“Herşeyden önce kelâm vardı” ölçüsü ve dil olmadan hiçbir şeyin olamayacağı, yeni dünya görüşünün yeni bir dil kuracağı gibi birçok hikmetten dolayı dil mevzuu İBDA Fikriyatında önemli bir yer tutar. “Dil” , “teorik dil” “mânâ dili”, “teknik dil”, “sentez dili” gibi mefhumlar İBDA Mimarının üzerinde durduğu mevzulardır.
Yüce Resul’ün diğer peygamberlerden ayırıcı özelliği olan “kelâm ve mânâ toplayıcılığı” O’nun varislerinde de bu sorumluluğu işaretler. İBDA, dil ve mânâ toplayıcılığı özelliğini de taşır.
Dil ve mânâ toplayıcılığı çevresinde “Topluluk Hakikati”nin ortak dili de ortaya konulmalıdır. 21. Yüzyılın eşiğinde çağımızın kurtuluş reçetesini sunacak böyle bir dil oluşturuldu mu? Böyle bir dilin ehmmiyeti ve kavranmasındaki zorluklar nelerdir? Bu soruların sağlıklı cevaplarını vermek zorundayız. Her ilim ve dünya görüşünün kendi dilini oluşturduğu, önce işaret sistemlerini kurduğu, kendi teorik dil alanını kurduktan sonra anlaşılır ve anlatılır hale geldiğini hatırlatalım.
21. yüzyıl eşiğinde İslâm’a muhatap anlayışı yenilemek iddiasında BD İBDA sistemi de kendi dilini kurmuş ve bu dil etrafında “kelâm ve mânâ toplayıcılığını” göstermiştir. Bu bize, yeni bir sistemin diline aşinalığı ve işaret sistemlerini tanımayı emreder.
“Ruhtan çıkan her şeyin menbaı İslâm’dadır” hakikatı bize her sahaya el atmayı işaretler. Bu açıdan bakarsak her mevzuu, tutacağımız şemsiyenin altında kalacaktır. Mesela; opera, bale dahi. Yani, her şeye aslıyla izah getirilecektir. Dil ve mânâ toplayıcılığına sahip bir diyalektik bunu yapacaktır… “Dil; ruhi roman, ruhun romanı” tarifini de burada hatırlıyoruz. Çağımızda; “sentez dili” oluşturan, menfisiyle ve müsbetiyle dışımızdakileri bile kendi bünyesine inkılâp ettirici bir diyalektikten bahsediyoruz.
İBDA Mimarı öyle bir diyalektik kurmuştur ki, el attığı her şeye pençesini geçirmiştir. Bu diyalektik sayesinde, dostlarını askeri, düşmanlarını hizmetçisi kılmıştır. “Bilerek ya da bilmeyerek cephemiz rolü oynayanlar” buna misâldir. Her kişi ve cemaati olduğu yerde sıçratma anlayış ve siyasetimiz de bunun gereğidir.
Kumandanımız, Batı tefekkürüne karşı İslâmi direniş ve taarruz noktalarını yakalayıp, beş asırdır harabe olan arsaya billur saray dikerken, içimizdeki aval aval bakışların ne kıymeti var! Kâinatı fethedecek bir dile sahıp dünya görüşü, “Kâinat Plânı” demek olan “dil”i de kuşanmalıydı. Öyle de oldu. Fikir ve sanat meselelerini İBDA pençesini geçiren bu diyalektikle “Tilki Günlüğü” eserindeki “Tablo”larda görüldüğü gibi kurbağadan eşeğe kadar her şeyi kendi dilinin içine alır… “Mânâ dili” sahibi İBDA Mimarı şöyle der: “Bu mânâ çerçevesinde de benim için malzeme, bir çalgı aletindeki koyun bağırsağından farklı değildir: çıkardığım seslere kıymet biçiniz!”
Bu dil zıt kutuplar arasındaki muvazeneden nizam yakalamak, zıtlıklar arasındaki ilişkiyi devşirebilmektir. Kurduğu dil ve mânâ müşterekliği sistemi sayesinde irtibatsız ve alakasız gibi görünen mevzuları tek mihraka bağlamıştır. Şunu söyleyelim ki İBDA, her şeyi ama her şeyi kendi diline dökebilecek bir diyalektik sahibidir. İBDA bir fikir ve kültür havuzudur… Herşeyi kendi açısından verimli kılabilme bünyesine sahiptir.
Dil ve mânâ toplayıcılığı dili de yaşatmaktadır. “Dil mesele konuşarak yaşar” tesbiti çerçevesinde Türkçeyi de ancak mânâ dili konuşanların yaşatacakları bir gerçek. Dil, bir candır. Onu ancak hayatın nabzını tutan, fert ve toplum meselelerine parmak basan bir tefekkür yaşatabilir. Böyle bir fikir, hem dile hizmet eder, hem de dilini doğurur. Kelimelerin aslı-kökü ne olursa olsun onu kendi mânâ kalıbına dökebiliyorsan, o kelime senindir. Yoksa ne kadar bu kelimenin aslı Türkçedir desen bile mânâ diline hâkim olamıyorsan o kelime senin olmaktan çıkar veya ruhsuz ceset gibi kalır.
Kumandanımızın mesele konuşarak dili yaşattığı, yeni bir dünya görüşü açısından da dil kurucusu olduğunu belirtelim. Eserlerini Türkçe vermesinden dolayı da bu lisana hayatiyet ve zenginlik kazandırdığını apaçık bir gerçek.
“İslâm Tasavvufu ve Batı Tefekkürü aranda kanatlarını açan İBDA mihraki” diyalektiklerin çelmesini aşıcı bir diyalektikle “üstdil-üstmânâ”ya ulaşandır.
Bütün, parçaların toplamından fazla bir şeydir” tesbitini biliyoruz. İBDA Mimarı da, herkesin bildiği parçalardan, onların toplamından apayrı bir şey olan bütün meydana getiriyordu. Bu, diyalektiğinin, dil ve mânâ toplayıcılığının özelliğidir. Herkesin bildiği bazı hakikatleri, orijinal bir tertip ve tasnifle birbiriyle alaka ve iştirak noktalarını işaretleyerek bütün-sistem kurabilmek… Yani, “sentez dili” oluşturma… Unsurüstü terkibi gösterme… Burada şöyle bir durum anlaşılmamalıdır: “Un var, şeker var, bunların terkibiyle helva yapılıyor”… Burada olay farklı: Bir kere unsurları bulan, seçen, onları belli bir sıra ve tertibe dizen, nisbetlerini ayarlayan bir bünye sözkonusudur. Bu, bir dünya görüşü, bir dil ve mânâ ortaklığının eseridir. Yoksa rastgele unsurları toplayıp unsurüstü terkip edilemez. Olsa olsa çorba olur. İBDA dışındakilerin düştükleri durum buna misalidir… Unsurüstü terkip; yemekte lezzet, yazıdaki uslüp gibidir.
Öyle bir dil ve mânâ toplayıcılığı, öyle bir diyalektik ki ruh ve ruhçuluğun hüccetini maddeci görüş sahiplerinin sözlerine dahi tasdik ettirebilmektedir. Maddenin ruh kadar meçhul olduğundan bahisle, tasavvuftaki vücut bahsinin zevken idrake dönük yönünü, bizzat maddenin üstüne giderek delillendirebilmiştir. Maddeyi de “zevken idrak” içinde görebilmek… Madde tahakkümü… Beş asırdır Batı karşısında madde tahakkümünü kaybettiğimiz gerçeği karşısında böyle bir diyalektik bizim kurtuluş reçetemiz olmaz mı?
İBDA diyalektiği ateş gibidir, su gibidir. Önüne çıkanı kendine tahvil eder, sirayet eder, ezer geçer… Muazzam bir diyalektik, Büyük Doğu’yu bile hasrı içine almasına ne demeli?
İBDA Mimarı, dil bahsinde “dil-düşünce-kültür” ilişkisini ele alırken Büyük Doğu Mimarının nesrinin de şiir dili olduğunu ifade eder. Biz de şunu söyleyebiliriz ki; bu “yüzyıl diyalektiği” şiir idrakidir, şiir dilidir.
İBDA diyalektiğinin dil ve mânâ toplayıcılığı, ona nispetle hareket eden fikir, sanat ve aksiyon adamlarına da böyle bir toplayıcılık vazifesi yükler. Böylece verimler boşa gitmez ve bir havuzda toplanır. Nispetsiz hareket eden fikir ve sanat adamlarının bir işe yaramayan, daha doğrusu yarayamayan ürünlerini buna misal gösterebiliriz. İBDA, bu ürünleri de yarayışlı kılma bünyesine sahiptir. Yeter ki onun dili anlaşılsın… Bu yüzden İBDA, dışındakilerin verimlerine dahi cephe rolü oynatabilme durumundadır. Yani, diyalektiğimiz dışında hiç bir şey kalmaz. Hakikat de bu değil mi? İslâm’ın hasrı dışında âlemde bir varlık ve oluş var mı ki?.. Bu tespiti söyleyen İBDA, aynı zamanda bunun doğrulayıcısı da olmuştur.
İBDA’nın diyalektik pençesini, teşkilatlanma modeli olan İBDA-C’lerde görüyoruz. Yani, İBDA-C’lerin sağladığı geniş faaliyet ve oluş imkânı İBDA diyalektiğidir. Şöyle de diyebiliriz; İBDA diyalektiği, kendini dökeceği kalıp olarak İBDA-C’yi doğurmuştur. İBDA-C’ler İBDA diyalektiği ve aksiyonunun döküleceği güzel bir kalıptır. Burada, muhteva ve kalıp arasındaki güzel bir uyumdan bahsedebiliriz.
Büyük İslâm diyalektiğini kurmanın reçetesi eline Üstad tarafından tutuşturulan İBDA Mimarı “ yüz yıl diyalektiği”ni kurar. Fikir çağı- İBDA Çağı olmak gereken bu çağda ipekten örgü diyalektiğini gözler önüne serer. Öyle ki, karşı olanların bile karşı olurken, İBDA’yı tersinden gösterdiği bir diyalektik… Yeter ki biz bunu anlayalım ve ona nispetle verimlerimizi değerlendirelim. Bunun aksiyonunu ifa edelim.
Taraf Dergisi 20. Sayı
1 Ekim 1992