Geçmişte yaşanan hadiseler, gelecekte yaşanabilecek benzer vakıalar karşısında nasıl tavır alınması gerektiği hususunda misal teşkil eder. Geçmişin hatırlanma düzeyi, ferdin hafıza düzeyinin ifadesidir. Hafıza, fertlerin geçmişten misallerle yaptığı zihnî simülasyonlar yolu ile problemlerin üstesinde gelme istikâmetini belirler; hafızanın kudreti başarı düzeyini yukarı çeker.
Toplumları teşekkül ettiren fertlerdeki bu hâlin topluma aksetmemesi de düşünülemez. Bu akisin neticesi “toplumsal-içtimaî hafıza”dır. Bir toplumun hafızasında tuttuğu geçmiş tecrübelerin desteği ile içinde bulunduğu an için geliştirmiş olduğu tavır, hayat anlayışı, gelenek vs., kısacası içtimâi hafıza, aslında geçmişe değil geleceğe dönük bir projeksiyondur.
Bu hassanın oluşumunda siyasî, iktisadî, içtimaî faktörler tesir sahibidir. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu tecrübî şeyler tabir-i caizse toplumun gen haritasını oluşturur. Devlet yönetimi, kültür, ekonomi, hayat tarzı buna göre şekillenir.
Siyasî veçheden bir misal verirsek; devlet yönetimi hususunda tecrübî birikimi olmayan toplumlar, şartların dayatması ile tesis ettikleri devletlerin yönetiminde başarı sağlayamamaktadırlar. Bu tür devletler, devletin varlığından söz edebilmek adına hayatî ehemmiyeti hâiz nitelikleri taşımaktan yoksundurlar. Hâkimiyeti sağlama hususunda problemler yaşarlar ve varlık ile yokluk arasındaki bir istikamette dolanıp dururlar.
Vermiş olduğumuz bu misâli bir de tersten düşünelim ve geçmişte devlet yönetimi hususunda fazlasıyla tecrübeli olan; fakat bugün o tecrübeden faydalanarak devlet olabilmenin niteliklerini bir türlü kazanamayan devletlere sahip toplumları irdeleyelim. Bu misâl telaffuz edildiği anda, akla ilk gelebilecek devletlerden birinin sınırları içerisinde hayatımızı idame ettiriyoruz. Köklü bir devlet geleneğinden gelmemize rağmen ve hatta geçmişte atalarımızın kurduğu devletler cihan hâkimiyetine ermişken, nasıl olur da biz daha tam anlamıyla devlet bile olamıyoruz? İşte bu sorunun cevabı da toplumumuzun yaşadığı hafıza kaybında gizlidir.
Bu şekilde düşündükten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş safhasında gerçekleştirilen devrimlerin mahiyetini daha iyi idrak edebiliyoruz. Her birinin ayrı ayrı içtimaî hafızanın sinir uçlarını uyuşturmak adına yapılan operasyonlar olduğunu görebiliyoruz. Bu operasyonların neticesinde hâkimiyet sahası kısıtlanmış, kendi kendine politika üretmekten aciz, mütemadiyen birilerinin uydusu olma pozisyonunda bir devlet; devletin bu hâlinden fazlasıyla rahatsız olmasına mukabil bu hâlden kurtulmak adına şuuraltında gizli olan cevaba bir türlü hamil olamayan toplum…
Yaklaşık bir asırdır bu süreç devam ederken, son dönemlerde sosyal bir dönüşümün yaşandığını gözlemliyoruz. İçtimâi hafızanın sinir uçlarına enjekte edilen narkoz bünyeden yavaş yavaş atılmaya başlandı ve toplum hafızasını yine yavaş yavaş geri kazanıyor. Millet olarak tarihteki o heybetli günlere dönmenin özlemini çekiyoruz; sadece bununla da kalmadık, bir asırlık süre zarfında, üzerimize oynanan oyunların idrakine varabilecek tecrübeyi de heybemize ekledik. Bu çerçevede, devletin kendi içine kapanık görüntüsünden sıyrılıp çevreye tesir edebileceği yönünde intiba uyandıran her hamlede seviniyor ve biraz da heyecanlanıyoruz. Sosyal dönüşümün neticeleri siyasî sahada da ortaya çıkıyor ve bu sahada da bir dönüşüm yaşanıyor. Tabiî ki bu dönüşüm de içtimaî hafızayı uyuşturma ihalesini üzerine almış müesses nizam muhafızlarını rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığı dünya basınında Türkiye ile alâkalı çıkan haberlerden, içimizdeki Batı âşıklarının tavırlarına kadar her yerde hissetmek mümkün. Türkiye yoğun bir kara propagandanın muhatabı durumunda…
Bu kadar şeyi bize söylettirenin ne olduğu hususuna, yani sadede gelirsek; sebep, MİT tırları baskınında ele geçtiği iddia edilen silahların görüntüsünün Türkiye’deki hak ve halk düşmanlığının baş mümessillerinden olan Cumhuriyet Gazetesi tarafından servis edilmesi… Bu hadise birbirleriyle hiçbir platformda ve hiçbir çatı altında bir araya gelemeyeceği iddiasında olan Kemalistler ile Gülenistlerin dirsek temasını ifşa niteliği taşıyor. Türkiye’nin millî menfaatleri söz konusu olduğunda gayri millî unsurların bir arada hareket ettiğini bildiğimizden bizim için bu sürpriz bir durum değil.
Silah varmış yahut yokmuş gibi bir tartışmanın içerisine girmekten de imtinâ ederiz. Zaten silahların var olduğu yahut olmadığı hususunda da kesin bir malûmatımız yok; lâkin şu bilinmeli ki,vatandaş, hiç de içimizdeki Batı âşıklarının propagandasını yaptığı istikamette düşünmüyor. Bu hâdiseden; yani Türkiye’nin Suriye’deki mücahidlere silah göndermesinden zerrece rahatsızlık duymuyor. Hatta tam aksine Türkiye’nin Müslüman kardeşlerine sahip çıkmak adına operasyonlar yapmasını içten içe heyecanlanarak ve sevinerek karşılıyor. Halk, bir de politik manevraların arkasına sığınma ihtiyacı hissetmeden tavrını koyabilecek kudrete kavuşmuş bir devletin varlığını dört gözle bekliyor, İslâm dünyasının hâmisi olacak devletin bu topraklarda filizlenmesi için gün sayıyor. Yani anlayacağınız seçimler öncesi medya üzerinden bir takım karalama kampanyaları yürüten hak ve halk düşmanları, halkı tanımadıklarını bir kere daha ortaya koydular.
İşin diğer bir boyutu da, devletin istihbarat servisinin yapmış olduğu gizli bir operasyonun dünya kamuoyuna servis edilerek Türkiye’nin menfaatlerine balta vurulması… Zira Batı basını bu habere mal bulmuş mağribî gibi atladı ve kara propagandayı bu haber ile sürdürdü. Burada çok da süslü kelimeler kullanmaya lüzum yok; açık ve net söylemek gerekir ki, bunun adı ihanettir. O özlediğimiz, gözlediğimiz ve beklediğimiz devlete kavuşmanın yolu da içimizdeki bu hainlerin kökünü kazımaktan geçer.

Baran Dergisi 434. Sayı