Yazımızın başlığı, Hürriyet gazetesinde köktenlaik Yalçın Bayer’in 8 Nisan 2007 tarihli “Yeter Söz Milletin” köşesinden alınma, bir Doçentin gönderdiği mektuptan. Aslında Yalçın Bayer gibiler, söz konusu yazıda eleştirilen yaşam tarzının bağlı olduğu sistemden sayılır. Yani bu iş sisteme karşı olma işidir, sistem içinde ancak ağlanarak vakit geçirilir, başka bir şey yapmak zor; lokal kazanımlar olabilir tabiî. Her şeyden önce işin sistem sorunu olduğunu bilmeli ve ona göre davranmalı diyoruz.
Yazıyı aynen veriyoruz:
YAŞAM tarzımız F tipi mini hapishaneye dönüştü.. Asansör, araba ve koltuktan oluşan ‘Bermuda şeytan üçgeni’nin gönüllü hücre hapsi olduğunu farketmeden göbekli bir toplum yarattık. Dünyamız, binalar ve caddelerle işgal edildi. Temiz havamız egzoz, sigara gibi kanserojen maddelerle kirletildi. Vücudumuz boyalı sıvı ve içkilerle şişirildi. Yemek kültürümüz, hormon ve sindirim sistemini altüst eden tıkınma kültürümüz yenik düştü. Hamburgerden kolaya, sigaradan oturgan yaşantıya kadar herşey insanları gönüllü olarak teslim alıyor. Geçtiğimiz yıl dünyada 7 milyon, son on yılda ise 60 milyon insan sadece yüksek tansiyondan öldü. Türk toplumu kalp damar hastalıkları, kanser ve bulaşıcı hastalıklarda millî bir felakete doğru hızla ilerliyor... Son 10 yılda kanserli hasta sayısı 6 kat arttı. Sağlıksız çevre ve yaşam tarzı nedeniyle her yıl 120 bin kişi kanser oluyor.
Yaşam tarzını düzeltmek yerine, hastaların teşhis ve tedavi sorunlarıyla baş edemeyen sağlık sistemimiz yorgun.. Felaket büyük: Ülkemizin sadece kalp-damar sağlığı alanındaki kayıpları bile, günümüzün işgallerinden, tsunamiden ve beklenen depremde tahmin edilen kayıplardan daha fazla, farkında değiliz. Herkes sonuçlarla uğraşıyor! Sebebler ne olacak?
(Doç. Dr. Kemal  YEŞİLÇİMEN)
Evet, herkes neticeyle uğraşıyor, sebepler ne olacak? Sebebler deyince, yazımızın başlığında belirttiğimiz gibi, global sistemi ve bu sistemin gönüllü kuklası olmamızı işaretlemek gerekiyor. Bu yapılmadıktan sonra, bataklık dururken sivrisineklerle uğraşmak söz konusudur. 
F Tipi Cezaevinde uzun müddet kalan biri olarak, iktibas ettiğimiz bu yazıya binaen, içeridekilerin daha şanslı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü onlar bir gaye için içerideler, oraya tıkılmaları onları haklı kılıyor. Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen’in belirttiği, “asansör-araba ve koltuk” tan oluşan modern hayat tarzından uzak çilelerini doldurmaktalar. Iztırabın insan için, insan iradesinin tezahürü için şart olduğu açısından de kârlılar. Tabiî bu şekilde düşünen F Tipi mahkumları için söylüyor ve çoğunun da sistem muhalifliğinden içeride olduğunu vurguluyorum.
F Tiplerine, düzen muhaliflerini atıp rahat ettiklerini ve kokuşmuş düzenlerini koruduklarını zannederler, cezaevinden bin beter “F Tipi yaşam tarzı”na mahkum olup, “asansör-araba-koltuk”tan oluşan “Bermuda şeytan üçgeni”nin gönüllü hücre hapsinde bir “göbek” uğruna ömürlerini tüketiyorlar. Biz buna “mekanik insan” diyoruz, “evi-işi-dişi” arasında sıkışmış “hayvanlaşmış insan” diyoruz. Televizyonu da ilave edelim; zaten modern hayat tarzında internetle beraber televizyon da var... “Teknolojiye karşı mısınız? diye aptalca soru sormaya gerek yok! Teknolojiye değil, teknolojiye esarete karşıyız, batı hayat tarzına karşıyız.
Bir hayvana, meselâ bir ineğe mikrofon uzatıp hayatın mânâsını sorsak “mooo!” der herhalde; yukarıda bahsettiğimiz gönüllü F Tipi mahkumlarının bundan farklı bir görüşü(!) yoktur. “Evi-işi-dişi” arasında sıkışmış hayvan gibi, hatta hayvandan aşağı bir hayat. Batıcı-nefsani hayat tarzında “rahat rahat yaşanıyor” deniliyordu, ama kazın ayağının öyle olmadığı görüldü.Modern hayat tarzından doğan psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar, hayatı zehir etmekte, ağız tadı bırakmamakta, obezden kansere, kalp ve damar hastalıklarından bulaşıcı hastalıklara kadar, bir savaştan daha çok zayiata yol açmaktadır. 
İşte, “savaşma seviş”, “vur patlasın, çal oynasın” anlayışının geldiği nokta. 
Yani “hayvan gibi hayat, oh ne rahat!” değilmiş aslında. Hayvandan farksız yaşayanlar, “nasıl yaşarsan öyle ölürsün” hesabı, geberip de gidiyorlar. Bu şekilde yaşayıp bu şekilde ölenlerin hatırı(!) için, hakikatin hatırını çiğneyip yalan söyleyecek değiliz!. Mesela şehit Zerkavî için Kumandan ne demişti: “İnsan gibi yaşadı, insan gibi öldü”... Hayat tercihlerden ibarettir, insan gibi yaşanıp insan gibi ölünebileceği gibi, hayvan gibi yaşayıp hayvandan beter de ölünebilir. 
F Tipinden çıktığımda, yine devletten kaynaklanan formalite eksikliğinden dolayı, bir gece de Bolu Terörle Mücadele Şubesinde kalmam icap etmiş ve bu yolculuk esnasında tıpkı animasyon reklam filmlerindeki gibi yolda vızır vızır gidip gelen arabalara bakıp yanımdakilere, “bu insanların telâşesi ne, böcek gibi neye koşturuyorlar” demiştim. Çok garip görülüyorlardı ve bu gözlem cezaevi psikolojisiyle falan geçiştirilemezdi. Zaten şimdi (çıkalı 2.5 sene oldu) aynı düşüncem pekiştiği gibi, dışarıda da böyle bir hayat tarzına mahkumiyeti kabul etmeyenlerle aynı fikirleri paylaşmaktayım, tıpkı Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen’le paylaştığım gibi. Demek ki, F Tipinden çıkışta gördüğüm o insanlar, dışardaki “F Tipi” hayata gönüllü koşturuyorlarmış.
Belki hayatım boyunca unutamayacağım o müşahedeyi o derinlikte tatmak için F Tipinde yatmam gerekiyordu. “Tatmayan bilmez” derler ya, ıztırabın insana verdiği başka bir şeyle kazanılmaz. Zaten insan tekamülünün olmazsa olmaz şartı ıztırabtır, ıztırabla iradenin birleşmesidir. Allah acısını çektirmediği nimeti vermez. Toplumlar için de bu geçerlidir. Eğer toplumlar “his iptali” içinde değilse ıztırabla olgunlaşır, yücelir. Iztırabı kalmayan insan ise, “F Tipi hayat” ile robotlaşır, kaybolur gider.
Geçenlerde bahçede bir kedi yavrusunu seviyordum. Merdivenlerden “pat,pat” diye inen genç yeğenim bana aceleyle selam verip gitmek istiyor. “Bak ne sevimli bir kedi yavrusu, gel biraz sev!” diyorum. Teklifimi yadırgar tarzda “amca, şimdi işim var!” diyor. “Bu kadar ne acelen var oğlum, bir kediyi sevemeyecek kadar!” diyorum. Yeğenim cevap veremiyor ve ısrarım üzerine istemiyerek de olsa, gelip kedi yavrusunu seviyor. Fakat bu 2-3 dakikalık muhabbetten de memnun kalarak ayrılıyor. 
İnsanların bu acelesi ne? Affedersiniz sanki tabakhaneye b.k yetiştirecekler! Beş dakika bile kendilerine ayıracak vakitleri yok. Hızlı yaşadığını zannediyor, cep telefonu araba markası arasında hızla hayatı kayboluyor. Aslında, gerçek hayatın mânâsı üzerinde kafası ve yüreğiyle yaşamıyor. Genelde insanlar kendi olmuyor, kendi hakikati üzerinde yaşamıyor; sanal bir dünyada, sanal bir birey olarak yaşayıp gidiyor. Tabiî buna yaşamak denirse. Sorarsan, kimse de hayatından memnun değil, mutlu değil!.Böyle bir çelişki de var.   
Tüketim toplumu olmuşuz. Ömrümüzü mânâsız bir hayata kölelik için, tüketip duruyoruz. Çok önemsiz işlerle meşgulüz ve hayatın mânâsı hakkında “hiç vaktimiz yok!”
F Tipi Cezaevleri’nin mucidi Amerikalı Profesör, F Tiplerinin amacını “kişiyi kendisinden başkası yapmak” olarak açıklıyordu. Dışardaki milyonları-milyarları Batıcı hayat tarzı sayesinde kendilerinden başkası yani “mekanik insan” yaptılar, kimilerini açlıktan, kimilerini fazla yemekten telef ettiler. Global yabancılaşma düzenine uymayanları da, F Tipi Cezaevlerinde başkalaştırmaya çalışıyorlar. Demek ki ümidimiz, F Tipi “hayat tarzını” kabul etmeyen ve F Tipinde de başkalaşmayan direnişçilerdir, global dünya düzenine topyekûn karşı olanlardır.
Aslında Sokrat’ın kalabalıkların bilhassa gençlerin önünü kesip “Yaşanmaya değer hayat hangisi?.. Kendini tanıyor musun?” diye sorması, Necip Fazıl’ın “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye haykırması ve “hazza göre değil, fazilete göre hayat’ın efsanevî direnişçisi Salih Mirzabeyoğlu’nun halen F Tipi Cezaevinde bayrak açması hep aynı mânâdadır.
Bu kişilere layık görülen ise, baldıran zehiri ve ölümüne darp ve işkence ve F Tiplerinde ömür boyu zindan. Fakat o kahramanların davalarından dönmemesi ve sonunda toplumlarını döndürmesi. Yaşanmaya değer hayat bu kahramanların hayatı olsa gerek! Öyle değil mi?
Duygu, düşünce ve irade, insana özgü vasıflar ve bu vasıfları korumak ve kollamak için F Tiplerine seve seve girilir; dışarıda gönüllü F Tipi “hayat tarzına” düşmektense. Şimdi adını hatırlamadığım Amerikalı bir yazar şöyle diyordu: “Bir ülkede sömürü düzeni kanunları işliyorsa, namuslu insanların yeri hapishanedir.”

Baran Dergisi 15. Sayı