Elitistlerin hâkimiyetlerinin vesilesi olan sunî iktidarlar ve dengeler bir bir çöküyor. İlk olarak Türkiye’de esmeye başlayan bu dönüşüm rüzgârı, önce Arab ülkelerine sıçradı ve Arab Baharı yaşandı. Bugün benzer bir değişim-dönüşüm rüzgârının Avrupa kıtasında estiğini ve Avrupa Birliği’nin bu fırtınaya tutulmuş olduğunu görmek zor değil. Peki bu değişimin altında yatan saik nedir ve bu değişim dünyaya ne getirecek, ne götürecek?
Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından gerilime dayalı siyasetin ortadan kalkması ve sosyal medyanın hayatımıza girmesi, devletlerin medya üzerindeki kontrolü kaybetmelerine yol açmış, neticede toplumlardan gizlenen pek çok husus faş olmaya başlamıştır. Bunun tabiî sonucu, emperyalizmin denetimindeki statükonun sarsılması olmuştur. Yolsuzluk, gizli ittifak, suikast, şantaj, şahsî menfaat merkezli izlenen politika, imtiyazlı sermaye sınıfı, siyasetçi ve bürokratların servetleri gibi konuların açığa çıkmasıyla beraber, milletler ile iktidarlar arasındaki doku uyuşmazlığı artık gizlenemez oldu.
 Avrupa Birliği
Almanya ve Fransa’nın Avrupa’nın geri kalanını kontrol etmek ve sömürmek adına kurduğu tezgâh nihayet dağıldı. 1993 senesinde, Soğuk Savaş’ın bitişinin hemen akabinde kurulan Avrupa Birliği, birliğin üyesi ülkelere bakıldığında da hemen anlaşılacağı üzere sunî bir birlikteliktir. Amerika karşısında bir güç merkezinin temerküz ettirilmesi iddiasıyla başlatılan proje, yalnıza birkaç Avrupa ülkesinin birliğin geri kalanının iliğini kemiğini sömürmesi ve ekonomik emperyalizmi geri kalan üyeler üzerinde en şiddetli şekilde uygulaması ile neticelenmiştir.
Birliğe üye ülkeler küçülürken, Fransa doğrultusunu bozmasa da bilhassa Almanya ekonomisi büyüdü. Birliğin ortak ticaret kanunları ve sebeb oldukları ekonomik kriz vesilesiyle küçülen diğer Avrupa ülkelerinin ticarî değeri olan markalarını da kolaylıkla satın alan Almanya, büyük bir ekonomik güç olarak girdiği birlikte, geçen zaman ile süper ekonomi hâline geldi.
Ellerinden ticarî kıymeti olan her şeyi alınan, sömürülen, borçlandırılan, bir de sanki Avrupa Birliği’nin sırtındaki kamburmuş gibi suçlanan diğer üyelerse, bugün birçok imkânsızlığa rağmen yeni yeni uyanmaya başladılar. Bu uyanış örneklerinden biriyse bu yazının kaleme alınmasına da vesile olan Yunanistan...
Yunanistan’daki Seçimlerin Önemi
 En başta, Avrupa Birliği’nin sultası Yunanistan seçimlerinin neticesiyle ilk fiilî darbesini yemiştir. AB karşıtı söylemleriyle seçim kampanyası yürüten Syrıza partisinin seçimi kazanması, bundan sonra AB için işlerin eskisi gibi kolay yürümeyeceğinin de en bariz emaresidir. Bunun nedenleri hakkında konuşalım.
Avrupa Birliği’nin “ortak kalkınma treni”nin Yunanistan’a hiç uğramadığı ortada. Yunanistan, AB içindeki en borçlu ülke olmamakla beraber, yapısal reformlar gerçekleştirmemiş olması dolayısıyla yaşanan krizden çıkması en zor ülke... Bunun yanı sıra, AB içinde Yunanistan’a yardım yapan ülke ve kuruluşların dikte ettikleri kemer sıkma politikasından dolayı ekonomi tamamen kilitlenmiş durumda; para hareketi ise neredeyse yok hükmünde. İşsizlik oranlarının %30’lara dayandığı Yunanistan’da, mevcud şartlara bakılırsa, aslında seçim yolu ile bir iktidar değişimine gidilmesi ve halkın isyan etmemesi bile hayret verici...
Syrıza partisi, seçim öncesi vaatlerinin arkasında ne kadar durur bilinmez; fakat duracağını ve bundan sonrasında Yunanistan’ın ekonomik bakımdan iyi bir performans göstereceğini varsayacak olursak, AB sonbaharının kışa döndüğünü söyleyebiliriz herhâlde.
Bugünkü konjonktüre göre değerlendirecek olursak, Yunanistan’ın tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene dönen dünyadaki dengeleri gözleyerek izleyeceği incelikli bir siyaset ile içinde bulunduğu cendereyi kırması mümkün görünüyor. Güney Kıbrıs açıklarında bulunan doğalgaz kaynaklarının çıkartılması ve pazara taşınması hususunda İsrail ile değil de, pazara erişimi mümkün olan Türkiye ile anlaşmaya varması, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargonun tarafı olmaması ve kalkınmakta olan ülkelerle kuracağı ticarî ortaklıklar vesilesiyle içinde bulunduğu durumdan çıkması ve kendisini sömürerek tüketen AB’nin temellerini dinamitleyerek intikamını da alması mümkün. İspanya, İtalya ve Portekiz sırada bekliyor, fırsat kolluyor ne de olsa.
Yunanistan’ın yeni iktidarı ne kadar basiretlidir ve bir de eski hükümetler AB ile hangi müeyyideler karşılığında ne gibi anlaşmalar yapmıştır, bilmiyoruz; fakat hızlı değişimlerin mümkün olduğu günümüzde, Yunanistan’ın topuğunu dibe vurup hızlı bir şekilde yükselmesi işten değil.
Türkiye ve AB
Türkiye’nin önüne “kızılelma” gibi dayatılan Avrupa Birliği, kendi içindeki problemleriyle beraber kışa döndüğü için artık bir gaye olmaktan çıkmıştır. Türkiye’nin böylesine abes bir şart içinde yaşamaktan kurtulması bile bundan sonra planlanacak siyasetin ufkunu genişletmesi bakımından müsbet bir gelişmedir.
Dünya üzerindeki statükonun sallanmaya ve sağlam durmayanların da yıkılmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Yeni temerküz eden güç merkezleri açısında böyle bir dönemin içine girilmiş olması büyük nimet. Statükonun sallanmaya başlaması, ard arda dizilmiş domino taşlarına benzer bir etki gösterirse, satüko mahsullerini ayakta tutmak mümkün olmaz. Böyle zamanlarda genellikle yeni siyasî güçler ortaya çıkar ve hâkimiyeti ellerine alıverirler. Bakalım bu konuda zaman ne gösterir?..
Lâfı eveleyip gevelemeden söyleyelim: Avrupa Birliği adlı Hıristiyan Birliği, bizim tabiî düşmanımızdır. Nasıl aslanlar ile sırtlanlar tabiî bir şekilde düşmansa, aynı şekilde... Bundan dolayı, “AB dağılırsa biz ekonomik olarak sıkıntıya gireriz” masallarını kimse kimseye anlatmaya çalışmasın. Evet, kısa vadede ithalât ve ihracat bakımından en önemli müşterisi ve müşterimiz olan AB’nin dağılmasıyla bir sıkıntı olabilir; fakat orta ve uzun vadede bu birliğin yıkılması, Türkiye’nin yeni pazarlara yelken açmasının ve yeni ticarî ortaklıklar kurmasının vesilesi olabileceği gibi, yarın öbür gün Batı’dan gelebilecek bütün bir ambargo tehdidini de bertaraf edeceğinden, son derece müsbet bir gelişme olarak görülmelidir.
Statükonun silkelendiği bir dönemden geçtiğimizi söylemiştik; bu vaziyet Türkiye’yi jeopolitik konumu dolayısıyla ister istemez birçok bakımdan bir kavşak noktası hâline getiriyor ve temerküz eden güç merkezlerinin hiçbirinin kendisinden uzak tutmak istemeyeceği bir noktaya Türkiye’yi sevk ediyor. Yeni Dünya Düzeni’nin tesis edilmesinde merkez rol oynayacak olan Anadolu’nun kaderi, mukadder oluş gereğidir; isteseler de istemeseler de zamanın ruhu böyle diyor. Öyleyse zamanın ruhunu iyi okumanın, günübirlik politikaları, günü birlik köşe doldurmacaları bir kenara bırakmanın, kafayı kaldırıp ötelere bir göz atmanın, ötelere göre vaziyet almanın vaktidir.
Bu arada, bugün Amerika’nın kendi kabuğuna dönmeye çalıştığı, Rusya ve Çin’in yüklendiği, Avrupa Birliği’nin ayakta durmaya çalıştığı konjonktürü fırsat bilerek; Türkiye’nin, başındaki en büyük belâ olan dizginleri dışarıdaki urlaşmış sermaye odaklarıyla olan hesabını da görmesi gerekir. Onlar içinde bulundukları problemlerle uğraşırken, daha ne olduğunu bile anlamalarına fırsat vermeden bu hesabın görülmesi gerekir. Bu, Türkiye adına son derece ehemmiyetli bir atılım olacağı gibi, ufukların üzerine çökmüş pusun dağılmasına da vesile olacaktır.
AB’nin yekpareliği içinde istediği gibi at koşturma fırsatı yakalayan Siyonist zihniyetin dağılması da, Türkiye açısından son derece önemli fırsatları peşinden getirecektir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi statükonun darbelenmesi, bir statüko mahsulü olan İsrail’in de aleyhine bir gelişmedir. Su damlasına taşı deldiren ritmin gücü ortada. Bakarsınız hiç beklenmedik bir damla, yıkılmaz denenleri bir ânda darmadağın eder de, niceleri elleri ağızlarında, pörtlek gözlerle vaziyette baka kalır.
Neticede
Yunanistan’da başlayan değişim rüzgârı, Avrupa Birliği’ni şimdilik silkeleyecek gibi gözüküyor. Ama uzun vadede rüzgâr sertleşecek ve Avrupa Birliği dağılacak. Bu bizim uzun süredir öngördüğümüz bir tahmin. Zaten göle maya çalmak kabilinden sunî bir şekilde kurulmuş olan birlik, böylesine gerçek sıkıntılar karşısında uzun uzadıya ayakta kalamaz.
Kapitalizmin tabiatı itibarıyla meydana gelen 2008 ekonomik krizinin derin etkileri bir yandan sürerken, Batı âlemi bu kriz ile, yâni kapitalizm ile hakkıyla yüzleşmeye yanaşmayarak kendi sonunu hazırlıyor. Hazırlasınlar da; nasıl çıkacaklarının ve kapitalist zihniyeti nasıl yaşatacaklarının reçetesini verecek hâlimiz yok... Bu krizin tarafları arasında yer alan Amerika’nın da iyiden iyiye kendi kabuğuna çekilmek zorunda kaldığı, İngiltere’nin sinsi siyasetinin artık tıkandığı, AB’nin dağılmaya yüz tuttuğu, Müslümanların fıkır fıkır kaynadığı, Çin ve Rusya gibi iki büyük kemmiyetin doğrulmaya başladığı bu demde; ayakları yere basan ve eski şuuraltı korkularından da arınmış bir siyaset ile tarihî rolümüz, konumumuz ve bir de tek bizde olan “yaşanmaya değer hayat” reçetemizle bu statüko bataklığından çıkmak ve yaşanmaya değer dünyayı, yeni dünya düzenini inşa etmek elimizde.
Zamanın ruhu bizi davet ediyor; sünnettir, davete icab etmemek olmaz...

Baran Dergisi 420. Sayısı