Tüm toplumların hayatlarını idame ettirebilmeleri için kendilerine ait kuralları, düzenleri ve ölçüleri vardır. Bu kuralları da önce dinlerinden sonra yaşadıkları coğrafya ve kökleri itibariyle gelenek ve törelerinden alırlar. Toplumlar bu unsurlar çerçevesinde şekillenir ve ahlak oluşur. Hukuk da Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi “Ahlakın pıhtılaşş halidir.” Toplumun yazılı veya yazısız tüm hukuk kaideleri bu ahlaka mutabık olmak mecburiyetindedir.

Biz ise Cumhuriyet döneminde kendi değerlerine yabancılaşan bir toplum olarak bize ait olan her ne varsa onu bırakıp yerine Batı medeniyetinin değerlerini aldık. Elbette bu da en çok eğitim müesseseleri yoluyla gerçekleşti. Çünkü toplumları değiştirebilmenin, dönüştürebilmenin ilk yolu eğitimden geçiyor.

Eğitim müesseseleri beşerî ilimler dışında irfan, kültür, ahlakın öğrencide vücut bulması için çaba gösterilen yapılar olması gerekirken, tam tersine hareket edildi ve sığ fertlerin yetişmesi üzerine kurgulandı.

Bugün eğitim kurumları üzerine giydirilen Kemalist kabuğu kırmak için çırpınılıyor ve bunun için de çeşitli projeler geliştiriliyor. Okul öncesi dini eğitim, MEB ve Diyanet işbirliğinde geliştirilen eğitim çalışmaları bunun göstergesi.

Her ne kadar “kültürün veya ahlakın eğitimi olur mu olmaz mı?” sorusu soruladursun ve ahlakın aileden öğrenilmesi gerektiği savunuladursun, kendi değerlerini yitirmiş bir topluma verilecek ilk eğitimin ahlak olduğuna inanıyoruz. Çünkü bu kadar bilgi yığını içerisinde hakikati gözden kaçıran bir toplum için öncelikle ahlakı bilmesi şarttır. Evrensel değerler saçmalığından arındırılmış, bizzat bize köklerimizi yeniden hatırlatan, geçmişinden ders alan, ders çıkaran bir ahlak eğitimine ihtiyaç var. Ahlak olmadan ve kendi dinini, tarihini ve kültürünü gözetmeden verilecek eğitimden insan değil sadece yığınlar çıkarabilirsiniz.

Seyyit Ahmet Arvasi’nin ahlak eğitimine dair deklare ettiği beş madde de önem arz ediyor:

1. Türk milli eğitimi, ahlâk derslerini, teorik bir «laf ü güzaf» olmaktan çıkaracak, milletimizin vicdanında yatan değerlere bağlı olarak yapacaktır. Yani, «ahlâk eğitiminde» dinî ve millî ahlâk telakkilerimiz esas alınacaktır.

2. Okullarda verilen ahlâk dersleri, millî ve dinî hayatımızın desteklediği değerlere ters düşemez. Ahlâk, «içtimaî bir müessesedir» laf değil…

3. Ahlâk teori değil, bizzat milletin yaşadığı ve yaşamak istediği «iyi haller» olarak pratiktir. Kâbil-i tatbik olmayan filozofik doktrinler, millî ve dinî hayatımızın yoğurduğu vicdanlarda heyecan ve hassasiyet uyandırmayan felsefi kanaatler, genç vicdanlara sadece yük olur. Fayda değil, zarar tevlid eder.

4. Fransız sosyologu G. Gurvitche'in işaret ettiği gibi, bir ahlak filozofisi, teoride gerekli olabilir, ancak, bu milli törelerle ve dinî ahlâkla çatışan ve millî vicdanı tahrip edici biçimlerde tezahür edemez. Bir ahlâk felsefesi yapılabilir, ancak, bundan «norm çıkarmak» kâbil değildir. Teorik bir ahlâk felsefesi, millî ve dinî ahlâkı geliştirici, besleyici, destekleyici ve onlarla iş birliği yapıcı nitelikte olursa elbette faydalı olur.

5. Öte yandan ahlâk eğitimini yapan öğretim vasatının ve kişilerin millî ahlâkı yaşayan, yaşatan değerlerle yoğrulmuş olması şarttır.

Görüş: M. Taha İnci