Auguste  Comte, felsefesine  uygulama  zemini  bulabilmek  umuduyla  Osmanlı’ya  defalarca mektuplar yazdı. Pozitivizm’in  imparatorluğa  büyük  hamle gücü  kazandıracağını  her seferin de  vurgulamasına rağmen, Osmanlı bunu hiç istemedi. Ne zaman ki Osmanlı çöktü , ipler İttihat ve Terakki’nin eline geçti ne getirip, ne götüreceğinin hiç hesabı yapılmadan  Pozitivizm hemen benimsendi.  İçi boş modernleşme serüvenimiz de pozitivizm’le tanışmamızla başladı. Bu anlayış cumhuriyet döneminde de artarak devam etti.

Başbakan, seçimler sebebiyle yaptığı bir miting konuşmasında, CHP’ni seçkinci olmakla itham ediyordu ki, bu doğru bir tespit. Kemalizm ve onun partisi CHP  özünde seçkinci. Cumhuriyetle birlikte, tepeden aşağıya topluma giydirilen deli gömleğini beğendirme, benimsetme işi de bu seçkincilerin görevi. Dayatılan şuydu: Güya, bunların söylediği, gösterdiği, yaptığı her şey doğru, halka da hiç itiraz etmeksizin bunu kabul etmek kalıyor. Kapalı devre çalıştığımız, kendi kendimize olduğumuz sürece bu pek sorun olmadı. Ne  zaman ki aydınımız batıyla yüz yüze geldi, işin tılsımı bozuldu. Batı aydını karşısında ikinci sınıf konumunda olduğunu kavradı. Fakat iş işten geçmiş, bin yıllık bir geçmişin, üzerine kilit vurulmuş, yok sayılmış, unutturulmak için her yol denenmişti. Aydınımız dış dünyaya gösterebileceği kendine ait orijinal hiç bir şey üretemiyordu. Bizdeki sol aydınların telaşla bir dönem köy romanlarına kurtarıcı gibi sarılmalarının bir sebebi de bu olsa gerek. Modernitenin geleneksel olanla her zaman sorunu oldu. Modernite bir yerde geleneksel olana müdahale etmenin, değiştirip, dönüştürüp temellük etmenin sistemi. Geleneksel olandan kurtulabildiği nispette gelişip serpilebiliyor. Şayet sahip çıkacak bir zümre yoksa geleneğin yaşama şansı da kalmıyor. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında halkın etrafında toplandığı, saygı, sevgi duyduğu bu zümrenin büyük kısmı İstiklâl Mahkemeleri’nce tasfiye edildi. Kalanı da gerici, yobaz yaftasını ömür boyu boynunda taşımak zorunda bırakılarak saf dışı edildi. Onun içindir ki, iki yüz yıldır modernin içinden gelenek çıkarma komikliğini yaşıyoruz.

Modernleşmeyi sadece teknik düzeyde benimseyen, bunun bir kültürel ve zihinsel dönüşümü zorunlu kıldığını göremeyen sistemin, batılı anlamda modern ve medeni olduğunu söyleyebilmek güç. Zorlamayla modernlikte mesafe kat ettiğini kabul etsek bile, bu medeni olmaya yetmiyor.  Kültür çatışmasının getirdiği sentez arayışı, yani batılı ambalaja geleneksel olanı uydurma çabası Kiç ve Arabesk olanı üretmekten öteye gidemiyor.  Modernizm’in tahrip ettiği bir geçmişi diriltme tutkusu Proust’a, soylu bir iç sızısıyla bilmem kaç ciltlik ‘‘ Yitik Zamanın Peşinde ’’ yi yazdırırken biz fraklı adamların şefliğinde, senfoni orkestrası mantığıyla klasik müziğimizi dinleme garabetini yaşıyoruz.

Toplumu bir bütün olarak seçkinlerin öncülüğünde, tepeden aşağıya indirilen bir projeyle dönüştürmeyi hedefleyen Kemalizm’in en zayıf halkası estetik halka. Güzel sanatlarda, gündelik hayatta, edebiyatta gelecek nesillere aktaracağı bir estetik üretemedi.  Geçmişini yok sayan bir iktidarın böyle bir estetik bütün üretme şansı da zaten yok. Bu boşluğu da farklı kesimler, farklı modellerle doldurdu. Netice olarak halkın benimseyeceği bir estetik anlayışı Kemalizm oluşturamadı.

Yukarıyla bağlantılı olarak değinecek olursak, tesettür konusunda bunu benimseyen ve karşı olanların göz ardı ettiği bir nokta var. O da işin estetik boyutu. Tesettüre giren kadınlarımız, kızlarımız dini vecibeyi yerine getirdikleri kadar giyim, kuşamlarındaki zarafet, bunun estetik bir kaygıdan kaynaklandığını da hissettiriyor. Örtünmek, güzel giyinmek, kentlileşmiş, kent kültürünü özümsemiş insanın kaygısıdır. Aslında korkulacak şey bu insanların böyle bir kaygılarının olmaması iken, tam aksine kızlarımızın bu kaygısı, laikçi kesimin kudurganlığını tetikliyor. Bir yerde haklılar. Yukarıda da söyledik estetik konusu Kemalizm ‘in en zayıf halkası, bu vizyondan mahrum insanların hayata güzel bakma, güzel olanı görme şansları da yok.

Netice olarak çoğu insanımızın gerçek anlamda ne sevaptan ne de günahtan haberi yok. Gündelik çer çöp nefesler halinde bu sevap şu günah gibi sığ mevzularda boğulup kalıyoruz. Mutlak Fikir’e muhatap bir sistemin özlemini çekenler ‘‘Hak için hakkı iptâl caizdir’’ ölçüsünü nefislerine zerre pay çıkarmadan şuurlaştırmalı, Yeni Nizam Yeni insan’ını yetiştirecek, bundan sonra kılık kıyafetinden, mimariye kadar her şey o bütün içinde şekillenecektir.   

Baran Dergisi 27. Sayı