Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu, doğum günü vesilesiyle “yarın” kendisini ziyaret edeceklerini söylüyor.)
Selâmımı ve en iyi dileklerimi iletin lütfen. Allah yâr ve yardımcısı olsun. Kendisini kucaklıyor; Allahın kendisine uzun ömürler vermesini, bir ân önce hürriyetine kavuşmasını diliyorum.
Kumandan Mirzabeyoğlu, Hilafetin yeniden tesis edilmesi için mutlaka bir yol bulmalıdır. Bu noktada, yüksek seviyedeki İslâm âlimleri de kendisine yardımcı olmalı, birlikte bir çözüm geliştirmelidirler.
Şeyh Usame bin Ladin –gelen haberler doğruysa- artık şehid olduğuna göre, İslâm Ümmeti için çok hayatî bu Hilâfet meselesinde Müslümanların önde gelenleri bir çıkış yolu bulmalı, tüm Müslümanlar için ortak bir hükümet ve hareket tarzı belirlemelidirler. Şeyh Usame, “ben halifeyim” diye ortaya çıkacak, tek başına bunu ilân edecek kadar çılgın bir adam değildi elbette. Ancak bu bahiste söylemeye çalıştığı bazı şeyler vardı. Bunun yeniden tesisi gerektiğine dair tesbitlerde bulunuyordu. Ne var ki bu mesele üzerinde çok daha fazla konuşabilecek kadar fırsatı olmadı. Kanaatim o ki, Türkiye’de Kumandan Mirzabeyoğlu, Hilafeti yeniden şekillendirme ve hayata geçirmede gerekli mekanizmayı bulma yolunda büyük bir rol oynayacaktır, oynamalıdır.
Hilafetin yeniden nasıl kurulacağını doğrusu bilmiyorum. Mesele, bir kişinin ortaya çıkıp “ben halifeyim” demesi de değil. Bu, tüm Müslümanları ilgilendiren ve âlimler çerçevesinde Müslümanların en yüksek seviyedeki temsilcilerinin de dahlini gerektiren bir büyük hâdise. Öyle de olsa böyle de olsa kesinlikle bildiğim şey, Hilafetin tesisinin hayatî derecede mühim olduğudur.
Hür bir insan olmadığım için herşeyi açıkça söyleyemiyorum. İnşallah kasdım anlaşılıyordur. Kumandan Mirzabeyoğlu’nun doğum gününü tekrar tebrik ediyorum.
Geçen Pazar günü [2 Mayıs 2011] gerçekleştiği söylenen hâdise, yâni Şeyh Usame bin Ladin’in şehâdeti çevresinde konuşmak istiyorum biraz.
Hürriyet gazetesinin İngilizce olarak yayınlanan Daily News and Economic Review başlıklı internet sayfasından alınma, 3 Mayıs 2011 tarihli bir makale okudum. “Bin Ladin’in Niçin Destekçileri Var?” (Why bin Laden had his fans?) başlıklı ve Mustafa Akyol imzalı bu makalede, çok önemli ve çok cesurca tesbitler gördüm.
Diyor ki Akyol, bizler düşmanlarımız arasından kendimize bir “şeytan” imal ederiz. Buysa, problemlerimizi çözmemize, süregiden çatışmaların bitirilmesine asla hizmet etmez. Oysa, düşman gördüklerimizi anlamaya çalışırsak, meseleleri daha net görür, daha yerinde çözümler geliştirebiliriz. PKK meselesinde Türklerin yapması gereken de budur. Yoksa PKK ve Kürtleri, “şeytan”ın yeryüzündeki temsilcileri olarak görmek, onlara mücessem “şeytan” muamelesi yapmak, sadece problemleri kronikleştirir ve çözümsüz hâle sokar. Bu yüzden, Türkiye hükümeti veya Türkler ile Kürtler veya PKK arasındaki sözkonusu psikolojik duvar kırılmalı, yapılan yanlışları tasvib etmek değil ama, çözüme giden yolu inşâ etmek adına, insanlar birbirini anlamaya, problemleri doğuran sebebleri doğru teşhis etmeye çalışmalıdır, diyor. Aynı durumun Amerika ve “cihadçı” denilen Müslümanlar arasında da özellikle geçerli olduğunu vurguluyor.
Ben Türkler ve Kürtler arasındaki çatışma konusunda herhangi bir tarafı tutmak istemiyorum. Lâkin, bölgenin en eski kavimlerinden olan ve bugün kendi devletlerinden ve çoğu en tabiî haklarından mahrum bırakılan Kürtlere daha sempatiyle yaklaştığımı ifade etmek durumundayım. Uzun dönem kendi dillerini serbestçe konuşmalarına bile izin verilmemiş bir topluluktan bahsediyoruz.
Latince “empati” diye bir kelime vardır. Muhatabının duygu ve düşüncelerini anlamak üzere, kendini karşındakinin yerine koymak demek. “Sempati” başka bir şeydir ve muhatabıyla benzer duygu ve düşünceleri paylaşmak demektir, yakınlık demektir. Meselâ Amerikalılarla, Amerika Birleşik Devletleri’yle bir “empati” ilişkisi kurabilirim, onları anlayabilirim, ama onları anlamam, onlara herhangi bir “sempati” duyduğum anlamına gelmez. Duymuyorum da zaten. Bir diğer ifadeyle, El-Kaide’ye karşı niçin tepki gösterdiklerini ve onu vurmaya çalıştıklarını anlayabilirim, fakat onları desteklemem, yaptıklarını da tasvib etmem. İşte bunun gibi, Mustafa Akyol da hem PKK ve Türkiye, hem de El-Kaide ve ABD arasında böyle bir karşılıklı “empati” münasebetinin kurulmasını diliyor, tabiî bunu daha ziyade Türkiye ve ABD tarafının yapması gerektiğini vurguluyor.
Evet, niçin El-Kaide militanları savaşıyor, Usame’nin peşinden gidiyor, hattâ Ladin “fundamentalist” bir Müslüman olarak görülmesine rağmen niçin kimi Hıristiyanlar bile Usame bin Ladin’e sempati duyuyor? Öyle ya, Usame bin Ladin, yaptığı fedâkârlıklarla, varını yoğunu cihada vakfetmesiyle, ailesini ve müthiş bir serveti bir kenara koyup cihad meydanını seçmesiyle İslâmî zâviyeden mukaddes bir hüviyet kazanmış bir insan. Nasıl oluyor da onunla aynı dinden olmayanlar, aynı şekilde, kendisiyle aynı dinden olup da hiç de dindar bir hayat sürmeyenler bu insanı destekliyor?
Bu, dikkate değer bir meseledir. Çünkü dünyanın her köşesine çöreklenmiş, Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın dörtbir yanında askerî üsler kurmuş bir emperyalizm gerçeği vardır. Onlar kaybedecek, biz yeneceğiz ancak, şu ân böyle bir yakıcı mesele var karşımızda. İşte bahsi geçen makalenin sonunda Mustafa Akyol da buna işaret ediyor ve İslâm’ın “saldırı altında” olduğunu ifade edip, El-Kaide’nin de buna karşı teşkilâtlanmış, dinî olmaktan ziyâde “siyasî” bir hareket olduğunu söylüyor. Böyle olduğu içindir ki, Usame bin Ladin’le ister aynı isterse farklı dinden olsunlar, insanların bu “antiemperyalist” mücadeleye sempati duyduklarını işaretliyor. Hattâ, “uzun zaman ateist olan Çakal Carlos’un bile, Fransa’da kaldığı hücresinden, tam da bu yüzden El-Kaide’nin ‘dünya sistemi’ne karşı verdiği savaşı desteklediğini” belirtiyor. Böyle olduğu içindir ki, ABD’nin –İsrail’in yaptığı gibi- Müslüman topraklarını işgal ve bombardımanlarla verdiği karşı cevabın, problemi çözmek yerine azdıracağını, sadece El-Kaide destekçilerinin sayısını artırmaya yarayacağını ekliyor. ABD’nin bu yoldan vazgeçmesini, şimdiye kadar tuttuğu yanlış yolu bırakıp, Müslümanları kendi bölgelerinde hürriyet ve emniyet içinde bırakmasını tavsiye ediyor. Türkiye’nin de yaşadıklarından böyle bir ders çıkartması için tam 30 yıl geçtiğini söyleyerek yazısını bitiriyor.
Avukatlarımın e-posta hesabına dün gelen bu yazı, gerçekten çok cesur bir dille kaleme alınmış ve hakikaten doğru tesbitler ihtivâ ediyor. Doğrusu, çok beğendim.
Şu ân ortada o kadar zehirli propaganda, komplo teorisi ve mitoloji dönüyor ki, neyin ne olduğunu anlamak çoğu insan için cidden çok zor. Bilerek veya bilmeyerek söylenenlerle, Usame bin Ladin’in şehadeti vesilesiyle de bu durum yine öne çıktı maalesef. Tabiî, kendisine sempati duyduğumu saklamadığım Abdullah Gül’ün bu şehadetten “memnun olduğu”nu ifade etmesi gibi inanılmaz ve kabul edilemez tepkileri saymıyorum bile. Bizim özlediğimiz Türkiye, NATO üyesi olan ve yöneticisinin de böylesi insafsız tesbitler yaptığı bir Türkiye değil.
Kesinlikle öyledir anlamında değil ama, sanıyorum ki Şeyh Usame bin Ladin ebedî âleme göçmüştür ve teşkilâtı da kendisine yeni bir lider belirleyecektir. Bunu netleştirmemiz için, elbette, Pakistan hükümetinin bu Amerikan operasyonu sonrasında yaralı veya sağ salim ele geçirdiği kişilerin kendilerini hür biçimde ifade etmesine, olan biteni anlatmasına izin vermesi gerekmektedir. Tabiî ki yozlaşmış Pakistanlı idareciler, işledikleri tüm suçların, Müslümanlara karşı Amerikalıların işbirlikçisi olmanın bedelini ödemeli, asıl bunun hesabını vermelidirler.
Pakistan’ın eski idarecileri olan Butto ailesi bana çok yakındı, hattâ hem siyasî olarak hem de ailecek yakındı. Şam’da olduğum süreçte kendileriyle birçok defa görüştüm. Örgütüm olan “Milletlerarası Devrimciler”e de maddî-manevî destekleri olmuştur. Düzenleyeceğimiz eylemlerde bana tavsiyelerde bulunmaları bir yana, bizzat lojistik destek de vermişlerdir.
Eski Pakistan Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto’nun oğlu Mir Gulam Murtaza Butto’nun, yâni kendisiyle yakın münasebetlerim olan bu dostumun Pakistan’da El-Zülfikar Teşkilâtı adlı bir örgütü vardı. Benim Şam’da bulunduğum ve ABD’nin de Irak’a saldırdığı bir demde ziyaretime gelen Murtaza Butto, ABD’nin cezalandırılması gerektiğini söylüyordu ki, 1991 yılında Şam’daki evimde söylediği şuydu, ki buna o mecliste bulunan başka insanlar da şâhittir:
- “Amerika’daki İkiz Kuleler’e fedaî pilotların kullandığı patlayıcı yüklü Boeing 707 jet uçaklarıyla saldırılabilir ve bu kuleler imha edilebilir!”
Evet, bildiğim kadarıyla, bu fikri ilk kez ortaya atan kişi, 1996’da öldürülen Murtaza Butto’ydu. İşte bu fikir sözkonusu konuşmaya şâhid olanlar tarafından çevreye yayıldı, nihâyet Usame bin Ladin’e ve adamlarına kadar vardı. O da bu fikri benimsedi ve hayata geçirdi. Elinde profesyonel pilotlar olmadığı için, kendi pilotlarını yetiştirdi ve emperyalistleri sarsan o meşhur eylemi gerçekleştirdi.
11 Eylül’de kuşkusuz hem uçaklardaki hem de vurulan kulelerde çalışan bazı masum insanlar öldü. Ancak, tüm dünyanın iliğini kurutan ve insanlığa karşı sayısız suçun tezgâhlandığı kapitalist sistemin üssü bu kulelerdi ve tüm bu suç yuvaları sözkonusu eylemle yerle bir edildi. Dünya tarihinin gördüğü bu en kötü “parazit”lerin yuvası, tarihî kıymetteki bir operasyonla imha edildi.
Allah şehid ve âlim Usame’ye rahmet etsin. Zafer bizimdir ve Hilâfet mutlaka kurulacaktır!
Allahü Ekber.
8 Mayıs 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan