gitsin”
İngiltere; “Erdoğan Gitsin”
Almanya; “Erdoğan Gitsin”
ve
İSRAİL; “ERDOĞAN GİTSİN”
Yabancılar “Erdoğan gitsin” demekte haklıdır. Adam kendi çıkarına hizmet etmeyen bir liderin Anadolu’da iktidarda kalmasını niçin istesin? Onların haklı gerekçeleri var muhakkak; fakat içeridekilere ne oluyor? Yahut ne istiyorlar?
Birisi çıksın yanıtlasın:
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu ne istiyor? Velev ki Erdoğan gitti. Yerine ne teklif ediyorsun Kılıçdaroğlu? Emekliye zam diye iktisat politikası olmaz, çevre ülkelerin siyasî durumları bizi bağlamaz diye dış politika olmaz, şu olmaz, bu olmaz. Ne istiyor ve ne teklif ediyorsun?
TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği), teorik olarak varlık sebebi daha fazla kazanmak, daha fazla kârlılık olan bu derneğin üyeleri, tarihlerindeki en yüksek ciroyu yaptıkları, kârlılıklarını maksimize ettikleri iktidar ile ne alıp veremiyorlar? Velev ki Erdoğan gitti; siz ne istiyor ve ne teklif ediyorsunuz? Yoksa TÜSİAD ticarî bir dernekten ziyade gizli gündemi olan bir örgüt mü?
Gelelim basına. Güya entelektüellerin bir araya gelerek memleket meselelerine çözüm arayacağı, sesi duyulmayanların sesi olunacak mecraya. Siz ne istiyor ve ne teklif ediyorsunuz? “İrfan Mahkemesi” diye bir mahkeme kurulsa, hepsinin boynuna “ben de en az bindiğim şu hayvan kadar ....” diye yafta asılır, eşeğe bindirilir ve Sultanahmet Meydanında gezdirilirler. Yandaşı, candaşı, Doğan’ı hangisine bakarsanız bakın, Erdoğan’ı kötülemekten, “Erdoğan gitsin”, “Erdoğan kalsın” demekten başka memleketin meselelerine getirilmiş tek bir çözüm teklifi bulabilir misiniz? Varlık sebebi ortadan kalkmış olan müessesler ömürlerini tamamlamışlardır ve tabelalarının indirilmesinde de bir beis yoktur.
Bu liste böyle uzar gider...
Kimin ne istediği belli değil, kimsenin bir teklifi yok; fakat iş kakafoniye gelince, ohooo, cümbüş...
***
Meseleyi kuş bakışı değerlendirdiğimize göre, şimdi biraz odaklanıp yakından bakalım.
Ak Parti ile başlayalım. Mesele malum; dava için değil de, kendi koltuğunun derdinde, Fettuşî’nin gecelerinde göz yaşları içinde saçlarını ağartmışlar mı dersiniz, Kraliyet nişanı takıp Kraliçe ile kadeh tokuşturduğundan beri “aport”ta bekleyen kaypak tipler mi dersiniz gibi nice ekabir var Ak Parti’nin içerisinde ve çevresinde. Bugün birçoklarının iddia ettiği üzere bir ekibin Ak Parti’den tasfiye edilmesinden dolayı bir güç kaybı yoktur. Bilakis, bunların varlığından doğan bir kararlılık sorunu vardı, son MKYK’daki operasyonla da Ak Parti, beynindeki uru aldırmış oldu.
Ak Parti içinden devam edecek olursak; Fettuşî operasyonları sırasında korkusundan valizlerini toplayacak kadar alçalan zavallı bakanlar mı ararsın, aldığı emri yerine getirmemek için ayak direten korkaklar mı? Ne ararsan var. Nihayetinde memleketin ortalama vasatı yukarıda çerçevelediğimiz niteliklerle bezeli olduğu için, Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle,  “Marmara'nın-Haliç'in neresinden bir bardak su alsanız, aynı çıkar.” Aynı niteliklerle bezeli kendisini “bizdenmiş gibi” takdim eden kişiler yok mu sanki? Elbette var. İçtimâî vasat her camiaya şu yahut bu şekilde temas yahut sirayet ediyor. İbda, bir dünya görüşü olması dolayısıyla böyle tipleri barındırmıyor ve kusuyorsa da, diğer camialar için aynı şeyi söylemek ne yazık ki mümkün değil. Ak Partiye dönecek olursak, kendi korkaklıkları ve pısırıklıkları dolayısıyla senelerdir ayak bağı olan ve ayak bağı olmayı da sanki marifetmiş gibi Batılılara ve Batıcılara yaranmak adına ulu orta satan adamlarla değil devlet, bakkal dükkanı bile idare edilmez. Parti çevresine gelecek olursak da, şu “yandaş” diye tanımlanan ve kendilerini böyle tanımlayanlar... İsim vermeyeceğiz ve muhtemelen okuyan her biri de “a bak benden değil, falancadan bahsediyor” diyecek. Dolayısıyla kelimelerimizi israf etmemek adına çok da birşey demeyelim...
Gelelim Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı yazılar dolayısıyla değil de, Ak Parti’ye asalaklık eden bir takım köşe-li yazarlarının çapsızlığı dolayısıyla sık sık gündeme gelen Ahmet Hakan Çoşkun’a... Mesela siz ne istiyor ve mevcut olanın yerine ne teklif ediyorsunuz? Meseleleri sathî planda fotoğrafla, fotoğrafla nereye kadar? İş bir yere geldiğinde sormayacaklar mı, “şunu istemiyorsun da yerine ne istiyorsun bilader” diye? Ne cevab vereceksin o vakit? “Barış, insan hakları, hayat tarzı, diktatör, demokrasi” falan mı diyeceksin? Aynı şekilde ortalık karışınca kaybolan, ara ara hortlayan, Amerika’lı stratejistlere “Türkiye nasıl halledilir” dersi veren Cengiz Çandar ve aynı zihniyetin mensublarından Özkök için de bu tesbitlerin ve sualimizin geçerli olduğunu ifade edelim. Nedir arkadaş, devleti ve milleti Amerika’ya boyun eğdirince bir taraflarınız tavana mı değecek? Hainseniz güzel; fakat bunu bir de “biz onlarla baş edemeyiz” diye iyi(!) niyetle yapıyorsanız, bak o daha da fena... Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir, unutma...
Fettullah Gülen’e gelelim... Bütün paraları toplasa, bütün milletin itikadını bozsa, bütün amelleri iptal etse, hattâ Olimpos’un tepesine koyup tanrı ilân etseler, ondaki kuduz nefs bunlara da kanmaz, doymaz. Ya sen ne istiyorsun? Amerika’nın istihbarat servisleri önünde her iki yöne doğru eğilmek sen de nasıl bir tatmin duygusu meydana getiriyor ki, başka hiçbir şeye kanmıyorsun? Bari yaşından başından utan, hâyâsız...
Hangi birine odaklanacağımızı şaşırdık. Liste öyle kalabalık ki...
***
Küçük bir oba, bir boy, İlay-ı Kelimetullah davasına sarıldı ve İslâm’dan bulduğu şeref, izzet ve haysiyet ile 500 sene üç kıtaya hükmetti. Biz ise 80 milyon yahut hadi 50-60 milyon, yukarıda niteliklerini sıraladığımız kılıç artıkları arasında 90 senedir debelenip duruyoruz?  Utanmıyor muyuz? Yahut insan olmak, böylesi bir vaziyete düşmüş olmaktan dolayı en azından utanmayı icab ettirmez mi?
Görüldüğü üzere, Ak Parti’nin içinden başlayarak sınırların ötesine kadar uzanan hainlik, korkaklık ve yüzsüzlük başlıkları altında müthiş bir nitelik zengin(!)liği mevzu bahis. İslâm’a Muhatab Anlayış hâkim olmasın, 90 küsur yıllık hesap berhava edilmesin, birileri Anadolu’da hiç hakkı olmadığı hâlde elde ettiği imtiyazı kaybetmesin diye, yapmayacakları hiç birşey yok. Gezi’de de gördüğümüz üzere, kendi hayat tarzlarını garanti altına almak adına, bir avuç genci, asla sahib olamayacakları bir hayat tarzı sürdürüyormuş ve bu hayat tarzı da tehdit altındaymış gibi kandırıp, kendilerine, kendi hayat tarzlarına gardiyanlık ettirmediler mi? Uyanın artık uyanın... “Erdoğan gitsin” diyenlere bir kez daha bakın ve bir kez daha. Düne kadar köpekler gibi birbirini dişleyenleri, bugün Erdoğan karşısında bir kucakta toplayan saiki düşünün. Geçtiğimiz sayı kapağımızda da dediğimiz üzere, “bunu görmeyen ya hain, ya da ahmaktır.”
Son olarak, anlaşılmama ihtimaline binaen, onların diliyle ifâde etmek gerekirse,
- “Mesele Receb Tayyib Erdoğan Değil, Sen Hâlâ Anlamadın mı?”
Baran Dergisi 453. Sayı