İmamoğlu, bütün bunları “kültür-sanat” adı altında yapıp paraya para demezken, “oy kaybederim” kaygısı da yaşamıyor. Fakat refleksleri 22 senedir gelişmemiş iktidar ise “Batıcı Kemalistlerden de belki oy alabilirim” düşüncesiyle bu tür absürtlüklere dokunmuyor, milletin sesine kulak asmıyor.

2019 yılında Ayasofya Camii önünde konser vererek ilk terbiyesizliğini yapan ve o yıldan itibaren de dans gösterisi, LGBT sergi ve etkinliklerine “kültür-sanat” faaliyetleri adı altında devam eden CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, iktidarın bir türlü somut olarak gösteremediği ve hep dilde soyut olarak kalan “kültür-sanat” faaliyetlerini kendi “anlayış”larınca kullanmaya devam ediyor. Maddî olarak İBB’yi, manevî olarak da toplumu zarara uğratmaya devam ediyor. 

İmamoğlu, bütün bunları “kültür-sanat” adı altında yapıp paraya para demezken, “oy kaybederim” kaygısı da yaşamıyor. Fakat refleksleri 22 senedir gelişmemiş iktidar ise “Batıcı Kemalistlerden de belki oy alabilirim” düşüncesiyle bu tür absürtlüklere dokunmuyor, milletin sesine kulak asmıyor.

Çeşitli etkinlik ve seminer adı altında sapkınlığı empoze etmeye çalışan CHP, geçtiğimiz günlerde yine dine, kültüre ve değerlerimize düşman bir sergiye daha imza attı.

Feshane’de İslami değerleri ve öz kültürümüzü ayaklar altına alırcasına LGBT propagandası yapıldı, çıplak heykellere, müstehcen fotoğraflara yer verildi. LGBT'li bir sapkının sözleri de Feshane binasının duvarına asıldı. Asılan yazıda şunlar yer aldı:

“Sosyal hayatta nefes almaya çalışan, mücadele eden bir queer'im. Bu durum Türkiye'de evsiz, işsiz kalmaya yol açabiliyor. Kısacası mülksüzleştiriliyorum, ülkede yaşayan pek çok lgbtiq+ gibi. Hikayem şöyle gelişti: Açıldıktan sonra hayatımın neredeyse her döneminde farklı konulardan mahrum bırakıldım. Açıldıktan sonra memleketimden uzaklaştırıldım. Üniversitede derslerim zorlaştırıldı, lubunya olduğumu öğrenen ev sahipleri bir şekilde beni evlerinden çıkardılar...”

Sergide bir başka “eser”de ise “Bugün Kendimi Peygamber Gibi Hissettim” sözleri yer aldı.

Batı’nın ve Batıcıların sanat adı altındaki kusmukları 

Kendi din, kültür ve tarihini reddeden kitle, “kültür-sanat” diye önümüze Batılı kusmuklarını koymayı meziyet olarak görüyor. Batı’nın dinden arındırılmış ve sapkınlık tüten dünyasını “kültür-sanat” diye alan laik kesim, aynı rezillikleri bir de üstün sanatmış gibi idealize ederek bu planındaki hâkimiyeti kimseye bırakmıyor. Kendi kesimleri adına sanat denen bu zırvalıklara aval aval bakıp türlü mânâlar çıkartmaya çalışırken, Müslüman Anadolu’yu da kendilerine güldürmekten başka bir şey yapmış olmuyorlar. Müslüman Anadolu’nun kızdığı şey ise toplumun köklerine yabancı olan bu kimliksizlerin yaptıkları şeyi “kültür-sanat” adı altında dayatması ve bütün bu rezilliğin bir de Eyüp Sultan Hazretleri’nin huzurunda işlenmesidir.

İktidarın kültür-sanat çıkmazı

Peki, Batı dünyasının ve Batıcı Kemalistlerin bu çıkmazını Müslümanlar ve Müslümanların nezdinde iktidar görmüyor mu? Görmüyor, çünkü iktidar da “kültür-sanat” sahasında başka bir çıkmaz yaşıyor. Her ne kadar geçmişini, değerlerini, kültürünü inkâr etmese de, bunları ortaya dökebilecek, terkip edebilecek kudrete de sahip değil. Eğer bu hale sahip olsaydı kültürel iktidara da sahip olurdu.

Kültür, toplumların hususiyetlerine göre oluşur ve kültürümüzle edindiğimiz beşerî duyguların her birini İslam’la da bağlantılıdır. Kültür; geçmişten içinde bulunulan âna kadar gelen, istikbâle aktarılacak olan manevî değerler bütünüdür. Bir toplumun geçmiş tecrübelerinden doğan anlayışın tezahürü olarak ortaya çıkan kültür, o toplumun dini ile bir bütünlük arz eder. Kültürümüze bir bakın; onda yüce ve manevi bir terkibin eşsiz çizgilerini göreceksiniz. Ondaki form ve normlarımız yine Müslüman Anadolu’nun imanından, heyecanından, irfanından, hikmetinden, zevk ve istidatlarından tüterek neşvünema bulmuştur. Çünkü her topluluk yetiştiği coğrafyanın ve inandığı dininin normlarına göre şekil alır. Bu sebepten tabii olarak bizler İslam ahlakıyla beslenir, İslam kültürüyle zenginleşir ve İslam anlayışıyla eşya ve hadiselere tesir ederiz.

Kültür dinamiktir ve sürekli bir oluş içindedir. Sürekli bir seziş halinde farklı formlar ortaya serer ve bunu hayatımızın tüm sahasına yayılır. Müzik, resim, mimari gibi estetik adına ne varsa, bu seziş halinde genişler ve kültür-sanat ortaya çıkar.

Biliyoruz ki “eşyanın tabiatı boşluk kabul etmez”, kendi kültürünü içselleştiremeyen, onu bir bünyede tutup bu minvalde beşerî tecrübeyi geliştirmeyen, bunu bir ideal etrafında ilerletemeyen Müslümanlar ve iktidar; İmamoğlu gibi kalbi Batı’ya adapte olmuş birinin “kültür-sanat” adı altında yaptıkları Batı safsataları karşısında donuklaşmaktan başka bir şey yapamayacaktır.

Daha önceki bir yazımızda hakkıyla kültür-sanat yapılmadığını vurgulamış ve böyle bir vasatta, yeni bir kültür ve sanata ihtiyaç olduğunun da şuuruna varılamadığını, yeni bir kültür ve sanata olan ihtiyacın farkına varanların ise oy uğruna, popülerlik uğruna kötüyü güzel diye yedirmeye, bu işlerden servet edinmeye devam ettiğini, dayatılan kültür vasatında kim kime ne yutturursa hesabı günü kurtarmaya baktığını izah etmiştik.

Yine, sadece belediyelerin değil, devletin de bütün “kültür ve sanat” müesseselerinin, popülerlik ve oy uğruna insanları, dayatılan bu kültür vasatına çektiğini, arz oluşturmak yerine talep edilene maruz bıraktığını ifade etmiştik.

Kitaplar gibi sanat aktiviteleri de denetlenmeli

Yapılacak iş; önce kültür, turizmden ayrışmalı ve kitapların denetlendiği gibi sanat aktivitelerin de denetleneceği bir bakanlık kurulmalı. Burada her elini kolunu sallayanlar, kafalarına göre etkinlik yapamamalı ve hepsi belirli normlardan geçmek zorunda olmalı. Nasıl ki ağır sanayi hamlesi varsa, ağır sanat-edebiyat hamlesi de olmalı. Elbette bu da kültür şartlarına ermeden olmaz.

İktidar, o kadar “aydın” adı altında seminer, etkinlik yaptırdığı şahısları toplayıp, “Şu zamana kadar size para yedirdik ama bir verim alamadık, şimdi baş başa verin ve arzı oluşturun. Bunun da nasılını bulun” demeli. Çünkü bu işi yaşayacak, yaşatacak ve sirayet ettirecek olan da “aydın”lardır. Bu aydınlar neye ihtiyaç varsa onu gösterecek ve özendirecek. İktidar da çeşitli faaliyetlerle bunu deklare edecek.

Kültür-sanat da sömürgeleştirilmiş, milli değerlerden uzak ve milli değerleri alaya alan, yerden yere vuran faaliyetler değil; bilakis değerlerimizi hatırlatıcı, ruhumuzda heyecan uyandırıcı, bizi harekete geçirici faaliyetler olmalı.