İslâmi bir dünya görüşünün 'şuur süzgeci' olmazsa, içinde yaşanılan düzenin şuur süzgeciyle meselelere bakılır. Mevzu ve mefhumları mevcut düzenin şuur süzgeciyle değerlendirenler İslâmî ilimler okumuş olsalar dahi sapık anlayışlarının farkında bile değildirler. Klişede İslâmi, fakat muhtevada gayri İslâmi bir çizgi belirtirler.
Mefhumların bütünle bağlantılarını gösterebilmek için "bütünlük şuuru" gereklidir. Bu da "İslâma muhatap anlayış şartı" demektir. Mefhumları unsur olarak ifade etmek ayrı bir şey, 'unsurüstü terkip davası' ayrı bir şeydir. Unsurüstü terkip davasını gösteren İslâm’a muhatap anlayış olmadan mevzular ve mefhumlar doğru değerlendirilemez. Bu yanlışlıklara şöyle misaller verebiliriz: Lafta biliniyor zannedilmesine rağmen, Allah Resûlünün hakikati (Hakikkat-i Ferdiyye). Sahâbilerin rolü ve manası, Ehl-i Sünnet ve 'Batın Yolu'nun hakikati' gerçekten bilinmemektedir. Dinden ayrı bir şey olmayan mezhepler, en hafifiyle "olsa da olur, olmasa da olur" şeklinde değerlendirilerek mezheplerin zarureti inkar edilmekte, Sahâbîlere ve Hadis müessesesine dil uzatmanın ise dini yıkmak mânâsına geldiği anlaşılmamaktadır.
Bu kısa girişten sonra şunu belirtelim ki üzerinde durmak istediğimiz mevzu "ilim"dir. Yukarıda bahsettiğimiz sebepten ilim kavramı da yanlış değerlendirilmiş ve ilim, bambaşka muhtevaya bürünmüştür. Tahkikî ilim ile taklidî ilim farkı gözden kaçmış ve taklidî ilim, tahkikî ilmin yerine geçmiştir. Akıl üstü bir keyfiyete bağlı olan tahkikî ilim inkar edilir ve herşey akla indirgenir olmuş. Sözün özü, İslâm'a muhatap anlayış olmadan ne ilim olur ne de âlim... Günümüzün manzarası budur...
İslâma muhatap anlayışa göre ilim nedir? Taklidî ilim ile tahkikî ilim arasındaki fark nedir? Bu soruları cevaplandırmaya çalışalım:
"İlim, içten ve dıştan bir anlayıştır. Eğer iç alemine ait olursa, ona 'hikmet' derler" (1)... Hakiki ilmin tarifini İBDA Küllîyatından gösterdikten sonra ilim şehrinin kapısı Hazret-i Ali'nin hakikî ilmi işaret eden şu sözünü verelim: "Hayatta en hakikî mürşid ilimdir"
Tahkikî ilim... İlmin hakikatine vakıf olanların ilmi... Hikmet ve anlayış sahibi olan marifet ehlinin İlmî... 'Bilmeyi bilici' olan idrak ve irfan ehlinin ilmi... Feraset ve Basiret sahiplerinin ilmi... Görüldüğü gibi tahkikî ilim, kuru bilgi ve ezbercilikten ayrı bir ilimdir.
İlim, "malûm"a tâbidir... Demek ki hakikî ilim, hakikî "malûm"dan uzak kalmamaktır. "Küllî Ruh-Küllî Malûm"u temsil eden Allah Resûlünün hakikatine yanaşmaktır. "Küllî Ruh-Küllî Malûm"un 'mukadder oluşunun' mukadder oluşu halindeki İBDA-İslâma Muhatap Anlayış'ı ise hakikî ilmi temsil makamındadır.
Günümüzde İslâmi ölçülere bakacak göz körelmiş ve anlayış uçmuştur. Bize bu melekelerimizi ve hislerimizi kazandıran ise İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu olmuştur. İBDA dünya görüşü, Şeriat ölçülerine bakacak gözü bize kazandırmıştır. Gerçek ilim ve tefekkür ehli hakîm Salih Mirzabeyoğlu, el attığı parça mevzularda da parçanın bütünle ilgisini işaretler ve böylece ilmi "malum"a tâbi kılarken, ilmin de nasıl anlaşılması gerektiğini bize gösteren olmuştur.
Din büyüklerinin eserlerine el atmak için gerekli şartlar, aynı zamanda tahkikî ilim ehlinde bulunması gereken vasıflan gösterir:
"İlim nîzâmı, hikmet gözü, üstün idrak ve intikal melekesi zevk ve incelik mizacı, aşk ve edep tab'ı, haşyet ve hürmet ürpertisi, lisan ve üslûp üstünlüğü..."
Tahkikî ilim sahibi İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, bu şartları saydıktan sonra şu inceliğe dikkat çeker:
"Artık düşünün Kuran ve Hadise el atabilmek için insanda daha neler olmak lâzım neler!..."
Bütün bu şartlara rağmen, "kaynaktan yapacağız!" diye eline bir meâl alıp Kur'an’ı aklıyla tefsire kalkan cahil ve sapık sürülerine ne demeli! Yukarıdaki şartlar yanında böylelerinin kifayetsizliği apaçık ortada iken bir de soyundukları iş hepten cinayet... Allah Kur'an'ında, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diye buyurmuşken, herkesi, eline bir meal alıp müçtehidliğe davet edenlerin halleri mutlak ölçülere aykırıdır... "Mealci” denen bu taife, alimlerin fazileti ve alimlere tâbi olmaya dair ayet ve hadis meallerine ne diyorlar acaba?.. Herkesin âlim olması mümkün değildir. Bilenlerle bilmeyenler arasındaki farkın kaldırılması ölçülere zıttır.
Sırları kurcalayan ve sırlar yoluyla Allah’a yanaşan "kelâm ve mânâ toplayıcısı" hakim Mirzabeyoğlu "İslama muhatap anlayış" davasıyla ilgisi olan İslâm fıkhı’nın "dindeki gizliliklerin açık edilmesi" mânâsına geldiğini belirtir. "İslâma muhatap anlayış" davası ile "dindeki gizliliklerle açık eden ve pazarlıksız Allah ve Resûlüne imân davasını cemiyet meydanında heykelleştiren İBDA Mimarı icmal yollu (toplu) olan marifeti tafsile getirir ve nazariyattan zaruriyata çıkarır.
Tahkikî ilim ehli; ilham, tevil ve tâbirin yoludur. Bununla alakalı olarak ilham ve ledünni ilim mevzu üzerinde duralım. İlham, dindeki gizli olgunlukların bir aynasıdır. İçtihad, hükümlerin zahir olması ise, ilham da esrarın ve ince bilgilerin zahir olmasıdır. İlham, dinde bulunan bir başka kemalât ve olgunluk değildir. Ledûnnî ilim ise şu; "Allah'tan ilham yoluyla mânâlar kavramak işi..." (3) Ledünnî, şerî olmayan meselelerin şerî meselelere nisbetidir. Bu bir ilimdir. Kendine mahsus usûl, esas ve kuralları vardır. İslâm'ın hayata tatbiki sözkonusu olan her yerde ilham ve ledûnnî ilim zaruridir.
İlham ve ledünnî ilim zaruretini İbda Diyalektiği'nden işaretleyelim:
"Bir günü bir gününe eş olarak geçen aldanmıştır" buyuruyor Allah'ın Sevgilisi... Eşya ve hadiseler zemininin sürekli yeni olması, eşya ve hadiselerin zaptı memuriyetinin de sürekliliğini vurguluyor. Burada insanın rolünü öz olarak ifade edersek insan, "hareket içinde hareket eden bir görev yüklenmiştir...” (4)
Eşya ve hadiselerin zaptı memuriyeti ilham ve ledûnnî ilmi gerektirir. Müslüman halifelik vazifesini, ilham ve ledûnnî ilim verimleriyle eşya ve hadiseleri teshir ederek yerine getirir... İlham ve ledûnnî ilim olmazsa muhatap anlayış olmaz ve İslâmın hayattan tecridi söz konusu olur. İBDA, ilham ve ledûnnî ilim verimlerini ortaya koyarak ilahi memuriyetini yerine getirendir.
Taklidî ilim şabloncudur. Şabloncu, her an yeni olan eşya ve hadiselere İslâmî tatbik edemez. Bunun için "yenilik sırrı”na sahip muhatap anlayış gerek... Bu da ilham ve ledûnnî ilim zarureti demek...
Taklidî ilim üzerinde duralım...
Taklidî ilim hakkında İBDA Küllîyatından ölçü:
"İlim insanın cehlini alır, ahmaklığını almaz. Bu hikmet, ezbere soydan bilginin manasını verir. Hemen yanı başında şu:
—  "Faydasız ilimden Allah'a sığırınım!"
İnsanın cehlini alıp ahmaklığını almayan taklidi ilme şöyle de denebilir: Kalıp bilgisi, kuru bilgi, ezbercilik, malûmatfuruşluk, kitap yüklü merkeplik, derlemecilik, nakilcilik, kuru akılcılık, sır idrakinden yoksunluk, feraset ve basiret noksanlığı, irfan edasından uzaklık...
Bilmeyi bilici (irfan) seviyesine gelmeden taşınan bilgi yüktür... Kitap yüklü merkep olmamak için İBDA Küllîyatında işaretlenen İmam-ı Rabbani Hazretlerinin şu sözüne dikkat:
—  "Talebe, ilim ve fazilet mayasını ruhunda tutturmaya bakmalıdır. Yoksa şekil ve kaide ezberciliğinde kalmak hikmetleri kaybetmek olur."
Şeriatın muhteva ve üstünlüklerini anlamakta ilim kâfi gelmez. Çünkü ilim akla bağlıdır. Maruf manasıyla ilmi tek ölçü alan ve ilimle hakikati bulacağını iddia eden sapıtır. İlmi ve kendi aklını putlaştıranlar kendi yonttuğuna tapandan farksızdır. Böyleleri ilahi hakikate ulaşamaz, ilim ve akıl (taklidi ilim ve kuru bilgi) Şeriatın muhtevasını ve üstünlüklerini anlamakta yeterli değildir. İlahi hakikate ancak kalb yolu ile ulaşılır.
Taklidî ilmin kalıplaştırma manasına gelişine İBDA Mimarı şöyle dikkat çeker:
"İlim, kanunlarını mücerred tefekkürden alıp onları bir takım görünür nispetler içinde kalıplaştırma, sanat ise "büyük mücerred" peşinde ebedi bir arama ve kalıptan kaçınma işi... Birini akıl öbürünü ruh besler (...) İlim, hikmet planındaki derinliğine düşünceye nisbetle "teknik ifadesi içinde..." (5)
Eşya ve hadiseler her an yeni... Hayat kesintisizdir... Kalıp bilgisi olan ilimle hayata İslâmı tatbik etmemiz mümkün değil... Kalıplaşan ilim, hayatı kuşatamaz, çünkü hayat her an yeni... Sürekli yeni olan eşya ve hadiseler zeminini fethetmek için donuklaşmayan ve kalıp bilgisini aşan tahkikî ilim gereklidir. Kalıp bilgisine sahip ve nakilcilikten de öte geçemeyen Müslüman ilim adamlarının, İslâm’ın hayata tatbiki yolunda ortaya bir şey koyamamasının sebebi budur.
İlim ilgilendiği parça mevzuu bilir, fakat bütün üzerinde fikir yürütemez. Çünkü bütün, parçalann toplamından ayrı birşeydir. Unsurüstü terkip davasını bilmeden unsurları çözerek bütüne ulaşmak mümkün değildir... İlmin, mevzuyla kayıtlı olduğu unutulup gaye gibi görülmesi ilmin tarifine de aykırıdır. Tabii burada kastedilen aleti akıl olan maruf manasıyla ilimdir. Yoksa marifet manasındaki ilim değildir. Parçayı bütüne bağlamak, kültür-irfan işidir, maruf manasıyla ilmin işi değildir.
Rasyonalizm ve pozitivizmin de etkisiyle ilimde pozitivist bir anlayış hakim oldu; ilim, deney ve gözleme indirgendi. Taklidî ilim ise gayeleşti. Gayeleşen ilim adeta dinin yerini tutar oldu, ilme uyduğu kadarıyla dine inanıldı. Ve "İslâm, ilim ve akla uygundur" herzeleri ortaya atıldı... Parça mevzu olan ilim gayesinden sapmış ve kendisini merkezileştirip gayeleşmiştir. Aklı putlaştıran ilim, insanın ruhunu tahrip etmiştir. Halbuki hayatın hakikati ruhî hayattadır...
Taklidî ilim, kuru akılcıdır. Tahkikî ilim ise akıl üstü bir keyfiyet olan ruha bağlıdır. Biri akılda hapis kalırken diğeri aklı da kullanarak onun üzerine sıçrar... "İslâm, ilim ve akla uygundur” herzeleri şuurlu söylenirse küfre varır. Çünkü, Allah'ı mahluku olan akıl ve ilme tasdik ettirmek küfürdür... "Şeriat ölçüleri bedahet" olduğuna göre ölçülere kuru akılla yanaşılmaz.
Nakilcilik ve derlemecilik ancak taklidî ilim sınıfına girer. Çünkü tahkikî ilim sahiplerindeki "anlayış", nakilcilikle meydana gelemez... Kaynak eserlerden nakillerde bulunmak kişinin tahkikî ilim sahibi olduğunu göstermez. İyi bir nakilci ancak iyi bir taklidî ilim sahibidir. Çünkü nakilci âlim değildir... Bu hususta bir hadis meâli:
"Kuran okumakla Kur'an olmaz. Nakletmekle de ilim olmaz. Kuran hidayetle, ilim de anlayışla olur."
Şeriatın muhtevası ve üstünlükleri nakilcilikle anlaşılmaz. Çünkü nakletmek başka, anlamak başkadır. Hadiste belirtildiği üzere "nakletmekle ilim olmaz..."
Din büyüklerinin eserlerine el atmak için ne çetin şartların gerektiğini önceki satırlarımızda belirtmiştik. Fakat, günümüzde kendini gerçek ilim ehli diye gösteren ya da böyle gösterilmesine ses çıkarmayan nakilciler, din büyüklerinin adına konuşma yetkisini kendilerinde görmekte ve o büyüklerin muradı hakkında rahatça konuşabilmektedir. İslâma muhatap anlayışın "şuur süzgecine" sahip olmadıkları için de yaptıkları yorumlar o din büyüğünün (hadis de olabilir) muradına aykırı olmaktadır.
Böyleleri, taklidî ilim ve tahkikî ilim arasındaki farkı anlayabilseler kendi konumlarını da çözebilir. Ve "Din edeptir, edep ise hadlere riayettir" ölçüsünü çiğnememiş olurlardı. Maalesef, "âlim" ve "hocaefendi" diye tanınan nice kişi bu hikmetlerden bihaberdir. Netice şuraya geliyor: Büyük Doğu-İBDA İslama Muhatap Anlayışı olmadan hakikî ilim sınıfı doğmaz.
İslâm, ilim ve akla uyduranlar, sahâbilere ve Hadis müessesesine dil uzatanlar, mezhepler gereksiz diyenler, Tasavvufu ve Batın yolunu inkâr edenler, reformistler gibi birçok sapıklıkların ortada cirit atmasının sebebi İslâma muhatap anlayışın idrak edilememesidir. Manzaramız, Allah Resûlünün, "Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır, biri kurtuluşta 72'si ateştedir" hadisindeki gibidir... İBDA ise, "Allah ve Resulü davasında. Doğru Yol-Kurtuluş Yolu'nun bir alemi, bir remzi..." olarak pırıldamakta ve 72 fırkaya karşı Kurtuluş Yolu'nu temsil etmektedir.
Nakilci dediğimiz taklidî ilim ehli, ne kadar samimi olsa bile günümüz meselelerine cevap veremez. Çünkü Mutlak Fikrin günümüze tatbikî nakille olmaz... Mutlak Fikrin hayata tatbiki için "tatbik fikri" şarttır. Bu da nakilcilik ve ezbercilikle olmaz. Sistem çapında fikriyatla olur... Sadece nakilcilik ve ezbercilikte kalmak, Şeriatın anlaşılmasını ve hayata tatbik edilmesini engeller.
İslâmî bilmek ve tatbik edebilmek için irfan sahibi olmak gerektiği İBDA diyalektiğinde şöyle anlatılır:
"İslâmî bilmek ve tatbik edebilecek durama gelmek, ezbere klişeleri bilme, yâni "kura kabuk bilgisi işi" değil, bilmeyi bilici durama gelmeyi, yeni durum karşısında tavır alabilici melekeyi kazanmayı, tahassüsü edinmeyi, tek kelimeyle kültür-irfanı gerektirir. İrfan sahibi olmak, neyi niçin bilmesi gerektiğinin şuura ile öğrenmek ve tatbik etmek için... Tatbik etmek, hem aksiyon ifadesiyle mevzuunu aramak, öğrenmek ve düşünmek, hem de öğrendiğini ve düşündüğünü pratiğe geçirmek için..." (6)
Günümüzde ilim ehli olarak görünenlerin çoğu tahkikî değil, taklidî ilim seviyesindedir. Kaynak eserlere el atmak, onları ezberlemek ve nakletmek tahkikî ilim için yeterli değildir. Mühim olan o eserlerin mânâsını doğru anlamaktır. Bunun için muhatap anlayışın şart olduğunu belirtmiştik. Öyle ki, muhatap anlayış olmadan yapılan nakillere güven olmaz. Çünkü "anlayış" sahibi olunmadan kaynak eserlerin muradı nasıl anlaşılacak ve ayrı bir dile nasıl aktarılacak? Din büyüklerinin eserlerine hangi şuur süzgeciyle yanaşılacak? Nakilci ne kadar samimi olsa bile kendi şuur süzgecine göre anlayacak ve buna göre aktaracaktır. İslâma muhatap anlayışın şuur süzgeci olmadı mı nakilde şüphe doğar... Şunu da ayrıca belirtelim ki Şeriatı ve din büyüklerinin eserlerini kendi heva ve heveslerine ve küfür rejimine göre çarpıtarak nakledenler ise taklidî ilim sınıfına daha girmeyen sapıklardır.
Marifet bilgisi, kuru bilgiye üstün... Marifet ehli, işin aslında ve özünde gezer... İlim, alet olarak aklı alır. Tahkikî ilmin beslendiği ruhun yolu ise akla üstündür. Çünkü akıl, ruha bağlı bir keyfiyettir.
Maruf manasıyla ilim, irfanın karşısında bir hiçtir. Çünkü irfan olmasaydı ilim olamazdı. İrfan, varlığın hakikatini keşfeder. İlim ise, irfanın bulduklarıyla faaliyette bulunur, onları inceler kalıplara sokar, ilim, irfan ehlinin bulduğu terkibî hükümlerle faaliyete koyulur...
"Her ilim bir marifettir, her marifette bir ilim! irfan-kültür ise bilmeyi bilicilik halinde toplu ilim ve marifettir..." (7) "Her ilim bir marifettir, her marifet bir ilim!" diyen ilim ve hikmet mütehassısı Salih Mirzabeyoğlu bu ifadenin devamında şunu belirtir:
"İşte ham yobaz-kaba softa, kuru akılcı, ahmak ve daha bilmem kim bu sırrın gafilidir. Allah marifetsiz ilim ve ilimsiz marifetten korusun!.."
Müsbet bilim, insana doğruları gösteremez, insana mutluluk veremez. Müsbet bilgiler insanın özünü ve ruhunu bilemez. Bilakis, müsbet bilgiler putlaştırıldıkça insanın özünden ve hakikatinden uzaklaşılır. Ve böyle bir durum cahilleşmeyi doğurur. Günümüzde müsbet bilgilerle birçok buluş yapılmasına rağmen gittikçe insan özünden uzaklaşılması buna misaldir. Elektronik aletleri bilmeyen Sokrat, elektronik aletleri kullanan günümüzün sıradan insanından geri ve cahil kabul edilebilir mi hiç?
İmam-ı Gazali Hazretleri "fıkıh için ne kadar hadis bilmeli?" sualine, "bilmeyi bilecek kadar" diye cevap veriyor. Bilmeyi bilicilik (irfan) olmadan yüz bin hadis ezberleyen sadece "ezberci" olur, gerçek ilim ehli olamaz. Gerçek ilim ehli, İmam-Gazali Hazretlerine ait ölçünün idrakinde olandır. Ezberledikleri ayet ve hadislerle kalabalıklara ilim (!) satanlar daha ilmin ne demek olduğunu bilmeyen ahmaklardır... Büyük Veli, şu sözünde taklidi ilme işaret eder:
"İlim, insanın cehlini alır, fakat ahmaklığını almaz"
Fıkıh bahislerini ezberlemekle tahkikî ilim olmaz... "Talak, itak, lîan, selem ve icare" gibi meseleleri bilmek taklidî ilimdir. Yanlız bunlarla uğraşmak kalbin korkusunu azaltır ve karartır. Sadece bunlarla uğraşanlarda görüldüğü gibi... İmam-ı Gazil Hazretleri "ahiret yolu ve nefsin afetlerinin incelikleri bilgileriyle amelleri bozan şeyleri (anlayış ve itakadı bozan) bilmeye, dünyalığa kıymet vermeyip ahiret nimetlerine bağlanmaya ve kalbini Allah korkusunun kaplamasına 'Fıkıh ilmi' denirdi" diyor. (8)
Böylece tahkikî ilme işaret eder... "İlmin başı Allah korkusudur" ölçüsünü de burada hatırlatalım...
Gerçek ilim ve tefekkür ehli hakîm Salih Mirzabeyoğlu, mücerred mânâda ilmi şöyle ifade eder.
"Mücerred mânâda 'ilim', 'bilme' demektir... Bilme'nin hakikati de feraset ve anlayış, basiret ve kavrayışta... Bunun uç noktasında da, şiir idraki var..."
Tahkiki ilim mevzuunda Hazret-i Ebu Bekir'in sözü:
"İdrakî idrak etmek bir ilimdir!"
İlim adamı olmak iddiasındakiler, ilim haysiyeti adına şu soruların cevabını vermelidir.
"Bilme"nin hakikati mücerred mânâda "İslama muhatap anlayış" değil midir?.. İslâm'a muhatap anlayışı billurlaştıran ise BD-İBDA anlayış mihrakı değil midir?.. Ve İslam'a muhatap anlayışı billurlaştıran (Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu) gerçek ilim ve idrak ehli değil midir?
Batı tefekkürünü, İslam tasavvufu önünde hesaba çeken ve İslâm hikemiyat binasını kuran, tarih ve hal muhasebesini yapan, muhakeme ölçülerini koyan, yeni bir dil inşa eden, büyük İslâm diyalektiğini kuran, içi boşalmış İslâmi mefhumları ve hikmetleri yerli yerine oturtup muhtevalannı dolduran, İslâma muhatap anlayış davasını yürüten, Kurtuluş Yolu'nu çapraz çizgilerinden ayırıp gösteren, iştikak, marifet ve ledünnî ilim sahibi hakîm Salih Mirzabeyoğlu ilmin de hakikatini bize gösterendir...
Âlimler, Allah Resûlünün vârisleridir... Pazarlıksız Allah ve Resûlü davasını fikirde, ilimde aksiyonda billurlaştıran İBDA Miman Salih Mirzabeyoğlu, verasetin de şartlarını gösterendir.
İslama Muhatap anlayış olmadan ne Kuran, ne Hadis, ne Sahâbiler ne Ehl-i Sünnet Yolu, ne Mezhepler ne de Tasavvuf yolu anlaşılır. İBDA fikriyatı, her Müslüman’ın öğrenmesi gereken zarurî "ilmi" halidir, zarurî bilgisidir. İBDA, zarurî ve hakikî ilimdir... İBDA kütüphanesi tahkiki ilim sahibi olmak isteyenlerin başvuracakları adrestir.
 
Kaynaklar
1-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. islâma Muhatap Anlayış 2.Baskı sh.33
2-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. Hakikat-i Ferdiyye sh. 26
3-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. İbda Diyalektiği 3. Baskı sh. 97
4-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. İbda Diyalektiği 3. Baskı sh. 102
5-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. Necip Fazılla Başbaşa 2. Baskı sh. 98
6-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. İbda Diyalektiği 3. Baskı sh. 102-103
7-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. İslama muhatap anlayış 2. Baskı sh. 32-33
8-Salih Mirzabeyoğlu İBDA Yay. Sahâbilerin Rolü ve mânâsı sh. 47
Akıncı Yolu
Sayı 14
1 Haziran 1996
Güncelleme tarihi: Mayıs 2013