Bu rejim, temeli itibariyle irade sakatlıklarıyla malûl olup, bir oldu bittiye getirilip cebir ve hile ile kurulmuştur.
Osmanlı yurdunu Batılılardan kurtarmak, Müslüman tebayı, hilafeti ve şeriatı korumak ve kurtarmak amaçlı başlatılan Kurtuluş Savaşı, iktidarı ele geçirenler tarafından amacı dışına çıkarılmış, kendileriyle savaştığımız Batlılarla işbirliği yapılmış, maddede kurtuluş ve iktidar koltukları karşılığında peşkeş çekilmiştir; bir milletin dini, kültürü, örf-âdeti ve alfabesine varıncaya kadar her şeyi Batılılara teslim edilmiştir. Lozan andlaşması ve Cumhuriyet boyunca yapılan ittifaklar, hem maddede hem mânâda Batı’ya esaretimizin belgesidir.
Sanki Yunanlılar Anadolu’ya hilafet ve şeriatı getirmek için girmiş gibi, onlara karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “hilafet ve şeriat kaldırılmıştır” denilmiş; bu da “resmi tarih” tarafından bir zafer edasıyla anlatılmıştır.
Bu ve benzeri hususlarda ortaya saçılan resmi tarihin yalanlan, rejimin kuruluşundaki irade sakatlıklarının ve yalan dolanların belgesidir.
Millî iradeye dayandığını iddia eden Cumhuriyet rejiminde, millet iradesi yoktur. Millet yanılmıştır ve iradesi sakatlığa uğramıştır. Batılılarla savaşılmış fakat sonra masa başında onlarla hem de en ağır koşullarla (bütün kimliğini, tarihini, dinini, değerlerini kültürünü yitirme karşılığında) anlaşma sağlanmıştır.
İktidarı eline geçiren diktatör bir zümre, ne cumhuriyeti kurarken, ne Lozan’ı imzalarken halka veya millete sormuştur. Sömürge mantığıyla yapılan Lozan andlaşması, gizli ve açık maddeleriyle millete bir darbedir.
İrade sakatlığı ile olan işlemler geçersizdir. Bu bir hukuk kuralıdır. TC.’nin kuruluşunda ve bütün müesseseleriyle işleyişinde halk ile iktidar arasında iradî bir sözleşme yoktur. Dolayısıyla sakattır, butlandır, gayrı meşrudur. İslâm hukukunda da bu böyledir, Batı hukukunda da; rızasız anlaşma olmaz.
Şimdi ise, ılımlı İslâm denilen ılımlı laiklikle bu sakat irade düzeltilmeye çalışılmakta fakat yine bir aldatma ve yanılma mevzubahis olmaktadır.
Sakatlanmış milli irade üzerinden ABD ve Batı güdümlü reçeteler dayatılmaktadır. Dünya görüşü ve hakikat arayışı mevzubahis olmamaktadır. Cebir ve hile ile kurulan ve 80 küsur senedir bir türlü bitmeyen rejim tartışmalarının sebebi şudur: Zorla güzellik olmaz ve zorla nikah ancak bu kadar yürür.
1789 Fransız Devriminden, Aydınlanma Çağı’ndan, Demokrasiden falan bahsedenler, iş bu rejimin kuruluş ve kurallarına gelince neden “prensipler”ini unutmaktadırlar?
Cumhuriyetin kuruluşuna dönelim...
Bir oldubitti ile Cumhuriyet ilan ediliyor. M. Kemal, İ. İnönü ve birkaç kişinin haberi var. Öyle ki, Kurtuluş Savaşının en önemli isimlerinden Kazım Karabekir Paşa, Trabzon’da bulunurken top atışlarını duyuyor ve soruyor; “Cumhuriyet ilan edildi, paşam” diye cevap alıyor ve böylece Kurtuluş Savaşının en önemli ismi Cumhuriyetin ilan edildiğini top atışlarından öğreniyor. K. Karabekir Paşa hatıratında bütün bunları ve benzeri aldatmaları ve “tek adam” diktatörlüğünü tek tek ve açıkça anlatıyor.
Misak-ı Millî’ye niye uyulmadı?
İngilizlere tek kurşun atılmadan nasıl bir zafer kazanıldı?
İngilizlere gümrük muafiyeti tanınmaya niye devam edildi?
Yerli sanayimiz niye gelişmedi?
Osmanlının mirasına sahip çıkmazken, niye borçlarını ödedik?
Lozan’ın gizli ve açık maddeleri bağımsız olduğunu söyleyen bir devlete yakışır mı?
Hangi gayelerle savaşıldı ve savaş sonrası neden tersi oldu?
Kurtuluş Savaşını “tek adam” mı yaptı? Diğerleri nerede?
“Sütçü İmam” ne için kurşun sıktı ve sonra, Fransızların çıkaramadığı türbanı kimler çıkardı?
Batıcı devrimler halka soruldu mu?
Şapka Kanunu halka soruldu mu?
Tevhid-i Tedrisat Kanunu halka soruldu mu?
Demokrasi, Cumhuriyet, millet egemenliği yalanlarıyla ilgili olarak Ali Fuat Başgil’in bir tesbitini aktaralım:
“İhtilal adamları hükümdarlığı devirince, hükümdarlardan kalma hâkimiyet hakkına yeni bir sahip ve süje aramışlar ve bunu millet diye tasavvur ettikleri manevî bir şahsa vermişlerdir. Fakat hâkimiyet bir fikir olarak tamamıyla eski mahiyetini muhafaza etmiş ve bütün vasıflan ile birlikte hükümdarın başından kalkıp milletin manevî şahsının başına konmuştur.”
Darbeler ve ihtilâller yasadışı (illegal) şekilde olur ve başka türlü olmasına imkân yoktur. Dillere pelesenk edilmiş bir tabirle söylersek, ihtilâl ve darbeler bir “terör hareketi”dir.
Biz (BD-İBDA) ise, şimdiye kadar yapılan bütün yabancı menşeli darbelere karşı olurken, ancak yerli ve Hak adına yapılan ve yapılacak olan tam bağımsız darbelerin yanındayız.
Demek ki Hak, adalet ve meşruluktur mühim olan.
Yoksa bizatihi darbenin, savaşın vs. kendisi iyi veya kötü değildir.
Ancak “darbe” ile ayakta duran Hak ve halk düşmanı bir rejimin, yine ancak darbe ile indirileceği apaçık bir gerçektir.
Kısaca Hakkın darbesine inananlardanız!
Not: Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nden selâm gönderen gönüldaşlarım Ethem, Yahya ve Cihad’a mukabil selâm eder; onlarla cezaevinde geçirdiğim önemli ve güzel yılları ve şu ân farklı cezaevlerinde bulunan gönüldaşlarımın hiç birini unutmadığımı belirtmek isterim.
Baran Dergisi 129. Sayı
2 Temmuz 2009