Türkiye'nin yeni dünya düzeninde sadece bir devlet olarak değil, bir medeniyet merkezi olarak var olabilmesi için, ideolojik rotasını kesin hatlarla belirlemesi gerekmektedir. Batı’nın dayattığı seküler ulus-devlet modeli, Türkiye için yıkıcı sonuçlar doğurmuş ve kimlik krizini derinleştirmiştir. Bu krizden çıkışın yegâne yolu, İslâmî bir hüviyetin ihyası ve "Başyücelik Devleti" perspektifinin hayata geçirilmesidir
Dünya, hızlanan jeopolitik gerilimlerin ve güç mücadelelerinin belirleyici olduğu yeni bir döneme girmiş bulunuyor. ABD’de Donald Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi ve Suriye’de Beşşar Esad rejiminin çöküşü, global güç dengelerini yeniden şekillendiren iki kritik gelişme olarak öne çıkmaktadır. Bu çerçevede Türkiye, kendi millî çıkarlarını azamî ölçüde koruyarak mahallî ve global arenada daha etkin bir aktör olmayı hedeflemelidir. Ancak, bu hedefin gerçekleşmesi, yalnızca siyasî ve ekonomik hamlelerle değil, Türkiye'nin kendini var edeceği ideolojik bir hüviyet inşasıyla mümkündür. Bu noktada, Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün sunduğu İslâm merkezli bir varoluş, Türkiye'nin geleceğini belirleyecek esas mihenk taşı olacaktır.
Türkiye’nin Kimlik Krizi ve İslâm’a Dönüş Zarureti
Tarih boyunca büyük medeniyetler, ancak kendilerini bir dünya görüşü etrafında yeniden inşa ettiklerinde gerçek anlamda sahneye çıkabilmiştir. Son iki asırdır hâkim olan komünizm, liberalizm ve kapitalizm bütün müesseseleriyle beraber iflas etmiş bulunmaktadır. Türkiye, yüz yıl süren bir kimlik bunalımı neticesinde Batı’nın taklitçiliğinden ve Doğu’nun istikamet belirleyemeyen hamlelerinden artık kendisini kurtarmak zorundadır. Bugün geldiğimiz noktada, İslâmî kimliğin ihyası Türkiye için sadece bir tercih değil, varoluşsal bir zorunluluk halini almıştır.
Büyük Doğu-İbda dünya görüşü, Türkiye’nin sahte Batılılaşma reflekslerini terk ederek, köklerine dönmesini ve İslâm’ı merkeze alarak siyaset, ekonomi ve içtimâî düzenini yeniden inşa etmesini öngörür. Bu bağlamda, Türkiye’nin yeni dünya düzeninde etkin bir aktör olabilmesi için önce kendi ruh köklerine dönmesi gerekmektedir. Çünkü ideolojisiz bir devlet, ruhsuz bir beden gibidir. Büyük Doğu’nun temel düsturlarından biri olan "Başyücelik Devleti" anlayışı, Türkiye'nin yeni global düzende nasıl bir rol üstlenmesi gerektiğine dair en berrak modeli sunmaktadır.
ABD ile Yeni Dönem: Çıkar İlişkileri ve İdeolojik Tavır
Trump yönetiminin yeniden iş başına gelmesi, ABD’nin dış politikasında köklü değişikliklere yol açma potansiyeli taşıyor. Önceki başkanlık döneminde olduğu gibi, Trump yönetimi geleneksel müttefikler yerine, pragmatik menfaat ortaklıklarını önceleyen bir yaklaşımı benimsemektedir. Türkiye açısından bu durum, belirli fırsatlar doğursa da, Büyük Doğu-İbda perspektifinden değerlendirildiğinde, esasen Batı eksenli bir düzende Türkiye'nin yalnızca araçsallaştırılmasına yönelik yeni bir hamle olarak değerlendirilmelidir. Batı için daha iyi bir araç olmak, Türkiye’yi, şartların kendisini zorladığı misyonu üstlenmesine değil, terk etmesine sebep olacaktır; ve başta da dediğimiz gibi Türkiye 100 senedir olduğu gibi Batı’nın aracı olarak kendi varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinde, İslâmî kimliğini belirginleştiren ve kırmızı çizgileri ile istikametini ortaya açık ve net bir şekilde koyarak tavizsiz bir tavır sergileyen bir politika benimsemesi zaruridir. Ekonomik ve askerî iş birlikleri, ancak Türkiye'nin bağımsızlığına halel getirmeyecek şekilde yürütülmeli; "muasır medeniyet seviyesi" söyleminin yerine, "Asr-ı Saadet medeniyetine rücu" perspektifi getirilmelidir.
Esad Sonrası Suriye: Yeni Bir İslâm Birliği Ekseni İnşası ve Türkiye’nin Askerî Varlığı
Esad rejiminin çöküşü, Suriye’de yeni bir siyasî düzenin inşasını kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye, bu sürecin en önemli aktörlerinden biri olmalıdır. Ancak, Türkiye’nin burada takınacağı tavır, salt jeopolitik kaygılarla değil, İslâm birliğini esas alan bir İslâm Birliği ekseni oluşturma çabasıyla şekillenmelidir. Büyük Doğu-İbda anlayışı, emperyalistlerin çizdiği yapay sınırların aşılması ve ümmet şuurunun tekrar ihya edilmesini zorunlu kılar. Türkiye’nin yeni Suriye düzeninde alacağı rol, bu ümmetçi perspektifle belirlenmelidir.
Bu süreçte, İslâmî yönetimi esas alan yeni bir Suriye devletinin teşekkülü için, Türkiye aktif bir destek sunmalı ve yeni düzenin Batı tarafından manipüle edilmesine karşı durmalı, bunun idare şekli ve kurucu yasalarının oluşturulmasında bu istikameti göz önünde bulundurmak suretiyle daha aktif bir şekilde destek sunmalıdır. Suriye'nin parçalanması veya kukla yönetimlere teslim edilmesi, İslâm birliği idealine darbe vuracaktır. Türkiye, bölgedeki Müslüman unsurlarla ve diğer İslâmî hareketlerle ortak bir zemin oluşturarak, sadece Suriye’nin yıkılan evlerinin değil, yeni bir düzenin inşasında öncü olmalıdır. Ayrıca, Türkiye’nin askerî varlığını Suriye’de daha güçlü bir şekilde hissettirmesi, bu sürecin başarıya ulaşmasında belirleyici olacaktır. İsrail’in bölgeye yönelik saldırılarına ve yayılmacı politikalarına karşı Türkiye’nin fiilî hamleler yapması ve bölgedeki istikrarı sağlamak için caydırıcı bir güç olarak konumlanması gerekmektedir.
Küresel Mücadelede Türkiye’nin Konumu: İslâmî Bir Alternatif Üretmek
Bugün dünya, Batı’nın ideolojik ve ekonomik krizlerle çalkalandığı, Çin’in yükselişinin ise insanlığa yeni bir ahlâkî çözüm sunamadığı bir süreçten geçmektedir. Küresel kapitalizmin çöküşü ve post-liberal düzenin sancıları, yeni bir alternatifin doğmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu alternatif, Batı taklitçiliği yahut Doğu pragmatizmi ile değil, Büyük Doğu-İbda’nın öngördüğü İslâmî model ile ortaya çıkabilir.
Türkiye, Batı ile Doğu arasındaki güç mücadelesinde edilgen bir aktör olmayı reddederek, İslâmî bir dünya görüşünü merkeze almalıdır. Afrika açılımı, Türk Devletleri Teşkilatı gibi projeler, ancak bu büyük ideolojinin hizmetine tahsis edilirse gerçek anlamda değer kazanacaktır. Türkiye’nin Asya, Afrika ve İslâm coğrafyasında üstleneceği rol, yalnızca ticarî veya askerî değil, aynı zamanda fikrî ve medeniyet kurucu bir misyon taşımalıdır.
Başyücelik Devleti Perspektifinde Türkiye’nin Geleceği
Türkiye'nin yeni dünya düzeninde sadece bir devlet olarak değil, bir medeniyet merkezi olarak var olabilmesi için, ideolojik rotasını kesin hatlarla belirlemesi gerekmektedir. Batı’nın dayattığı seküler ulus-devlet modeli, Türkiye için yıkıcı sonuçlar doğurmuş ve kimlik krizini derinleştirmiştir. Bu krizden çıkışın yegâne yolu, İslâmî bir hüviyetin ihyası ve "Başyücelik Devleti" perspektifinin hayata geçirilmesidir.
Türkiye, İslâmî kimliğini belirginleştirerek, dış politikasını ümmet bilinciyle şekillendirmeli ve İslâm Birliği eksenini inşa etmelidir. Batı ve Doğu arasında bağımsız bir güç olarak İslâmî bir dünya düzeninin temelini atmalıdır. Bu strateji, Türkiye’yi sadece mahallî bir güç olmaktan çıkarıp global bir medeniyet merkezi haline getirecek uzun vadeli bir yol haritası sunmaktadır.
Kemalist yahut İttihatçı bir psikolojinin burada bahsettiğimiz şekilde yeni bir ideoloji ortaya koyamayacağı son yüz yılda zaten açık bir şekilde görülmüştür. Psikoloji ve o psikolojinin çeşitli temayülleriyle devlet idare etme çapı da kapanmış bulunmaktadır. Müslüman, aynı delikten iki kez ısırılmaz. Biz birilerinin âleti olmak suretiyle yüz yıllık bir fetret devrini geçirdik; fakat dünya çapında gelinen nokta, şu dakikadan sonra geçen yüzyılda olduğu gibi parazitlere hayat hakkı tanımayacaktır. Dünya’da cereyan eden hadiselerin sürati göstermektedir ki, işleri öyle ileri vadelere ısmarlama çağı da çoktan kapanmıştır.
Bu süreçte Türkiye ya ortaya koyacağı yeni medeniyet tasavvuru, onun idare şekli, hukuku, kültürü ve ahlâkıyla tarih sahnesindeki misyonunu üstelenerek varlığını idame ettirecek yahut paramparça olup, yok olup gidecek. Bunun üçüncü bir şıkkı yoktur.