İlk örneğini İtalyan Kent Devletlerinde gördüğümüz sistemik sermaye birikimi ve tarihi gelişim çizgisi içinde kapitalizmin büyüme, yayılma, nöbet değişimi süreçleri; tesadüfen bir araya gelmiş, masumâne, ticaret yapmaktan başka gayesi olmayan fert ve grupların; sonucu önceden kestirilmemiş, hesabı yapılmamış, bağımsız faaliyetlerinin bir sonucu değildi. Aksine, kapitalist yayılmayı her seferinde, daha büyük ölçekte yeniden üretmek üzere, devletler ve bunlarla işbirliği halindeki kapitalist güçlerin önderliğinde, hayli iyi düşünülmüş, kurgulanmış yönetim ve politikalardı.

Avrupa- kapitalizm birlikteliği söz konusu olduğunda, esas mesele: Bu birliktelikten önce piyasa ekonomisinin var olup olmadığı değil, zaten var olan piyasa ekonomisini kapitalizmin nasıl içselleştirdiği, dünya piyasalarına yeniden şekil verecek güce nasıl eriştiği ve Braudel’in deyişiyle: “dünyanın bu yeni düzenleyici gücüne” Avrupa’nın kendini nasıl uyduruğudur. Birlikteliğin geçmişi kent devletlerine kadar uzanır. Ve bir sürü değişim, dönüşüm ve merhaleyi içerir. En önemli özelliği de, ticari faaliyetlerin ve müteşebbis güçlerin bu coğrafyada temerküzü değildir. Bu tür faaliyetler, doğunun ticari hayatında zaten vardı. Özellikle Batı’ya has şeyler değildir. Kahire’den, Şam’dan kalkan tüccarlar Afrika’nın, Hindistan’ın en ücra köşelerine kadar, mallarını rahatlıkla sevk ediyor, antlaşmalarını yapıyor, parasını kolaylıkla transfer edebiliyordu. Fakat bu müteşebbis güçler ne kişisel, ne de devlet bazında Avrupa’daki eşdeğerleri gibi kapitalist bir oluşum içinde olma istek ve ihtiyacını hiçbir zaman duymadılar. Bu durumda izaha muhtaç olan konu: Feodal üretim tarzından kapitalist sisteme geçiş değil, bu güçlerle Avrupa’nın ittifakı ve bu oluşuma fidelik etmesindeki saiktir. Avrupa, kapitalizmin fideliğidir. Zira, böyle bir mucize ancak Avrupa’da gerçekleşebilir inancı, Avrupa insanı’nı motive eden en önemli faktör oldu ve buna inandırıldı. Diğer bir sebep: Devlet ve sermaye birlikteliğinin, kapitalist Dünya ekonomisinin gelişmesi için en uygun zemini bu coğrafyada bulmuş olması..Antik çağ ve Ortaçağ’dan beri süregelen eşya ve hadiseleri teshirdeki şuurun sakatlığı, Yahudi-Hıristiyan kültüründen beslenen Batı insanının bozuk mizacı, Avrupalılık olgusuna ve kapitalizme gelişip serpileceği en münbit araziyi sundu.

Sermaye, maddi genişleme evresini tamamlayıp, mâli genişleme safhasına evrildiğinde seyyaliyet kesbeder. Bu tür sermaye için devletler öne geçmek, iktidara sahip olmak ve bu süreçte kapitalist güçlerin desteğini almak için rekabet hâlindedir. Bu rekabet hâkim konumdaki devlet ve kapitalist güçlerin uzlaşması ile sonuçlanır. Modern devlet, kapitalist ulus devlettir. Yine Braudel’in deyişiyle: “Kapitalizm yalnızca devletle tanımlanır hale geldiğinde, kapitalizmin devlet olduğunda zafere ulaşır.” Modern devletlerin ne ticaret, ne de para ile olan muaşeretini, aralarındaki siyasi mücadele ve devlet-sermaye ittifakını sağlayan dengeyi bilmeksizin anlamak mümkün değildir.

İşin bir diğer boyutu: Maddi ve mâli genişleme süreçleri birbirini izledikçe, toplumsal ve siyasi sistemi yeniden düzenlemek ve denetim altına almak için, iktidar ve birikim ağları her dönem daha büyük çapta yeniden üretilmiştir. Yalnız bir şeyin göz ardı edilmemesi gerekir: Yayılma ve dağılma sonsuza dek süremeyeceğine göre, yaşadığımız son küresel krizde de görüldüğü gibi, bu işin çapı artık kuşatılabilir olmaktan çıktı. Kapitalist Dünya ekonomisini daha büyük ölçekte, yeni iktidar ve sermaye ağları, daha gelişmiş kamu ve özel kurum ve kuruluşları eliyle yeniden üretmek pek mümkün görünmüyor. Küreselleşme ihtiyacı zaten bunun tezahürü. Rekabet gücünü kaybeden ve devlet kontrolünden çıkan uluslar arası şirketler, çeşitli sebeplerle devletleştirilirken küreselleşme çaresizliğin politikası olarak gündemdeki yerini koruyor.

Amerika-İngiltere ittifakı, Amerika’nı hegemonik (önder olma)kabiliyetini yitirdiğinin farkında ve gücün devlet kurma, savaş yapma tarzında kullanımından vazgeçer konumda. Fransa ve Almanya’nın başını çektiği Avrupa ise, tekelci devlet kapitalizmi modelinde ısrarlı. Amerika-İngiltere bir şeyin daha farkında: Hegemonik gücünü yitirmiş modern devlet ve kapitalizmin birlikte çökebilir. SSCB’nin çökmesinden sonra, Amerika’nın tek kutuplu dünya hayali ve buna karşı mazlum halkların yükselen haklı talepleri, bunlar adına mücadele veren grupların yaktığı isyan ateşinin şiddeti, dünyayı tam bir kaos ortamına dönüştürebilir.

Batı metafiziği, düalizme mündemiç yapısı gereği aşırılıklar ve bunun ürettiği sorunlarla malül. Aşırılıkların özgürlük olarak sunulması da ayrı bir garabet. Şimdilerde aşırı hâle gelen ekonomik özgürlüğün ve dışlanmış sınıfının yaratabileceği krizin farkında. Bu sebeple devlet müdahalesiyle aşırılıkları törpüleyerek, serveti yeniden bölüştürmek, ekonomiyi tekrardan düzenlemek istiyor. Bu yöntemle küresel krizi aşabilme ve dünyada Amerika’ya karşı biriken nefreti mass etme niyetinde. Obama’nın başkan seçilmesi ve İslâm dünyasına vermeye çalıştığı mesajlar da bu stratejinin ürünü.

11 Haziran 2009 Baran Dergisi, 24. sayı