Çağımız, insanlık tarihinin en büyük paradokslarından birine sahne olmaktadır: Özgürleşme vaadiyle sunulan teknolojiler, tarihin en kapsayıcı kontrol mekanizmalarını inşa etmektedir. Ulus devletin egemenliğinin borçla, insan iradesinin ise propagandayla erozyona uğratıldığı bir zeminde, "verimlilik" ve "güvenlik" adına yeni bir küresel teknokratik mimari, duvarları şeffaf bir zindan olarak yükselmektedir
Karşı görüş şöyle der: "Bu bir zindan değil, aksine bir kurtuluştur. Tıkanan siyasetin, yolsuzluğun ve insani hataların yerine; veriye dayalı, objektif, hızlı ve verimli sistemlerin geldiği bir aydınlanma çağıdır. Olan şey, ilerlemeye karşı duyulan bir korkudan ibarettir."
Evet, bu sistem rıza ile inşa edilmektedir çünkü "verimlilik" ve aptalca bir "kolaylık" gibi karşı konulmaz vaatler sunar. Ancak bu vaatler, özgürlüğün maliyetini gizleyen ideolojik bir perdedir. Unutmamalı: Zindanı zindan yapan esas düşünce hatası, bizatihi firar etme inancının ve iradesinin ortadan kalkmasıdır.
Devletler, küresel finans oligarşisine olan devasa borçları sebebiyle siyasi egemenliklerini kaybetmiş ve vatandaşlarına hizmet etmek yerine tefecilere borç ödeyen birer icra dairesine dönüşmüştür. Siyasetin bu iflası, bir meşruiyet boşluğu yaratmaktadır.
"Akılcı yönetim" olarak sunulan teknokrasi, aslında siyasetin en totaliter biçimidir, çünkü kendisini "siyaset dışı" olarak pazarlar. Bu anlayış, insan iradesini "verimsiz bir gürültü" olarak kodlayıp denklem dışına iter. Algoritma, kimin borcunu ödeyip kimin refahından kesinti yapacağına karar verirken, bu kararın ardındaki kıymet hükümlerini ve güç ilişkilerini gizler.
"Kişiselleştirme" söyleminin ardındaki mülksüzleştirme
Google, Meta gibi veri baronları, insan tecrübesini bir hammadde olarak kullanarak, gelecekteki davranışları tahmin eden ve şekillendiren bir gözetim mimarisi kurmuşlardır. Bunun neticesi iradeye yönelik bir gasp etme faaliyetidir.
Yakından bakıldığında "adil takas" ve "rıza" söyleminin, sürecin en büyük aldatmacası olduğu görülür. İlk olarak, sözleşmenin şartları asimetriktir; ‘kullanıcılar’ ne verdiklerini ve bunun nasıl kullanılacağını asla tam olarak bilemezler. İkinci ve daha önemlisi, bu hizmetler artık birer "tercih" değil, sosyal ve ekonomik hayata katılımın bir ön şartıdır. Sistemin dışında kalmak, dijital bir aforozla cemiyet planından dışlanmak anlamına gelir. Dolayısıyla "rıza", bir özgür irade beyanından çok, alternatifsiz bırakılmış birinin zorunlu teslimiyetidir. "Kişiselleştirme" adı altında pazarlanan şey, ruhumuzun en mahrem eğilimlerinin metalaştırılması ve irademizin en yüksek teklifi verene satıldığı bir pazarın kurulmasıdır. Burada söz konusu olan şey insanın en temel sığınağı olan kendi iç dünyasının mülksüzleştirilmesidir.
Dijital tiranlık

"Akıllı şehirler", "öngörücü polislik" ve "sosyal kredi sistemleri", insanı matematiksel formüllere hapseden, önyargıları otomatikleştiren ve itiraz hakkı tanımayan dijital bir tiranlık mimarisidir.
Mesela geçmişte polis tarafından “suçlu” olarak mimlenmiş bir mahalle, algoritma için gelecekte de daima potansiyel olarak "riskli" bir yerdir; böylece önyargı, kendini gerçekleştiren kehanete dönüşür ve bir kısır döngüye girilir. Algoritma için siz, geçmiş verilerinizin bir toplamından ibaretsiniz; pişmanlık veya iradi bir dönüşüm onun için anlamsızdır.
Dijital egemenlik
Bu küresel mimariye karşı direniş, veriyi vatan toprağı kabul eden, millî altyapılar kuran ve teknolojiyi kendi medeniyet değerlerine göre şekillendiren bir "dijital egemenlik" iradesiyle mümkündür.
Asıl mesele, teknolojiyi reddetmek değil, onun teslimiyet koşullarını reddetmektir. Dijital egemenlik, "internetin fişini çekmek"le çözülemez. Asıl hedef, bunun ahlâkını ve hukukunu yaşanmaya değer hayata nisbetle ikame etmektir.
Mücadele, teknolojiden öte, onu fetişleştiren ve onu insan iradesinin üstünde bir kader olarak dayatan teknolojik determinizm ideolojisine karşıdır.
Sonuçta rıza ile inşa edilen bu zindandan çıkışın ilk adımı, "verimlilik," "kolaylık," ve "güvenlik" vaatlerinin ardındaki diyalektiği kavramak ve bu rızanın aslında üretilmiş ve öğretilmiş bir çaresizlik olduğunu fark etmektir. Çözüm, onu yeniden insan iradesinin, ahlakın ve egemenliğin hizmetine sunacak bir dünya görüşü ortaya koymaktır.