Bir Hukuk Fakültesi hocasının sözleri bunlar ve ilave ediyor: “Yerine göre diktatörlük daha âdil olabilir.” Roma İmparatorluğu’nda cumhuriyet dönemindeki dökülen kanları ve kargaşaları misal veriyor.  Maksad, diktatörlüğü veya mo­narşiyi savunmak değil, krallık veya padişahlık rejimleri geri gelsin demek hiç değil!
Monarşilerde emir veren tek kişidir. Baştaki adil bir kimse ise sorun yoktur, fakat değilse işler kötü. Cumhuriyet veya demokrasi rejimlerinde ise, her kafadan bir ses çıkar. Diktatörlük tehlike­sinden kaçarken, bir otoritesizlik ve curcuna tehlikesi baş gösterebilir. Kötü monarşilerde bir kişinin zulmü varsa, kötü cumhuriyet ve demokra­side ise, her kurumun ayrı bir zulmü vardır. Monarşilerde Kral, kendinden başkasının çalmasına müsaade etmez, ama halkçı rejimlerde ise çalan çalanadır.
Cumhuriyet rejimimizden güncel manzaralar:
Rüşvet alırken vatandaşın kendi kamerasıyla tesbit ettiği Sakarya Ta­pu Müdürü ve iki memuru gözaltın­da.
İzmir İl Jandarma Komutanlığı, beş ilde eşzamanlı operasyon yapıp PKK’lı gerekçesiyle KESK’e bağlı çoğu öğretmen 36 kişiyi gözaltına al­dı. İzmir’de sendika yöneticisinin eşi ve misafiri çırılçıplak soyularak aran­dı. Öğretmenler, öğrencilerinin ya­nında aranarak küçük düşürüldü.
Bostancıda tek başına Polis ordu­suna 15 saat direnen ve polis amirini öl­düren, İsrail ve NATO hedeflerine eylemleriyle tanınan Devrimci Ka­rargâh militanı Orhan Yılmazkaya ile çay içenler bile gözaltında.
DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, “Türkiye kavramı ol­malı, Türk milleti değil. Türkiye ulu­su olmalı, Türk ulusu değil” dedi.
Küresel Barış ve Adalet Komis­yonu (BAK) üyeleri, İncirlik Hava Üssü’nün kapatılması amacıyla üs gi­rişinde eylem yaptı. Grup adına yapı­lan açıklamalarda, “savaş suçlarına ortak olmayın!” denildi.
Bursa’da Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi’nde çıkan yangında, yoğun bakım hastası 8 kişi nakil esnasında hayatını kaybetti.
Başka bir hastanede ise, henüz yaşayan bebek öldü diye karton kutu­da anne babasına teslim edildi, anne- babanın bütün uğraşlarına rağmen bebek kurtarılamadı.
Çapa Tıp Fakültesi’nin acil servi­sinin ambulans şoförü, çarşaflı hasta yakınını ve başörtülü kızını taşıdığı için azarlanıyor. Hasta yüksek ateşli haliyle altı buçuk saat bekletiliyor acil serviste. Annesi çarşaf giydiği için savsaklanan Aynur Tezcan’ın (30) beyin ölümü gerçekleşiyor.
Cumhuriyet, despotik idarenin zıddına, halkın kendi kendini idare etmesi diye biliniyor; respublica. Bizde ise 19. asırda Şinasi, bunu “cumhuriyet” diye tercüme ederek kullandı, “cumhur-halk”.
Batıcılık bizi batırdı; hem de “halk, hürriyet” diye diye. Batı ve Amerika ise şimdi Irak’a demokrasi ihracında. Irak kan gölü, diktatör Saddam dönemi aranıyor.
Ülkemizden manzaralara devam edelim:
Herşey sandıktan çıkmaya başlayınca ka­lite düştü.
Ehliyetliler değil, köşe dönücüler devri baş gösterdi. Demokrasi, ülkeyi ayak takımı ile yönetme rejimi, hele hele bizim gibi 3. dünya ülkelerine bu amaçla Batı taralından ihraç ediliyor, daha iyi kontrol etmek ve sömürmek için. Kendileri arasındaki ihtilaflarda, demokra­si çözüm vazifesini icra ederken, biz de bu­nun teamülü olmadığı için tersi olu­yor, birlik değil dağınıklık ve hizibçilik meydana geliyor. Batı bu durumu da gayet iyi değerlendiriyor. Bize demokrasi ihraçlarındaki gaye de sömürgeleştirmektir.
Tayyip Erdoğan’m üslubu, zart- zurt konuşması ciddiye alınamaz. Si­yasî yönelişleri ve partisinin duruşu önemli. Davos’ta Simon Peres’e pos­ta koyan Tayyip Erdoğan, şimdi de mayınlı arazileri İsrail’e peşkeş çek­me derdinde.
Zahid Akman: “Başbakan benim arkamda olmasaydı bu koltukta otu­rabilir miydim?” diyor. Doğru!
Güneydoğu’daki vatandaşlarımız,
“Dağlara mı çıkalım?” diye isyan ederken bizim baş müzakerecimiz Egemen Bağış da, güya AB’yi tehdit ediyor “Bizi almazsanız Bin Laden gibi oluruz” diyor. Güler misin, ağlar mısın?
Şu bir gerçek ki herkesin amacı farklı ve kimse kimseyi anlamak iste­miyor.
Meseleler kilitlendi.
Batıcı-İslâmcı kutuplaşması çö­zülmüş değil.
Amerikancı-Antiamerikancı saf­laşması gittikçe artıyor.
Güneydoğu (Kürt) meselesi de­vam ediyor.
Kıbrıs meselesi-Batının kaşıdığı Ermeni meselesi vs.
Herkesin devletle sorunu var.
Hacizler artıyor, kredi kartları ödenmiyor.
İntiharlar, cinayetler. Tam bir ka­os.
Asgari ücretten iş bulunamıyor. Asgari ücretten vergi alınıyor ama 500 milyon faiz alandan vergi alın­mıyor.
Vergide adalet yoksa, adaletten bahsedilemez.
Şimdi gelir dağılımından hiç söz edilmiyor.
Fert başına düşen milli gelir şöyle olmuş, böyle olmuş, cebimize giren ne?
Herkesin enflasyonu kendine.
Kollarında 1500 dolarlık saatlerle beş yıldızlı otellerde siyasetçilerin nutuklarındaki halk kim?
Bu işin sermayesi mi halkımız?
Rejim tartışmaları şimdi de Ana­yasa değişiklikleri çerçevesinde sü­rüyor.
“Egemenlik kayıtsız şartsız mille­tindir” deniliyor cumhuriyet rejimin­de, fakat uygulamada halk sermaye oldu, paspas oldu.
Bizim inandığımız ve önerdiğimiz rejimde ise, halka dalkavukluk değil, Hakk’a ve hukuka bağlılık esastır.
Demokrasi yalanına ve mutlakiyet rejimlerine karşı olan İBDA Mi­marı Salih Mirzabeyoğlu, “Başyücelik Devleti” eserinde şöyle diyor:
“Yüceler Kurultayı” vicdan ve “Başyüce” irade...
“Böylece, hak ve hakikatin muh­taç olduğu birbirini murakabe ve mu­hasebe edici iki ana merkez doğmuş olur; ve bu iki ana merkezin iş ve fi­kir kaynaşmasından doğacak olan vahdet, demokrasilerin varamadığı ve varamayacağı nizâmlı hürriyetle, demokrasilere zıd ve bütün şekillerin başaramadığı ve başaramayacağı hür disiplini, sağ ve sol kanatlardan hiç­birini incitmeden elinde tutar.”
Bizde devlet reisi olan “Başyüce”nin, dokunulmazlığı hakkındaki şu bilgiyi aynı eserden iktibas ederek mevzuumuzu noktalıyalım:
“Başyüce”den itibaren “Yüceler Kurultayı” âzasına ve topyekûn hükümet kadrosuna kadar ferdin, ka­nun muvacehesinde mesuliyetsizlik ve şahsî masuniyet gibi bir imtiyazı yoktur. Meselâ, sokağa tükürmek, “Yüceler Kurultayı”nda çıkacak bir zevk ve terbiye yasasına göre suçsa, zâbıta, bunu yapacak bir “Başyüce” ile bir “Yüce”yi, bir hükümet reisini veya bir çöpçüyü bir tutar.”
Hakka esaret mi güzel, lafta öz­gürlük mü?
 
Baran Dergisi 125. Sayı
4 Haziran 2009