Batı buhranını yenememiştir. İhtiyar Batının keleş evladı Amerika ise “Yeni Dünya Düzeni” ile dünyaya zulüm ve düzensizlikten başka bir şey sunamamıştır. Sovyetlerin göçmesinden sonra ABD ve İsrail’e karşı Müslümanların elinde yükselen antiemperyalist mûcadele bayrağı, doğan yeni bir dünyayı işaretlemektedir. Beklentimiz ve gayretimiz odur ki, Anadolu merkezli kurulacaktır “yeni dünya”. Bu sıcak günlerin arefesindeyiz ve Türkiye’deki kargaşa ve iç savaş ortamı buna işaret.
Görev süresinin bitimine 3 ay kala lâikliğin beşiği sayılan Fransa nın Cumhurbaşkanı Jacgues Chirac çarpıcı açıklamalarda bulundu. Chirac şöyle dedi: “Liberalizm komünizm kadar tehlikeli. Liberalizme inanmıyorum, sonu komünizm gibi olacak. Komünizm ile liberalizm arasında bir çözüm arıyoruz.”
Batı, bunalımından kurtulmak için yeni bir nizam arama ihtiyacıyla iki dünya savaşı (I ve II. Cihan Harbi) geçirmesine rağmen çıkış yolunu bulamadı ve urlaşan yapısı ile yolun sonuna geldi. Batının aradığı ve Fransa Cumhurbaşkanının dillendirdiği çözümün adresi belli: İslâm ve onun çağımızdaki dünya görüşü BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı. Tarihçi Arnold Toynbee, “İstikbâl İslâmındır. Denenmemiş tek o var.” demişti. Artık yeni bir dünya doğuyor. Çöken kültür-Batan medeniyet Batı ve Doğan Dünya- Gelen vade ise, İslâm Fikir çağı yani İBDA çağı...
Biz, “İstikbâl İslâmındır” sözünü kuru kuruya söylemiyoruz, fikir ve aksiyon mihrakı olarak, Doğu ve Batı dünyalarının muhasebesini yapmış bir dünya görüşü olarak söylüyoruz. Ve şunu da ilâve ediyoruz: Dünyada ve bizde sistemin bittiğini uzun uzadıya anlatmaya gerek yok! İflâsını bangır bangır ilân eden ve herkesin bildiği gerçek bu. Sistem bitti, ortalık toz duman, peki ne yapmalı, nasıl yapmalı ve çöken sistemin yerine teklifimiz ne olmalı? Eğer bir şey yapmıyorsak ve ağlayıp sızlanmayla yetiniyorsak, mevcut sistemi yaşatan bir ahlâksız oluruz sadece. Örgütlenemeyen ve örgütlü mücadele edemeyen başarılı olamaz. İşgal ve sömürü düzenine karşı dik duruşumuzu sağlayacak olan sistemli fikir ve bunun mücadele aracı örgüt şart. Kendinden zuhurumuzla kurtuluşçu saflarda yerimizi almamız ve kenetlenmemiz şart.
Bizdeki Batıcılar, ne kendi kültürlerini bilirler ne Batıyı. “Batıcıyız” derler ama Batıyı bilmezler, Batıyı menba ve mensabıyla tanımazlar, Batının çektiği çilelerden bîhaberdirler; çünkü fikir çilesine yabancıdırlar. Bizdeki Batıcılar kuru kuruya Batı hayranıdırlar; Necip Fazıl’ın  dediği gibi “keşke Batıyı bilselerdi!”
Bizdeki Batıcılar, Ortaçağın karanlıklarında Batı domuz hayatı yaşarken İslâmın altın çağını yaşadığını ve Batının rönesansını İslâma borçlu olduğunu bilir ama yine de körükörüne Batı hayranlığından vazgeçmezler, insanlığın tarihini hasılı herşeyi Batıdan başlatır ve “varlık sebebi” olarak da Batıyı görürler.
Bizdeki Batıcıların (batırıcıların) aşağılık psikolojisini Batı Tefekkürü ve İslâm tasavvufu kanatlarında yükselen İBDA Külliyatının “İstikbâl İslâmındır” adlı eserinden bir tesbitle gösterelim:
“Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi” isimli eserine, “bugünkü dünya, yalnız Avrupa’dan ibaret olmadığı gibi, Avrupa tarihi de yalnız başına bir dünya tarihi değildir” diye başlayan ve bugün Avrupa’yı Avrupa yapan bütün fikir ve ilim temellerini İslâm’a bağlayan doktor Sigrid Hunke’nin eseri, bu mevzuda başlıbaşına bir kaynak olan şaheser... Bizdeki Batıcılar bu Müslümanın eserine bakarlar mı?.. Ve, “Rönesans’tan bugüne kadar yetişmiş hiçbir Avrupalı filozof yoktur ki, İmam-ı Gazâlî’den ışık almış olmasın!” hakikatini bilebilecek kadar Batı’yı tanıyorlar mı?.. Meyhaneci ve kerhâneci mizacıyla Batı’ya sulanan beyinsiz aydın(!) takımı, keşke gerçekten Batı’yı biliyor olsalardı!..”
Güncel siyasî bir mevzu çerçevesinde görüşlerimize devam edelim. Alaattin Çakıcı tarafından, “Küresel medya patronlarının Türkiye’deki işbirlikçi elemanı” diye haklı bir şekilde suçlanan ve “akıllı olması” öğütlenen Can Dündar hakkında bir de şu yakıştırmada bulunmuştu: “Merak ediyorum sizin adınız Can mı, Jean mı?” Bu yakıştırmadan Can Dündar’ın memnun kalıp kalmayacağı tartışılabilir. Çünkü Batı özentisi içindekiler isimlerinin gavur ismine benzemesinden haz edebilirler. Açıkça söylemeseler bile şuur altında bu gizlidir, psikolojileri buna çok yatkındır. Alaattin Çakıcının ise Batı tarzı milliyetçilikle Can Dündar’la aynı soydan olup olmadığı da ayrı bir dava. Bilindiği üzere “milliyetçilik” yani kavmiyetçilik Fransa ihtilaliyle doğmuş ve özellikle Batı tarafından İslâm ümmetini  bozmak için Müslümanlar arasına sokulmuştur. Yani “ulusçuluk” batı tarzı ideolojidir ve İslâm dışıdır. “Sahte milliyetçiler’e dikkat edilmeli, çünkü milletimizin paryalaşmasında payları vardır; söylemler farklı olsa da.
Can Dündar’ın, adam olmayı Batılı olmak kabul eden aşağılık Batı hayranı tavrına örnek bir yazısından bahsedeceğim. Malum olduğu üzere Batı, ilim, sanat ve medeniyeti İslâmdan aldığı gibi temizliği de İslâmdan öğrenmiştir ve iç çamaşır isimlerine varıncaya kadar bir çok kelime Arapça’dan Batı dillerine geçmiştir. Vücut gözeneklerini açar ve hastalığa yol açar diye yıkanmaya karşı olan ve vebadan kırılan Batı’nın sonunda temizliği öğrenmesini Can Dündar, “insan aklı, temizliğin sağaltıcı etkisini kavramış” diye değerlendirir. Onlara göre, insanlık ve medeniyet Batıyla başlıyor ya yıkanmayı da Batı keşfedince bütün insan aklı da keşfetmiş oluyor. Bizdeki Batıcı zekası bu kadardır. Bunların ne Batı kültürüne katkısı vardır, ne Doğu kültürüne.
Doğruluk, samimiyet ve temizlik üzerine kurulan İslâm dini ve mütefekkir Necip Fazıl’ın, “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı” tesbiti. Bunun için denmiş, “Işık Doğu’dan Yükselir”. Her Peygamberin yeni bir sanat sahibi olması ve son Peygamberin bütün hikmetleri toplayıcı oluşu. “Medeniyet” kavramının İslâma has oluşu ve Batıda bunun karşılığı olmayışı. Mustafa Saka gönüldaşımızın Aylık dergisinin Şubat 2007 sayısında “Medenî Millet, Köylü Ulus” yazısı, bu hususta ufuk açıcı bir incelemedir. Batılılaşma maceramız boyunca korkunç bir kavram kargaşası yaşadığımızı ifade eden Saka, bu kargaşadan kurtulmak için gerekli kültür temellerinin idrakında olarak şöyle der:
“Biz, Büyük Doğu- İbda’ya kadar kavramsız ve kavrayışsızdık.”
Batı, rönesansını, Haçlı Seferleri’nden ve Endülüs İslâm medeniyetinden aldıklarına borçluyken, birçok ilmî buluşlarla birlikte, pamuk, kahve, kâğıt, şeker kamışı, karabuğday, keten, kenevir, cam vs. ye kadar Doğudan almışken, Batı hayranlığı ve Batıyı insanlık merkezi görmek de ne oluyor? “İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi” adlı eserinde Ahmed Gürkan şöyle diyor:
“Haçlı seferlerinde Garb, Şarkı alamadı. Haçlılar Şark’ta milyonlarla mahvoldular, fakat birbuçuk asırdan fazla süren bu sekiz Haçlı muharebesi iptidaî Garbın yüksek Şarkı tanımasına sebep oldu. Bu tanıyış ki Garbın idrakını açtı.
Garblılar yel değirmenlerini bu sayede öğrendiler. Kanallarla ziraat yapıldığını da, bu seferlerde gördüler. Oyuklu ok, trampet, silahlık, top barutu gibi askerî şeyleri de bu sayede elde ettiler. Müslüman rakamı, “chiffre arab” diye Garba bu seferlerden sonra geçti. Otomatik saatten ipekli kumaşa kadar herşeye karşı Garbın gözü kamaşıyordu. Neye uzatmalı, Garblılar, don ve gömlek giymeyi bile, İslâmlardan öğrendiler. Gömlek manâsına “chemise” kelimesi Arabçanın “kamis” kelimesinden alınmadır”.
Şimdi de, “İslâm Sanatı 500 yıl ileri” başlığını atan Sabah gazetesinin haberini okuyalım: “Saygın bilim dergisi Science’taki araştırmaya göre, İslâm âlemindeki sanatçıların çinilerde kullandıkları geometrik desenlerin formülünü Batılı matematikçiler 500 yıl sonra keşfedebildi. Dergi, bu desenlere örnek olarak Bursa’daki Yeşil Cami’yi de verdi.”
Tabiî bu haberler Can Dündar gibilere bir şey söylemez.
Necip Fazıl’ın, “Davayı temellendirici baş eserim, vücut hikmetim” dediği “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinden Avrupa:
“Avrupalı, aşağı yukarı şu temel unsurlardan mürekkeptir: Metod, sistem, akılla maddeye tahakküm sistemi, laboratuvar tecrübesi, Yunanî ve hendesî zevk...”
Devamında ise Avrupalılık:
“Bir asırlık Avrupalılaşma gayretimiz, eğer bizi gerçekten bir arpa tanesi boyu Avrupalıya yaklaştırabilseydi, bu beş unsurdan birer parça hisse alır ve hisseciklerle anlardık ki, bu gidiş kof ve sahtedir.”
Ve yine aynı bahiste Üstad, bizdeki Avrupa hayranlarını şöyle tasvir eder ve Müslümanların hak ve vazifesini şöyle sıralar:
“ Ne Şarklı, ne de Garblı olan bizim asrî yobazlarımızdır ki, bu incelikleri ebediyen göremiyecek ve anlayamayacaktır. Bilemeyeceklerdir ki Batı’yı anlamak hakkı, herşeyi anlamak hakkıyla beraber sadece Müslümandadır.”
Ezbere Batı düşmanlığından bahsetmiyoruz. İBDA fikriyatı, Batı tefekkürü ve İslâm tasavvufu kanatlarında yükselir, birinciyi ikincinin önünde hesaba çekerek. Ve mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, “Onları (Batıyı) bilmeden, bizi (İslâmı) bilemeyiz!” diyor. Bizim külliyatımızda ezbere ret veya kabul yoktur; körükörüne değil, bilerek, anlayarak inanma söz konusudur. Her fikir kendi zıddını dışarda bırakmaktır ve neyi dışarda bıraktığını bilmeyen neyi içeri aldığını da bilmez. Belki taklidî iman için bu şart değildir, ama tahkikî iman için şarttır.
İBDA’nın tanıtıcı vasıflarından: “Batı dünyasını bütün oluş sırları ve olamayış hikmetleriyle süzgeçten geçirmiş olmak... Batıl olanı güzelleştirmeyi bilen Batı’ya karşılık, Hakkı çirkinleştirmeyi beceren kaba softa ve ham yobaz tipini, kökünden kazıyıcı idrake ulaşmış olmak.”
Batı merkezli değil, İslâm merkezli düşünmek ve yapmak için tatbik-vasıta sistemi şart; yani İBDA. Toplumun genel fikir çerçevesine Büyük Doğu İdealini yerleştirmek, yürüyen Büyük Doğu olan İBDA ile mümkündür. Batı karşısında kölelikten kurtuluşumuz, Batıyı temelinden muhasebe eden yenilikçi İBDA sistemiyle mümkündür ancak.
Batılılar ocağımıza incir ağacı dikti, hâlâ AB kapılarındayız! Asrî küfür yobazlarının yakasına yapışmadan ve onlara Batıcı ihanetlerinin hesabını sormadan, -ki, bu bir iç savaş demek- kurtuluşumuz yoktur.


Baran Dergisi 10. Sayı