Atom Bombası ve Türkiye’deki Reaktör Çılgınlığı

Nasılsınız? Oradaki dostlardan, gönüldaşlardan bir haber var mı?
(Av. Güven Yılmaz, Ali Osman Zor’un “geçen” Perşembe günü Kırgızistan’dan Türkiye’ye sınırdışı edildiğini haber veriyor.)
Öyle mi? Kayınbiraderiniz Ali Osman Zor inşallah iyi durumdadır.
(Av. Yılmaz, kendisinin iyi durumda ve şu ân İstanbul’da cezaevinde olduğunu söylüyor. Ayrıca, gazeteci Fazıl Duygun’un da cezaevinden çıktığını söylüyor.)
Oo, demek Fazıl çıktı. O “yaşayan en büyük terörist”e çok selâm söyleyin. İnşallah en kısa zamanda tekrar telefonla görüşürüz!
Bu arada, kitabımın İngilizce orijinalinin hazırlıkları ne safhada? Çalışmalar devam ediyor mu?
(Av. Yılmaz, Carlos’un İngilizce telefon konuşmalarını sesten yazıya geçirmesi için Bişkek’te bazı kişilerle irtibata geçildiğini, ancak Ali Osman Zor’un uzun tutukluluğunun bu çalışmaları sabote ettiğini belirtiyor.)
Önümüzdeki Kasım ve Aralık aylarında mahkemem var, tüm dünyanın gözü orada olacak, şayet Türkiye’de İngilizce olarak kitabım basılsaydı onu bu vesileyle tanıtır, herkesin onu konuşmasını sağlardık, üstüne para bile kazanırdı yayınevi. Vakit daraldı, şimdiye dek bitmiş olmalıydı yazıya geçirme işi, ben de burada tashihlerini yapardım, şimdi lütfen yeni bir çalışma başlatıp bu kitabı âcilen bitirmeye bakın, çok geç kaldık.
(Av. Yılmaz, başka biriyle bu konuda anlaşmak üzere gerekenlerin yapılacağını vurguluyor.)
Neyse...
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl peki? İyi mi?
(Av. Yılmaz, “dün” Ali Osman Zor ile görüşmesi icab ettiği için Kumandan Mirzabeyoğlu’nu ziyarete gidemediğini, başka meslektaşlarının Mirzabeyoğlu’na gittiğini, fakat kendisinin iyi olduğunu söylüyor.)
Güzel.
Bugün 6 Ağustos; sembolik kıymeti olan bir gün... Çünkü 1945’te bugün, Hiroşima’ya atom bombası atıldı. Tarihte insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçun gerçekleştiği gün...
Hiroşima’ya atom bombası atılmadan hemen önce, Japonya’nın iki milyonluk o büyük ordusu, bir Rus mareşalinin kumanda ettiği Sovyet ordusu tarafından Kuzey Çin’de mağlub edilmişti. Sözkonusu seçkin Japon ordusu teslim olmuş, silâhları da komünist Sovyet ordusunun eline geçmişti. Devlet olarak Japonya, Rusya’ya teslim olmak üzereydi. Gerçi bu teslimiyet, Japonlar için çok da büyük bir mesele değildi, çünkü Ruslarla daima iyi ilişkiler içinde olmuşlardı geçmişte. Zaten Rusya da bu büyük muharebeden daha birkaç hafta önce savaş ilân etmişti Japonya’ya.
Ne var ki, Japonya’nın Rusya’ya teslim oluşu ve Rusya’nın Japonya’ya girişi, Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalist politikalarının işine gelmiyordu. Tam da bu yüzden, hemen ardarda iki atom bombası attılar Japonya’ya ve Japonya’nın Rusya’ya değil, kendilerine teslim olmasını sağlamak istediler. Japonya’ya Sovyet ordusunun değil, Amerikan ordusunun girmesini istiyorlardı. Bu amaçla da o kirli aracı, yâni atom bombasını kullandılar.
Hiroşima, Japon iç denizinin liman şehriydi. Orada askerî üsler falan da yoktu. 250 bin “sivil” insanın yaşadığı böyle bir şehre attılar atom bombasını ve 80 bin kişinin hemen ölmesine, 50 bin kişinin yaralanmasına, radyoaktivite sebebiyle birçoğunun da ilerleyen yıllarda yavaş yavaş ölmesine yolaçtılar.
Bunu insanlara hep hatırlatmak gerekiyor. ABD, tarih sahnesine çıktığı günden beri her zaman ve her yerde insanları öldürüyor, katliamlar düzenliyor çünkü. Bugün de Irak’ta, Afganistan’da ve Libya’da görüyoruz bu câniliği. Niçin peki tüm bunlar? ABD’nin paraya, para kazanmak için de tüm o ürettiği silâhları, uçakları, helikopterleri, gemileri, bombaları falan satmaya ihtiyacı var da ondan! Yaşamak için kandan besleniyorlar. Fakat aynı Amerikalılar, dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çıkıyor, bu konuda ne kadar “örnek” oldukları progandasını yapmakla kalmayıp bir de dünyanın her yerine bu yüzden müdahale hakkı görüyor kendisinde. Öyle bir ikiyüzlülük dönüyor ki ortada, Amerika gidip İslâm âleminin, Arab dünyasının ve Afrika’nın en yüksek hayat standardına sahib ülkesine, yâni Libya’ya, “insan hakları” gerekçesiyle hiç utanmadan saldırabiliyor, orada bu gerekçeyle insanları katlediyor. Bu yüzden, tarihte işlenmiş bu en büyük suçu, Japon şehirlerine atılan bu atom bombalarını daima hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Bu vesileyle, daha önce hakkında konuşmadığım bir meseleye daha temas etmek istiyorum. Türkiye gelişen bir ülke; iktisadî ve sınaî açıdan sürekli büyüyor. Elbette bu büyümeyi korumak ve sürdürmek için de daha fazla enerjiye duyuyor. Tabiî, kendisinde yeterli petrol kaynakları olmadığı için, enerji problemine bir çözüm arıyor ve bunun için de nükleer enerji şıkkına yöneliyor. Buraya kadarı anlaşılır. Peki hangi akılla gidip Akdeniz’de, yâni düzenli depremlerin gerçekleştiği riskli bir bölgeye inşâ etmek istiyorlar bunu. O geniş toprakları olan Türkiye’de başka yer mi bulunmuyor?..
Herşey enerji ihtiyacından ibaret midir ayrıca? Geçmişte Çernobil’de, şimdi Fukuşima’da gördüğümüz gibi, her nükleer reaktör o ülkede yaşayanlar için korkunç bir tehlike demektir aynı zamanda. Çernobil’deki gibi bir kaza, Fukuşima’daki gibi bir deprem her ân olabilir. Hele Türkiye gibi bir deprem ülkesinde bu ne kadar risklidir, hele hele Akdeniz gibi aktif fayların bulunduğu bir bölgede ne kadar tehlikeli!..
Acaba, yakınlığı ve elindeki imkânlar bakımından İsrail’i en çok tehdit eden ülke olan Suriye’yi, civarındaki Müslümanları ve o bölgedeki canlı hayatını kökünden kazımak gibi gizli ve sinsi bir plân mı var bunun gerisinde? Nasıl olur da bunlar düşünülmez?..
Bence Türkiye’de herkes, hangi siyasî görüşte olursa olsun, bu tehlikeli projeye karşı harekete geçmeli, barışçı protestolar yoluyla geç olmadan bu yanlışın önüne geçmelidir. Böyle bir nükleer reaktördeki en ufak kazanın bile milyarlarca euroluk zarara yolaçacağı nasıl bilinmez. Bugün Fransa gibi nükleer bir güç bile, onlarca yıl inşâsı için uğraştığı ve bu uğurda on milyarlarca euro hazırladığı bir nükleer reaktörü, yine on milyarlarca harcayarak ıslah etmeye çalışıyor. Akıllar başa devşirilmeli, bunun için de Türkiye’deki herkes ve her kesim seferber olmalıdır.
Hiroşima ve Nagazaki’de katledilenlerin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Allahü Ekber.
6 Ağustos 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan