Dünya hareketli bir süreçten geçiyor. Sosyal, siyasî, iktisadî… Her alanda bir “kaos” hâkimken, arkaplanını kestirmekte güçlük çekilen bir takım hadiseler cereyan ediyor ve devletler bu hâdiseler etrafında kutuplaşıp, kendi usullerince politikalar yapıyor. Bu politikalarla birlikte içinden çıkılmaz bir denklem de karşımızda beliriveriyor.
Kan ve “kaos”tan beslenen İsrail’in “İran’ı nükleer çalışmalarından dolayı bir tehdit olarak algıladığı ve İran’ın nükleer silaha sahip olmasının bölge için (kendi çıkarları için) büyük bir tehlike arzettiği” düşüncesine sahip olduğu ve bunu İran’a açık tehditlerde bulunarak dile getirdiğini görüyoruz. Kendisi nükleer silaha sahip olduğu hâlde İran’ın nükleer sahip olmaması gerektiğini belirten İsrail’in bu tavrının sebebi ise köşeye sıkışmışlığın bir göstergesi olarak göze çarpıyor ilk bakışta…
İsrail’in hangi açıdan köşeye sıkıştığına bakalım…
Bölgede Türkiye ve İran açık bir şekilde lider ülke olabilmek için adımlar atarken, bir diğer ve hâlâ en önemli bölgesel güç olan İsrail bu durumdan tabiî olarak rahatsız… Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerinin bir dönüşüm sürecine girmesi; İsrail karşıtlarının iktidara doğru yol kat etmesi… Suriye meselesinin bir türlü çözüme kavuşmaması ve İsrail karşıtı bir Suriye yönetiminin hâlâ mevcut olması… Mısır’ı elden kaçıran İsrail’in Suriye’yi kendi yönüne çekmek isterken bundan başarısız çıkma ihtimali…
Bunlar İsrail’in köşeye sıkışmış durumunun bir göstergesi olarak beliriyor.
Bu duruma düşmüş olan İsrail’i düşününce, ekarte etmek istediği iki devlet Türkiye ve İran… Bilhassa İran’ın önünü kesmek… Bunu kendi gücünü kullanmadan yapmanın yolu ise İran ve Türkiye’yi karşı karşıya getirmekten geçiyor.  Bu çerçeveden bakınca ABD’nin “bölge ülkeleri sorunlarını kendileri çözsün; Suriye meselesinde Türkiye müdahil olmalı” gibi beyanatlarla ortaya koymuş olduğu tavrın nasıl bir amaç ile söylendiği hakkında bir fikre sahip olabiliyoruz. Neticede Amerikan dış politikasına yön veren en önemli unsurlardan birisi Yahudi lobisi… Bu lobi Amerikan politikasının “İsrail’i korumak” ana başlığı altında işlenmesini sağlamaktadır.
Türkiye’nin Suriye mevzuuna müdahil olması ne gibi neticeleri beraberinde getirir?
Bölgede keskin bir mezhebî ayrım mevcut iken Sünnî Türkiye’nin Şiî İran destekli Nusayrî Suriye yönetimini safdışı bırakmaya kalkışması demek, dokunanın elini yakacak olan Suriye’de, Türkiye’nin Müslümanlar arası bölgesel bir savaş ihtimaline rağmen böyle bir müdahaleye kalkışması manâsı taşır. Zira Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi demek, İran’ın Türkiye ile karşı karşıya gelmesi demektir. Bu da İslâm coğrafyasındaki ayrımın daha da derinleşmesi anlamına gelir. Bu da Müslüman ülkeleri bir daha zor toparlanacakları bir sürece sürükleyebilir.
Diğer taraftan burada bir parantez açarak Türkiye’nin büyük bir çıkmazda olduğunu da belirtelim. Suriye meselesine müdahil olması durumunda Batı’nın istediğini yapacak olan Türkiye, müdahil olmaması ve mevcut Suriye yönetiminin bu kargaşadan sağlam çıkması durumunda da güneydoğusunda bir Şiî bloğun oluşmasına da göz yumarak Anadolu’ya kısılmış olacak. Suriye mevzuunun ardında Türkiye’nin istihbarat servislerinin gücünü görebileceğiz.
Tekrar İsrail-İran meselesine dönecek olursak; İsrail İran’ı vurmakla tehdit ederken, ABD de İsrail’e bu mevzuda aceleci davranmamasını telkin etmekte, böyle bir durumda İsrail’den desteğini esirgeyeceğini söylemekte. Zaten yukarıda belirttiğimiz sebeplerden ötürü İsrail’in sıcak bir çatışmaya girmesi zor görünmesine rağmen muhtemel bir harekâtı İsrail ne şekilde uygulayabilir? Tabiî bu soruyu sorarken Türkiye’de kurulan füze savunma sisteminin İsrail’in en büyük güvencesi olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Akla gelen ilk sorulardan biri, Esad yönetimindeki Suriye’nin hava sahasını geçip de İsrail’i vurabilir mi? İşte Suriye meselesinin önemi bu sorunun ardından netlik kazanıyor. ABD’nin en azından seçimlere kadar İsrail’e destek vermeyeceğini ve Türk Hükümeti’nin de böyle bir müdahaleye sıcak bakmayacağını düşünürsek, İsrail’in elinde bir tek Azerbaycan’ın kaldığını görebiliyoruz. Zaten Azerî-İsrail yakınlaşması da sürüyor. Azerîler İsrail’e askerî üs tahsis ediyor, iki ülke arasında ekonomik ve askerî anlaşmalar yapılıyor. Ayrıca stratejik olarak Azerbaycan İran’a müdahale için en uygun ülke konumunda… Azerîler de Rusya tehdidine karşı İsrail’i dolayısıyla Batı’yı arkasına alan bir politika güdüyor. Denklem iyice karışıyor bu noktada…
Aslında İsrail-İran ihtilâfında dikkat etmemiz gereken, hatta işin askeri boyutundan daha büyük önem arzeden mesele İran’ın etno-sosyal yapısı ile alakalı durum… İran’da yaklaşık 30 milyon civarında bir Azerî nüfus var. Sağlam bir istihbarat servisine sahip olan İsrail, Azerî kartını oynarken, Ahmedinecad’a karşı muhalif tavır takınan Azerî nüfusun üzerinden bir takım hesaplar gütmektedir.
Netice olarak, yakın vadede Ortadoğu’da İsrail-İran ihtilâfı çerçevesinde büyük bir sıcak çatışmadan ziyade, ülkeleri şu veya bu tarafa itecek veya çekecek “peşrevler”, siyasî / diplomatik / iktisadî girişimler görebiliriz.
Dünya Savaşları öncesinde iktisadî ve siyasî problemler nedeniyle yaşanan katostrofik süreçleri bize çağrıştıran ve yarın ne olacağının kestirilemediği bu süreçte sistemin tekrar rayına oturtulması gerekmektedir. Bu mazîde Dünya Savaşları ile mümkün olmuştur. Sürecin bizi nereye götüreceğini hep birlikte göreceğiz.


Baran Dergisi 277. Sayı