Kumandan demiş: “Domuzu boğazından vurup yere serdik!” Bandırma’da boğazından vurulan rütbeli askerin ölüm haberi üzerine demiş... Ayrıca Kumandan bize hediye olarak kendi kazağıyla birlikte içmemiz için bir paket sigara yollamış... Sigarayı keyifle tüttürdük...
Domuzun o zaman ki ve bu zaman ki (Ağustos 2007) durumuna bir göz atalım. 14 Şubat 2000 tarihli bir mektubumdaki tesbitlerin aynen bugün de geçerli olduğunu, Kemalist saldırıların İBDA duvarında eridiğini o zamandan bugünlere!
“Cezaevine gelen ve kimliğini gösteren ziyaretçileri bir de yolda çevirip kimlik kontrolü yapmaları. Ondan önce de polis çeviriyor. Üstüste iki çevirme... İBDA-C korkusu... Çevirdikleri de çoğu kadın ve çocuklar; kardeşini, oğlunu ziyarete gelen insanlar... Amma, ya Şeriat gelirse? Üç buçuk laik-dinsiz azınlık istediği gibi yiyip içemeyecekler, harama el uzatamayacaklar, namussuzluk yapamayacaklar diye; mesele bu!..
Fakat “mühürlenmiş zaman” dayız ve Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemese de...
Kafirler gemi azıya alıp, iyi gittiklerini zannediyorlar, yahut öyle propaganda yapıyorlar. Aslında durumun kendileri için hiç de öyle olmadığını gayet iyi biliyorlar. Saldırganlıkları, ümitsizliklerinden aslında. Durumları batak ve hiçbir taze kan bulamıyorlar ve battıkça batıyorlar... Kuran kurslarını, silahlarını doğrultmuş polisler basıyor, gece vakti çocukları duvarlara dayayıp arama yapıyorlar. Çocuklar korkudan fenalaşıyorlar, dilleri tutuluyor. Niye bunları yapıyorlar? Çökmekte olan Kemalist rejimi kurtarmak için... Kurtulma ümitleri yok!.. Kemalistlerin ne motivasyonu var, ne bir toplum projeleri var, ne taze kanları, ne ümitleri var... Pilleri bitik... “Giden onlar, gelen biziz!..” diyoruz ya, hadiselerin müşahhas tahlilinden bunu anlamak mümkün...”
Evet 2000’ deki mektubumun satırları burada bitiyor. O günden bugüne ne mi oldu?
2007 seçimleri Kemalizmi sandığa gömdü. Baran dergisinin resmettiği gibi altı oklu domuzun hali...
Giden onlar; ama gelenler için iş “nihaî darbe” ye bakıyor. Bu süreç ne kadar uzar, ne kadar kısalır, bu da bizim elimizde. Demekki süreci uzatmak da kısaltmak da bize kalmış.
Bugüne kadar kârımız ne mi oldu?
Yaşanmaya değer hayat ne ise o oldu!
İnsanoğlunun oluş ızdırabını destanlaştıran Necip Fazıl’ın şu mısralarındaki gibi ise yüreğimiz, inkîlâp tamamdır:
  “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
   Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
  Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
  Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”
Çevrenin şahitliği dedik...
Yarın hayallerimiz bitmez, ümit etmek bir sanattır, bir aksiyondur. İnsan olma onuru ve memuriyeti; İBDA budur ve muhataplarından bunu bekler. Bu mânânın çevresinde şahid ve şehid olmak. Necip Fazıl’ın, “Fikir Çilesinin Müstesna Genci” dediği Salih Mirzabeyoğlu’ nun şu mısralarında olduğu gibi:
İnkılâba dayanmış saatler döne döne
Büyük Doğu bayrağı İBDA ile en öne
Mânâsını öğrenmiş kurtuluş alayları
Hakikat çevresinde şehitlik adayları
Nasıl yaşıyorsan öylesin. Nabzında inkılâp mânâsını duyuyorsan senin için devrim var; eğer duymuyorsan, devrim olsa da sana ne!
 
 
Baran Dergisi 35. Sayı
6 Eylül 2007