CHP’li ulusalcılar nefret ettikleri Müslümanlarından kurtulmak isterken kendi partilerinde üvey evlat konumuna düştü. Hem de alevilerden bir darbe yiyerek.

Alevilerin kimlik ve inanışları, içinde bulundukları toplum içinde her zaman mesele olmuştur. Bu durum yeni de, Türkiye’ye has bir durum da değildir. Fakat bu, onların toplum içinde ayrıştırılmasından ziyade bu ayrışmayı kendilerinin istemiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Hiçbir zaman İslam emir ve idaresi altında olmak istemeyen bütün heterodoks inanışlar, kimliğini saklamak isteyen Ermeniler gibi tüm unsurlar, kolayca gizlenebildikleri ve Ehli Sünnet dışında kendini konumlandıran alevi inancı içinde kendilerine yer buldular. Bugünkü Aleviliği tek bir kaynaktan gelen bir inanış ve fikir olarak görmek mümkün değildir. Bizdeki Alevilerin inanışı, ne farsların Şiiliğine ne Arab Alevilerine benzemektedir ve yekpare bir Alevilik de değildir. Daha ziyade eklektik ve birbirinden farklı inanışlar ve gruplar vardır. İşin tarihi arka planı ayrı ve teferruatlı bir fasıl olmak üzere başka bir mevzudur.

Cumhuriyet devrinde yeni rejim, esas hedef gördüğü Sünni Müslümanları mahkemelerde yargılayıp sindirdikten ve topluma önderlik edebilecek bütün ileri gelenleri darağaçlarına gönderdikten sonra, hedefini eskiden kalma alışkanlıklarını ve serbestliklerini sürdürmek isteyen, Osmanlı zamanının Çarsancak olarak bilinen bölgesinde serbestçe hareket eden ve kendi liderleri dışında kimsenin buyruğu altına da girmeyen Alevi aşiretlerin üzerine çevirdi.

Tarih 1937’yi gösterdiğinde, Murat Suyu’nun kandan kıpkızıl akacağı, insanların ahırlara ve evlere kapatılarak diri diri yakılacağı, hamile kadınların karınlarından süngüleneceği meşum bir harekât başladı. Ve bu harekâtın uzun süre adı dahi anılamadı. Bir bölgenin isminin değişeceği ve rejimin kudretini her daim hatırlatsın diye özellikle seçilmiş bir isimle resmileştirileceği harekât, resmî rakamlara göre 13 bin sivilin öldürülmesiyle noktalandı.

Aleviler bu süreçten sonra her daim resmî ideolojiye mesafeli kaldılar. Fakat üzerlerindeki resmî rasat hiçbir zaman geri çekilmedi. Çoğunluğu fakir ailelerin çocukları olan aleviler, belli dönemlerde ailelerinden alınarak yetiştirilmek üzere devlet yurtlarına yerleştirildi ve okullarında okutuldu. Bir ölçüde kültürlenme ve kimliklerinden uzaklaştırma gayesiyle yapılan bu hareketler ne derecede başarılı oldu bilinmez, fakat Alevilerin kendilerini konumlandırdıkları siyasette zaman içerisinde belli bir değişim oldu.

Bu değişim çoğu zaman ve genellikle yanlış yorumlanarak “celladına âşık” bir tavsif ile değerlendirildi. Zira Aleviler kendilerine en uzak olması gereken parti CHP’yi destekler gibi görünüyorlardı. Zamanla parti içinde ve yönetim kadrolarında da boy göstermeye hatta bir klik olmaya kadar gittiler. Fakat bu klik, başta bizim de yanlış değerlendirdiğimiz gibi tamamen resmî ideolojiyi benimsemiş göründü. Yaptıkları her iki düşmandan birini eksiltmek için uygulanan bir taktikten başka bir şey değildi. Ve Sünni çoğunluğa karşı söz sahibi olmak ve harekette bulunabilmek için kendilerinin yadırganmayacağı bir çatı altına girmekten ibaretti. Zira herhangi bir Sünni oluşum içerisinde tutum ve davranışları sakil kalacağı ve hemen sırıtacağından, istedikleri rahatlığı elde edemezlerdi. Fakat şimdi “en çağdaş, ilerici, kafatasçı, ulusçu” kimliklerle aynı masada kadeh tokuşturabiliyor, Sünni İslam için ağızlarına geleni söyleyebiliyorlar.

Fakat Ulusalcılarla birlikte mutlu mesud bir şekilde hareket eden hemşerilerine ve mezhepdaşlarına gerekli kadroları, rahat koltuklarını koruyarak veren S. O. ve M. M.’den, başka bir dinden bahseder gibi İslam’dan bahseden Ö. S.’den sonra, 2010’da bambaşka bir kadro partinin başına geldi.

Öyle bir geldiler ki; bütün ulusalcı kadroları, hem de partinin çelik çekirdeği olan “CHP Politbüro”sunu dahi tasfiye edecek kadar derinden ve sessizce geldiler. Yapılan bütün parti içi itiraz ve tartışmalara rağmen değiştirerek geldiler. Öyle bir geldiler ki; hiçbir Sünni hassasiyet taşımamasına ve bu yönde bir gayreti olmamasına rağmen eski genel başkanlarını “Tipik Sünni” diyerek suçlayacak kadar ve Sünni olmayı parti içinde töhmet altında kalınacak bir mesele hâline getirecek kadar ileri giderek geldiler. Böylece CHP resmî ideolojisinin ruhsuz, köksüz, aslına muarız “Türk tipi İslam” projesi paramparça oldu. CHP’li ulusalcılar nefret ettikleri ve ötekileştirdikleri, beğenmedikleri Anadolu Müslümanlarından kurtulmak isterken kendi partilerinde üvey evlat konumuna düştü. Hem de eldivenle dahi olsa sevmeyecekleri alevilerden beklemedikleri bir darbe yiyerek. Alevileri hor gören bu kibirli parti yöneticileri İslam’a olan düşmanlıklarının kör ettiği gözlerinin önünde parti kapısı önüne konmanın acısını dahi duyuramadılar.

Burada çok ilginç olan bir şey var ki, karakter ve duruş olarak kimsenin ihtimal vermediği bir ismin bu değişimi on yıl gibi bir sürede, bütün yılların tecrübeli siyasetçilerini alt edecek şekilde gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu değişim geri döndürülmesi imkânsız bir şekilde gerçekleşmiş, partinin tekrar kurucu kodlarına dönebilmesi için kendisini toptan lağvetme veya topyekûn parçalanma-bölünme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Muhtemel bir hezimette de böyle olacaktır.

Şu ân CHP’nin başına geçmiş olan başkan ve yönetimin bunu başarma macerası, başkanın bir video ile açıkladığı “kimliği”nden ziyade, bütün yenilgilerine ve başarısızlığına rağmen parti başkanlığına giden yolda bütün engellerin kendisi için nasıl bir bir ortadan kaldırıldığı gerçeği, bir araştırma neticesinde bambaşka bir kimlik okuması ortaya koyma potansiyelini haizdir.

Kendisini Rejim’in elit kesimi, kurucusu ve efendisi olarak gören kesim için gerçekten acınası bir vaziyet... Dersim’in, Tunceli’nin dağlarından gelip devşirilmek için konuldukları okullarda yetiştikten sonra kabul edildikleri Parti’de, katillerinden intikam almak…

O elitler ki, İslam’ın hiçbir unsuru ile birleşmemek için girdikleri mücadelede, kendilerine müttefik gördükleri bir kesim tarafından kapının önüne konulmuş olmanın acısını bile yaşayamıyor, sözünü dahi edemiyorlar; ve bunlar kendilerini rejimin en ilerici, en çağdaş, en sadık, en yetişmiş kesimi olarak görüyorlardı.

Geçmiş olsun!..

Aylık Baran, 15. Sayı, Mayıs 2023