Batı estetik teorilerinin ulaştığı noktalar, bütüncül bir perspektiften bakıldığında ya menzili belirsiz arayışlar ya da temelden yoksun kalmış sezgiler olarak görünür. Her biri, "Sanat, Allah'ı aramaktır" şeklindeki merkezî formülasyonun bir parçasını aydınlatır ama bütününü kuşatamaz. Büyük Doğu-İBDA, sanatı kendi başına bir amaç veya bir araç olarak değil, "Bütün Fikrin Gerekliliği" ilkesi doğrultusunda, hakikati arama sürecinin estetik idrak mertebesi olarak tanımlar
Sanatın mahiyeti ve işlevi, felsefe tarihinin temel problemlerinden birini teşkil eder. Sanat eserinin ontolojik statüsü, estetik yargının dayanakları ve sanatın insan ve toplum üzerindeki etkisi, sayısız düşünce sisteminin merkezinde yer almıştır. Batı tefekkürü bu alanda, her biri hakikatin bir veçhesine temas eden, fakat bütüncül bir çerçeve sunmakta yetersiz kalan önemli teoriler geliştirmiştir. Bu yetersizliğin temel sebebi, sanat problemini mutlak bir referans noktasından kopuk, kendi içinde kapalı bir sistem olarak ele alma eğilimidir. Büyük Doğu-İBDA dünya görüşü ise sanatı, varoluşun bütününü anlamlandıran "Bütün Fikir"in ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırarak bu parçalı yaklaşımları aşan bir perspektif sunar.
20. yüzyıl felsefesinde, özellikle Heidegger ile birlikte sanat, eşyanın gündelik ve bir alet olarak kavranışının ötesinde, "Varlığın hakikatinin" kendini açığa vurduğu bir hadise olarak yorumlanmıştır. Bu yaklaşım, sanatı pozitivist indirgemecilikten kurtararak ona yeniden ontolojik bir derinlik kazandırması açısından önemlidir. Ne var ki, Heidegger'in "Varlık" kavrayışı, aşkın ve şahsi bir failden yoksundur. Varlığın hakikati sezilir, ancak bu hakikatin kaynağı olan “Mutlak Varlık” idrak edilemez. Bu perspektif, Büyük Doğu-İBDA açısından, faili meçhul bir eyleme tanıklık etmekten öteye geçemez. Sanat, Varlığın kendisinin değil, varlığı var edenin Esmâ ve sıfatlarının bir tecellisidir. Dolayısıyla arayış, isimsiz bir "Varlık"ta son bulamaz; O'nun sahibine yönelmek zorundadır.
Batı düşüncesindeki anlam krizinin en radikal teşhisi ise Nietzsche tarafından yapılmıştır. Geleneksel değerlerin çöküşüyle ortaya çıkan nihilizme karşı Nietzsche, sanatı insanın "anlam yaratan" iradesinin bir zaferi olarak konumlandırır. Bu “iradeci” çözüm, anlamın kaynağını aşkın bir hakikatten alıp insanın şahsi iradesine gömer. Bu durum, nihilizmi aşmaktan ziyade onu derinleştiren, insanın kendi nefsini mutlaklaştırdığı trajik bir yanılgıdır! Büyük Doğu-İBDA'ya göre anlam, insan tarafından "yaratılan" değil, Mutlak Fikir’e tâbi olmakla "bulunan" bir hakikattir. Sanat, anlam yokluğuna karşı bir isyan değil, mutlak anlamın varlığına duyulan hayranlığın ve teslimiyetin ifadesidir.
Sanatın işlevine dair bir diğer yaygın yaklaşım ise onu psikolojik bir mekanizmaya indirgeyen görüştür. Aristoteles'in "katharsis" kavramı ve Freud'un "yüceltme" teorisi, bu psikolojist yaklaşımın en bilinen örnekleridir. Bu teorilere göre sanat, bastırılmış duygulardan arınma veya ilkel dürtüleri sosyal olarak kabul edilebilir formlara dönüştürme işlevi görür. Bu tespitler kısmen doğru olsa da sanatın teleolojik gayesini göz ardı eden bir mânâ içerirler. Sanatın sağladığı psikolojik denge, onun nihai amacı değil, olsa olsa ikincil bir sonucudur. Büyük Doğu-İBDA için sanatın temel fonksiyonu, insan ruhunu (nefs) terbiye etmekten öte, onu ait olduğu Mutlak Hakikat'e yöneltmektir.
Kant'ın estetik teorisi ise güzellik yargısının evrenselliği iddiasıyla daha ileri bir noktaya işaret eder. Güzellik yargısının “özne”l bir duyguya dayanmasına rağmen cihanşümul bir rıza talep etmesi, Kant'a göre insanlarda ortak bir duyuşun (sensus communis) varlığına delalet eder. Bu, tüm insanlarda ortak olan fıtratın seküler bir ifadesidir. Ancak Kant, bu ortaklığın temelini aşkın bir kaynağa değil, aklın kendi yapılarına dayandırır. Büyük Doğu-İBDA ise bu “evrenselliğin” temelini, tüm insanların yaratılışında mevcut olan ve tek bir Mutlak Güzel'e yönelme potansiyelinde bulur.

Sonuç olarak, Batı estetik teorilerinin ulaştığı noktalar, bütüncül bir perspektiften bakıldığında ya menzili belirsiz arayışlar ya da temelden yoksun kalmış sezgiler olarak görünür. Her biri, "Sanat, Allah'ı aramaktır" şeklindeki merkezî formülasyonun bir parçasını aydınlatır ama bütününü kuşatamaz. Büyük Doğu-İBDA, sanatı kendi başına bir amaç veya bir araç olarak değil, "Bütün Fikrin Gerekliliği" ilkesi doğrultusunda, hakikati arama sürecinin estetik idrak mertebesi olarak tanımlar. Bu çerçevede sanatçı, sadece bir “estet” (yargı ve beğeni sahibi olma yetkinliği) değil, aynı zamanda "mütefekkir-sanatkâr" kimliğiyle, varoluşun en derin anlamını madde planında görünür kılan kişidir. Böylece sanat, aslî ve nihaî gayesine, yani Mutlak Hakikat'e olan yolculuğun en soylu ifadelerinden biri olma statüsüne yeniden kavuşur.