Körfezde petrol zenginlikleri için başlıyan savaş ister istemez bir kültürler arası savaşa dönüştü. Dolayısıyla fiili savaş bitse dahi bir dünya görüşünün diğer bir dünya görüşüne hakimiyet kurma savaşı devam edecektir.

Körfez savaşı, batı kültür ve yaşayış tarzına sahip ülkelerle, sadece bazı islami gelenekleri kalan bir müslüman ülke arasından geçti. Bu savaş dolayısıyla şu önemli soruları sorabiliriz: Amerika ve batıya karşı savaşan Irak halkı ve yöneticileri ne derece karşı kültür oluşturabildiler. Irak halkı ordusu ve lideri ideolojik kimliklere tam sahip miydiler? Batı ile fiili bir savaşa girerken ister istemez söz konusu olacak bir kültürel savaş için yeterli alternatifleri var mıydı? Yoksa laik veya batı hayat tarzının hakim olduğu bir toplum görünümünde miydiler?

Irak’ın en büyük dezavantajı bu sorular da gizliydi. Batı kültürüne hayatın her safhasında alternatif bir kültür geliştirebilmiş bir toplumun bu savaşta durumu çok farklı olurdu. Böyle bir islami kültür ve dinamikle mücehhez bir milletin komşu müslüman ülkelere de sirayeti ve onları yanına alma şansı çok yüksekti. Tarihte islam bayrağı ve ila-yı kelimetullah davası için savaşan milletler ve ordularının feth ve sirayet gücü meydanda. Şunu diyebiliriz ki, Saddam bir islam lideri olmadığı gibi orduları da islam orduları değildi. Tarihte görülen Tarık b. Ziyad’ın veya Fatihin orduları gibi değildi. Saddam’ın çıkışı bize bunları ihtar etmesi bakımından önemli. Ayrıca Amerika, Batı ve tüm müttefik güçlere karşı gösterdiği 7 aylık direnmesi ve kafa tutmasını, filistin sorununu dünya gündemine sokmasını, islami hareket için faydalı gördük. Irak yeteri derecede karşı dünya görüşü oluşturamadı diye, yukardaki stratejik ve taktik faydaları görmemezlikten gelip, müttefik güçlerin yanında yer almamız hiç bir zaman söz konusu olmamıştır ve bundan sonra da olmaz. Yani Irak Amerika’ya yine savaş açsa yine yanında olmak gerekir.

Amerika körfezde bir darbe yeseydi Amerikan ve batı kültürü de islam ülkeleri ve dünyada aynı gücü gösteremiyecek, eskisi gibi taklit edilemiyecekti. Misal olarak; bizde ve dünya TVlerinde Amerikan dizileri eskisi gibi izlenemiyecekti. Yerine Amerikayı yenen ülkelerin kültürü geçecekti. Irak’ın böyle bir güçlü kültürel alternatifi yok. Fakat bunların müslüman oldukları dolayısıyla islamın bu boşluğu doldurması gerektiği imajı güçlenecekti. Yani dünya gündemini islam dolduracaktı. Irak’ın bu savaşa girerken önemli eksiği Amerika ve batıya karşı alternatif kültür sunabilme silahına yeterince sahip olamaması idi. Bu sözde müslümanım demek, batı giyim tarzının karşısına arapların geleneksel kıyafetlerini koymakla bitmiyor. Batının bütün müesseselerine karşı hakikatinin kaynağının islamda olduğunu gösterici bir dünya görüşünün çağımızdaki sistem çapında tatbik fikri ve bunun hayata geçirilmesi lazım.

Yani İslam’ın asrımızdaki eşya ve hadiselere tatbiki manasında bir sistem ve bunun tatbiki. Bunlar olduktan sonra yenilmek söz konusu değildir. Cephede geçici askeri başarısızlık olsa dahi bu kültürün sirayet ve fetih gücü her zaman vardır. Sistem çapında ruh ve anlayışa sahip olanlar cephede yenilse dahi düşmanlarının kültürü onlara hakim olamaz. Bunun için bu kültür sahiplerinin askeri zaferi işgal olmaz fetih olur. Bu ordular işgal orduları değil fetih ordularıdır. Körfez savaşının fetih ordularının doğması gereğini gösterdiğini ve bunların şartlarının zaruretine işaret ettiğini bir kere daha gördük.

Körfez savaşı bittikten sonra Bağdat’ta elektrik kesintilerinin kaldırıldığı ve Bağdat TV’sinin normal yayınına başlayarak Amerikan ve Mısır filmlerini gösterdiğini duyduk. Bu basit haber bile çok şeyi göstermektedir.

“İslam bizde hakimiyetini yitirdi. Dünyada da bozuldu. Bizde tekrar hakimiyetini kurarsa dünyada da düzelir.” tesbiti çerçevesinde batılılaşmanın en fazla olduğu Türkiye’ye İslam’ın gelmesi batının her müessesesine karşı çağımızdaki kendi islami modelimizi ortaya koymakla olur. Bu modelin hayata geçirilmesi beklenen inkılabı doğuracaktır. Bu topyekün bir kültürel inkılaptır. Bunun sirayet ve fetih gücü vardır. Bu fikir; lider, teşkilat ve kadronun da muhtevasını çizer.

Mısır, Cezayir, Tunus, Pakistan, Afganistan’daki islami partiler ve grupların bu açıdan durumunu düşünmeliyiz. Sistem çapında bir fikirden hareket olmayınca; lider, teşkilat ve kadronun da muhtevası boş oluyor. İranda ise şii taassup ve propagandasından başka bir şey yok. İran’dan tercüme edilen eserlerin muhtevasından ve İran’a gidip görenlerin anlattıklarından orada kültürel bir inkılabın yaşanmadığını ve bazı geleneksel şii adetlerinin ayakta durduğunu gözlemekteyiz.

Yanılmıyorsam 1979 yıllarında rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gelen Afganlı mücahit temsilcilerine “ideolocya örgüsü” adlı eserini dillerine çevirip okumalarını tavsiye ettiğinde bazı müslümanlar, Afganlı mücahitlerin savaşta olduğunu düşünerek bu tavsiyeyi yadırgamışlardı. Yalnız İbda anlayışı o günde bu günde bu mevzuun ehemmiyetine sahiptir. Geldiğimiz şartlar da bize bunun zaruretini göstermiştir.

Ortaya konulmuş sistem çapında ruh ve anlayıştan hareket etmek bizi nispetsiz kendi başına yapılan yanlış düşüncelerden korur. İslamın sınıfsız toplum olacağı, mezheplerin lüzumsuzluğu, eline kur’a-nı kerim alanın müçtehit kesileceği, bir sürü ehli bidad görüşlere yaslanılması, tasavvuf büyüklerine küfür edilmesi gibi yanlış ve sapıklıklardan da korur. Büyük Doğu ruh ve anlayış sisteminden doğrulanmıyan düşüncelerin çoğunun sonunda çamura battığını görmekteyiz. Ya reformist anlayışa, ya ehli şia anlayışına, ya laik liberal müslüman anlayışına, ya Türk-İslam sentezine… vs. saymakla bitmeyecek yanlışlıklara kucak açtıkları görülmektedir.

Çağımızın ihtiyaçlarına sahip bir dünya görüşü kuramamak veya kurulmuş bir dünya görüşünü sahiplenememek neticede karşı kültürlerin ekmeğine yağ sürmektir ve kültür emperyalizmine dolaylı yoldan hizmettir.
AYLIK TARAF DERGİSİ - SAYI: 2 - NİSAN 1991
Gözden geçirilme tarihi: Mayıs 2014