Şam Emeviye Camii olarak da bilinen Şam Ulu Camii’nin bulunduğu sahada M.Ö 1. yüzyılda Romalılar tarafından yapılmış tapınaklar yer alıyordu. 379-395 yılları olan Theodosios döneminde de Aziz Yohannes (Hz. Yahyâ) Kilisesi bulunuyordu. Hıristiyanların ibadetleri için kullanılan bu kilise 635 yılında Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın komutasında Şam’ın fethedilmesiyle camiye çevrilmiştir. Şam Ulu Camii, aslını 705-715 yılları arasında Emevi Halifesi Velîd b. Abdülmelik ile bulmuştur. Mescid-i Nebevi’nin de inşasında bulunan Abdülmelik, sahada bulunan tüm yapıları bir araya toplamış, camiyi genişletmiş Antik Grek ve Roman etkili revaklı mimariden ayrıştırmış ve günümüzdeki şekline getirmiştir.

Taş ve tuğladan müteşekkil karma mimariye sahip yapıya baktığımızda biçim itibariyle bir Hristiyan bazilikası olan eserin Müslümanlar tarafından kendi mimari anlayışlarına göre yeniden şekillendirildiğini ve dikey kilise formatından çıkarılıp yatay bir formatta camiye çevrilerek tamamen İslâm mimarîsi anlayışına has kılındığını görürüz.

Kiliseden çevrilen yapı, Müslümanların ibadet etme biçimine uygun olarak tekrardan dizayn edilmiş, Titus’un ifadesiyle dinamik değil statik olan mekân anlayışına uygun olarak, ibadet mahalli cepheden kesilmiş ve göze huzur sağlanmıştır. Bakıldığında özellikle avlu, kemerler, sütunlar ve nişler Mescid’i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin mimari anlayışına hemen hemen uymakta ve böylece İslam dünyasının en mukaddes yeri olan Kâbe ve çevresinden ve yine Kubbetü’s Sahra ve Mescid-i Aksa’dan yapı ve kubbe anlamında önemli izler taşımaktadır.

Dikdörtgen planlı ve uzun nefli yapının üç minaresi, sekizgen planlı şadırvanı, dört kapısı, revaklı avlunun yirmi dört ve yanlardan ise dokuzar kemerli iki katlı revakları ve korint başlıklı sütunları bulunmaktadır. Mimarisi, iç ve dış dizaynıyla mimarlık alanında İslam dünyasına büyük katkıları olmuştur. Mekânın ön cephesi mozaik bezemelerle, akuntus motifiyle ve kübik taşlarla kaplıdır. Dış cephede ağaç, akarsu, rozet, yapı figürleri ve çeşitli süslemeler mevcuttur.

Birçok kez yangın ve yıkılma gibi tehlikelerle karşılaşan cami, Selçukludan Osmanlıya kadar birçok kez restore edilmiştir. Minareler, sütunlar, kemerler, kubbeler tekrar yapılmış ve günümüze kadar sapasağlam gelmesi sağlanmıştır. Geniş avlusu günümüzdeki gibi içine kapalı olmaktan uzak, tamamen dışarıyla içtimai ve siyasi yönde muhataptır. Devlet işlerinin yürütüldüğü toplanma mekânlarındandır adeta. Devletin nizamı buralardan sağlanmaktadır. Akabinde ilmi manada da merkez konumda olmuştur Şam Ulu Camii. Burada ilim meclisleri kurulmuş ve dersler verilmiştir.

Hazreti Yahya’nın türbesi, Hazreti Hüseyin'in makamı, Selahattin Eyyubi’nin türbesi de bu camide yer almaktadır. Hatta hadislerde geçen beyaz minarenin de bu cami olduğu kaynaklarda yer almaktadır.

“Bu cami bir Roma eseri”, “Emeviler din dışı bir sanat üretti” gibi söylemlerle çokça karşılaşılır. Hatta Abdülmelik de bu camiden dolayı eleştirilmiş ve “kilise tarzında” diye tenkide tutulmuştur. Hâlbuki önemli olan, formları İslam ruhuna uydurabilmek, teknik imkanları İslam mimarisine uygun usulde yapabilmek ve gelecekte inşa edilecek mimari eserlere de zemin hazırlamak. Emevi halifesi de bunu başardı; eski tapınakların görüntüsünden arındırarak onu İslam âlemine kazandırdı. Geçmiş yazılarımızda da bahsettiğimiz üzere, Ayasofya da her ne kadar kiliseden çevrilme olsa da, o Müslümanlar tarafından İslamlaştırılmış ve İslam mimarisine hediye edilmiştir. Bu sebeple Ayasofya’ya bakan, orada Bizans’ı değil, İslâm’ın izlerini, mimarisini görmektedir. Şam Ulu Camii, Helenistik tapınağın dış duvarlarından oluşturulmuş olmasına rağmen, tabiri caizse artık telifi bizim olmuştur. Her haliyle tamamını İslamlaştırdık, dinimizin birer sembol ve simgesi haline getirdik.

Fethedilen topraklardaki mimari yapıların tesirinde kalmak gayet tabii bir durumdur. Ayrıca bu yapı, Şam Ulu Camii’ne çevrilmeden önce, kendisinde bulunan kare planlı çan kulelerini (Üç kuleden ikisi Greko-Roman döneminden kalma köşe kuleleridir. Diğer kule ise halife Abdülmelik tarafından yapılmıştır.) yıkmak yerine çeşitli mimari formlar ekleyerek çan kulesi olmaktan kurtarmak da akıllıca olmuştur. 

Bu camide yapılan teknik değişikliklerle birlikte yapanın ruhunun da değiştiğini görüyoruz. Var olan bir mimariyi taklitten uzak, kendi ruhundan akseden bir anlayışa göre çepeçevre kuşatmış, çirkini, İslam dışı olanı ayrıştırmış, o dönemin sınırlı imkanlarına rağmen bambaşka ama İslam’a yabancı olmayan, aşina bir yapı ortaya koymuştur.

“İbadet sanattır” anlayışını tüm hücrelerinde yaşayan İslam sanatkarı, sanatı da ibadetten gayrı görmemiş, İslam’ın başlı başına bir sanat oluşunu eserleriyle ortaya koymuştur.

Aylık Dergisi 205. Sayı Ekim 2021