Bir Batılı, “Batı hayat tarzının ulaştığı her yer Batı’dır” diyor.
Bizdeki batıcı rejimin eğitim tezgahından geçmiş yani batı kültürüyle beslenmiş ve bunu gönüllü benimsemiş bazı üst rütbeli general ve bürokratların, siyasetçi ve prof.ların Amerikan karşıtlığı özde değil, sözdedir; ve ancak siyasi hesaplaşmalarda nefslerine dokunduğu kadardır.
Vatan, millet, bağımsızlık, kurtuluş ve sömürgeleşmeye karşı olma gibi temel kavramlar, bizdeki anlı şanlı generallerde, üst rütbeli siyasilerde ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nda en az bulunan şeydir.
Genelkurmay eski başkanı Yaşar Büyükanıt, vazife başında iken, “1919 şartlarındayız !” diye buyurmuş; fakat ondan sonra kurtuluşa dair, işgalcilere dair hiçbirşey yapılmamıştır. Neden?
Boğazına kadar Batıcı hayat tarzına batmış ve daha kötüsü bunu “aydınlanma” “ilericilik” ve “Kemalist devrimler” olarak görmüş olanların, anti- emperyalist söylemleri ne kadar ciddi olur; veya topyekûn bir kurtuluşu hakikaten istiyorlar mı?
Yarım kurtuluş olmaz, yarım kurtuluş dilenmez. Çünkü yarım kurtuluş, esaretin yumuşatılmış ve meşrulaştırılmış halidir.
Yarım kurtuluş, hiç kurtulamamaktan daha beterdir.
Çünkü, hiç kurtulamadığımızda, kurtulamadığımıza dair bir şuur bakidir; fakat yarım kurtuluşta ise, kurtulduğumuza dair bir inanç vardır ve bu da tam teslimiyete yol açar.
11 Eylül saldırılarında Bush demedi mi, “bu hayat tarzımıza bir saldırıdır.” İngiltere eski başbakanı Tony Blair demedi mi, “bu fikirler savaşıdır!” ve işin temelini, kültürel altyapısını Bush açıklamadı mı, “9. Haçlı savaşı başladı” diye?
Demek ki, önce kültür savaşı... Çünkü düşman seni işgale, hayat tarzıyla geliyor, seni kendine benzetip yozlaştırmak istiyor. Dilini bozuyor, alfabeni bozuyor, dinini bozuyor, şahsiyetini bozuyor; velhasılı, millet olarak seni bütünleştiren ne varsa onu bozuyor ve seni teslim alıyor. Bunu da, içimizdeki gönüllü Batılı ajanlarla yapıyor; içimizdeki jandarmalarla, gardiyanlarla yapıyor; devlet nimetlerinden faydalandırma karşılığında onlara yaptırıyor.
28 Şubat’ta 22 banka hortumlandı, halka ve onun değerlerine savaş açıldı, fakat sonra ne oldu? Amerika dün kullandıklarının bir kısmını bugün tasfiye ediyor; sebebi ise, halkı sevdiğinden değil, taktik değişikliğine gitme ihtiyacı duyduğundan. Bu sefer, din kisveli şarlatanlarla, şahsiyetsiz yalakalarla bu işi yürütüyor!
Diyeceksiniz ki hayat tarzları nasıl uyuşuyor?
Batının hayat tarzı temelde seküler yani dünyevidir.
Siyaseten ve hukuken Batı tarzı yürürlükte olduktan sonra, Batıya bir alternatif çıkarılmadıktan sonra, istediğin kadar camiye git, istediğin kadar oruç tut, istediğin kadar başını türbanla kapat, Batı ve Amerika için mesele yoktur ve esasında söylemde kalan böyle bir İslâmiyetle Batının bir alıp veremediği yoktur.
Demek ki Batı ve Amerika’ya gerçekten karşı oluş, bir alternatif hayat tarzı ve kültürü ile mümkündür, bu da bir ideoloji ve bunun aksiyonunun, kültürel, siyasi, hukuki, askeri, iktisadi, estetik vs. yönleriyle hayatı kuşatmasıyla; her sahada bunun verilmesiyle mümkündür. Topyekûn savaş ve topyekûn kurtuluş ancak böyle olur.
Batıcı hayat tarzını kabul edip Batıya karşı oluş, olsa olsa siyasi amaçlar içindir ve bu da Batılıların ve Batıcıların kendi aralarındaki mücadele gibi değerlendirilmelidir. Veya, Batının sömürgelerindeki taktik değişikliği olarak değerlendirilmelidir. Her iki grupta da temelde Batı ve Amerika’ya karşı oluş söz konusu değildir. Dolayısıyla Sabih Kanadoğlu veya Yalçın Küçük’ün “dinci dikta” suçlamaları, Batıya karşı olamamanın verdiği mevzuu saptırmasından başka bir şey değildir.
YÖK’ün eski başkanı Kemal Gürüz’ün 1-2 günlük gözaltından sonra “ben Amerikancıyım!” demesi ibretle izlenecek bir tablodur ve tüm Batıcıların içine düştüğü bir çukurdur, bir alçaklıktır. Bu duruma onların başka bir versiyonu olan günümüzün sözde İslamcısı, gerçekte ise “imânsız İslâmcı- sı” grup, cemaat ve partileri de dahil edebiliriz-etmeliyiz. Eski Batıcı ile yeni Batıcı grubun arasındaki kavgayı-operasyonları bu açıdan değerlendirmeliyiz.
Yazıklar olsun, “Amerikancıyım” diyen köpeklere, din adına Amerika’ya köpeklik edenlere!
Baran Dergisi 107. Sayı
29 Ocak 2009