Ehl-i Sünnet’e göre Sahabe, muhabbet duyulması vacip olan, faziletleri gerek Kur’an gerekse Sünnet tarafından açıkça zikredilmiş yüce ve aziz topluluktur. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, kimi zaman genel olarak, kimi zaman Muhacir ve Ensar topluluğundan veya yalnızca Muhacirlerden, kimi zaman da hususî olarak bazı sahabelerden veya tek bir sahabeden bahsedilmiştir. BU AYET-İ KERİMELERİN HEMEN HEMEN HEPSİNİN ORTAK ÖZELLİĞİ, SAHABEYİ HEP HAYIRLA YÂD ETMELERİDİR.
Yüce Allah’ın Kur’an’da kendilerinden razı olduğunu belirttiği (Tevbe, 100), seçilmiş kullar diye bahsedip selam ettiği (Neml, 59) ve vasat ümmet, en hayırlı ümmet (Bakara, 143; Ali İmran, 110) övgülerinin ilk muhatapları olan nur neslinin izinden gitmek Ehl-i Sünnet’in başlıca alâmet-i farikası olmuştur. Nitekim İmam Ahmet b. Hanbel, “Ehl-i Sünnet’in temel dayanak noktası Ashab-ı Kiram’ın yoluna sarılmak ve onlara tâbi olmaktır” derken, Ehl-i Sünneti diğer bid’at fırkalardan ayıran alâmet-i farikaya işaret etmiştir.
Ehl-i Sünnet âlimleri, inanç sahasında telif ettikleri birçok akide ve kelam kitabında, bir yandan sahabeye dair ölçüleri temellendirirken, diğer yandan aksi düşüncedeki fırkaları en sert şekilde tenkid etmekten geri durmamışlardır. Ne mutlu onların gayretlerine ki, bu dini en halis bir şekilde bizlere ulaştırmışlardır. Onların bu tutumunun kuşkusuz çok derin bir tarihî anlamı vardır. Bu durumu sadece bir tarafgirlik ve mezhepçilik duygusu ile izah etmek büyük bir haksızlık olacaktır. Zira onların bu tavrının arkasında, Sahabe meselesinin dinin en temel meselelerinden olduğunun farkında oluşu yatmaktadır. Ehl-i Sünnet alimleri, Sahabe’den bir teki hakkında bile sarf edilebilecek uygunsuz bir sözün, zamanla Sahabe tabakası hakkında bir karalama kampanyasına dönüşeceğini ve bunun da başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere dinin bütün temel değerlerini sarsacağını görme basiretinde bulunmuşlardır.
Nitekim korunacağı Allah tarafından tekeffül edilen Kur’an-ı Kerim ve İslâm’ın ikinci kaynağı Sünnet-i Nebeviyye’nin sonraki nesillere olduğu gibi aktarılması Sahabe’nin eliyle olmuştur. Onların, kendilerine yüklenen bu mukaddes vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş olmaları sayesindedir ki, İslâm dini, Yahudilik ve Hıristiyanlığın başına gelen tahrif ve tebdilden korunmuştur. Bu sebeple Sahabe-i Kiram’a, kendilerinden sonra gelen bu ümmetin tüm fertlerinin büyük bir vefa borcu vardır. Bu minnete vefasızlık göstererek sahabe tabakasını zemmetmek bir noktada dini ve Kur’an-ı Kerimi ta’n etmekle kesişir. Sahabe’den kuşku duyan zihniyet, bir adım sonrasında Kur’an-ı Kerim’in güvenirliğini tartışma konusu yapacaktır.
Nitekim Şia mezhebinin önde gelen otoriteleri,  Kur’an-ı Kerim’e birçok ilave ve çıkartmalar yapıldığı iddiasında bulunmuşlardır. Bu mahfiller, Allah’ın Kitabı’nın tıpkı önceki ilahî kitaplar gibi tahrif ve tebdile uğradığını söyleme cüretini göstermişlerdir. Hatta onların bir kısmı mezhebdaşlarına karşı rivayetlerin tevatür derecesine ulaştığını söyleyerek delil göstermişlerdir. Şia’nın bu görüşlerini, bağımsız bir görüş olmaktan ziyade, imanlarından şüphe duydukları Sahabe hakkında görüşlerinin bir uzantısı ve sonucu olarak görmek isabetli olacaktır. Zira onlar, Kur’an’ın maruz kaldığını iddia ettikleri bu sözde tahrifin biricik sorumluları olarak Sahabe’yi işaret etmişlerdir. Sahabe’ye uzanan dillerin, bir noktadan sonra Kur’an’a ve tabiî ki Sünnet’e uzanması kaçınılmazdır. Tarih, bu talihsiz akıbetin binlerce kez şahitliğini yapmıştır. Ehl-i Sünnet’i, Sahabe meselesinde bu denli hassas davranmaya iten gerçek neden de işte budur. Evet, Sahabe’nin rolü ve mânâsının yakinen hecelenmesinin ve öğrenilmesi gerekliliğinin daha bir derinlerde hissedilmesinin lüzumuna inanıyoruz.  “İslâm’da Sünnilik ve Şialık yani mezhepler yoktur”  denilip hakikatin incinmesine kayıtsız kalamayız. İslâm’da mukadder oluş olarak mezhepler vardır ve olacaktır. Bundan kaçınılamaz. Ancak bu anlamda bir mezheb değil, ayrı bir dindir. Bu anlaşılmadan, geri kalan mezheb meselesi anlaşılamaz. Aksi takdirde yüzlerce yıl hakikatin savunuculuğunu yapmış insanları incitmiş oluruz. Allah bizi böylesi hal ve hareketlerden korusun. Evet, Sahabe mânâsını yüreklerimizde yeniden teneffüs edebilmek için Kumandanımızın “Sahabelerin Rolü ve Mânâsı” kitabını okumanız ve okutmanız dileğiyle yazımıza dört büyük halifenin zaman üstü mânânın şifrelerini verici sözleriyle son verelim. 

HALİFELERDEN PIRILTILAR
HZ. EBUBEKİR
*Şu işlerde hayır yoktur: 
a) Allah rızası murad edilmeyen sözde… 
b) Allah yolunda harcanmayan malda... 
c) Cehaleti, yumuşak başlı olmasını engelleyen kimsede… 
d) Allah için yapacağı bir işten dolayı, ayıplayanın ayıplamasından korkan kimsede…
* Dünya süsü sayılan şeylerden biri sebebi ile kendini beğenmişliğe kaptıran kimseye Allah darılır; ta ki o süsten sıyrılıncaya kadar…
*Keremi takvada bulduk. Zenginliği yakin elde etmekte bulduk. Şerefi, engin gönüllü olmakta bulduk...
*Bir kimse katıksız marifet duygusunu tadacak olursa, o tadış o kimseyi, Yüce Allah’ın zatından başka her şeyden alır; bütün insanlardan kaçmaya başlar.
*Bir kimse, Allah’ın zatı uğruna nefsine darılırsa, Yüce Allah, kendi dargınlığından o kimseyi emin eyler.
*Sakın ha, övünmeye kalkmayasınız. Topraktan gelip toprağa gidenin, sonra da böceklere yem olanın övünmek nesine...
*Sonunda cehennem varsa; bir hayır, hayır sayılmaz. Sonunda cennet varsa; bir şer, şer sayılmaz.
*Hazret-i Ebubekir, çevresi duvarla çevrili bir yere girdi; orada bir ağacın gölgesinde duran kuş gördü. Oranın orta yerinde durdu, şöyle dedi:
“NE MUTLU SANA EY KUŞ, BU AĞAÇTAN YİYORSUN, SONRA DA GÖLGELENİYORSUN. HESAPSIZ KİTAPSIZ GİDECEKSİN. KEŞKE EBUBEKİR DE SENİN GİBİ OLSAYDI.”

HZ. ÖMER
*Sırrını saklayan kendine hâkim olur.
*Kalplerinizin nefret ettiği insanlardan sakınınız.
*İnsanların en akıllısı, insanların hareketini takdir edenlerdir.
*Bugünün işini yarına geciktirmeyin. İş bir kere geri kalırsa hiçbir vakit ilerlemez.
*Şerri bilmeyen, onun tuzağına düşer.
*Soru soran adamın sorusundan onun akıl seviyesini anlarım.
*Başkalarını ıslah etmek için önce kendinizi ıslah etmek gerekir.
*Dünyaya az meylet ki, hür yaşayasın.
*Günah işlemekten vazgeçmek, tövbeyle uğraşmaktan daha kolaydır.
*Bir adamın şöhretine, görünüşüne aldanmayınız. Bir insanın namaz ve niyazına bakmayınız. Aklına ve doğruluğuna bakınız.
*Bir defasında, bir adam Hazret-i Ömer’in huzurunda başka bir adamı övüyordu. Ömer, “Bu adamla bir muameleniz var mı?”diye sordu. Öteki “Hayır”  dedi. Ömer, “Beraber yolculuk yaptınız mı?” diye sordu. Öteki, “Hayır” dedi. Ömer, “O halde hiç bilmediğiniz bir şeyden bahsediyorsunuz” dedi.
*İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.
*Bir defasında, yolcunun biri yolda giderken şarkı söylüyordu. Halk Hazret-i Ömer’e niçin bu yolcuya şarkı söylemeyi yasaklamadığını sordular. Hazret-i Ömer, “Şarkı, yolcunun azığıdır.” Dedi.
*İmri-ül Kays şairler için şiir kaynağı açmış, kör manalara göz vermiştir.
*Çocuklarınıza yüzmeyi, biniciliği, meşhur atasözlerini ve güzel şiirleri öğretiniz.

HZ. OSMAN
*Şeytanın düşmanlığından, gençlerin şehvetinden Allah’a sığınırız.
*Dostlara kavuşmak hüzünleri dağıtır.
*Allah’ı unutmayınız sonra size rahmet nazarıyla bakmaz.
*Mükâfatın büyüklüğü belanın büyüklüğü nisbetindedir.
*Nasihat veren insanın darbesi, içinde düşmanlık gizleyen insanın selamından hayırlıdır.
*Yalancının kalbi dilinden daha yalancıdır.
*Gurbette garip kişi Allah -Azze ve Celle-yolunda mücahid gibidir.
*Çok konuşmak dili kaydırıp şaşırtır, dostları usandırır.
*İki şey ebediyen eksilmez: Musibetler ve ihtiyaçlar.
*Mesut insan dününden ibret alan, şakî insan başkası için toplayandır.
*İlmin zekâtı, öğretilmesidir. Bedenin zekâtı hastalıklardır.
*Kişinin aklını beğenmesi ahmaklığına delildir.
*Dünya ibretlerle dolu, gözyaşlarıyla doludur.
*Hikmet konuşma anında, şecaat gazap anında bilinir.
*Sultanların kudreti ve zaferi adalettedir.
*Nimete şükretmek, artışının kefaretidir.
*İşlerin şehadeti, kişilerin şehadetinden daha adaletlidir.

HZ. ALİ
*İnsan bilmediğinin düşmanıdır.
*Topluluk içinde öğüt vermek, başa kakmak utandırmaktır.
*Takdir edilen şeyler geldiği zaman, tedbirler sapıtır.
* Şehvetin kölesi, insanın kölesinden daha perişandır.
*Haset eden, günahsıza dahi kin duyar.
*Günahların en büyüğü, işleyenin küçümsediği günahtır.
*Bir işi gösteriş için yapma; utandığın içinde bırakma.
*İnsanlar, dünyanın çocuklarıdır; bir kimse, anasını sevmekle ayıplanmaz.
*Bir keresinde Hazret-i Ali’ye şöyle sordular: “Akıllı kimseler, çoğunlukla yoksul oluyorlar; bunun sebebi nedir?” Şöyle dedi: “Allah ondan razı olsun, onun aklı, rızkından kesilmiştir.”
*Ahireti inkâr edenlere şöyle bir cevabı var:
“Durum sizin dediğiniz gibi olursa bizim zararımız olmaz; yine kurtulan biz oluruz, siz de… Şayet durum bizim dediğimiz gibi olursa… Siz helak olursunuz, biz kurtuluruz.”
*Denemeye tâbi tutmadan önce bir kimseye güvenmek, güçsüzlüktür.
*Cimrilik, kötü huyların tümünü kapsamıştır.
*Övünmek insanoğlunun nesine? Önü bir damla meni, sonu cife… Ne kendi kendini doyurabilir; ne de ölümünü savabilir.
*Bir kimse kırk gün süreyle aralıksız et yemeyi bırakırsa… Tabiatı bozulur. Et yemeyi kırk gün aralıksız sürdüren kimsenin de kalbi katılaşır.
*Bir şeyi isteyen kimse, onu elde eder; hiç olmazsa bir kısmını elde eder.
*Yolculuk, insan tabiatının ölçüsüdür; her insan yolculukta belli olur.
*Cimrinin malı destancılarla varisleri sevindirir.
*Gösterişçinin üç belirtisi vardır; şöyleki:
a) Tek başına kaldığı zaman, ibadet işinde tembeldir.
b) Halk arasında gayet neşeli, ibadete heveslidir.
C) Övüldükçe ibadetini, işini artırır, kötülenince de ibadetini, diğer iyi işlerini eksiltir.
*Gören göze karanlık perde olamaz; görmek istemeyen göze ışık ne yapsın.


Baran Dergisi 435. Sayı