70 Yıl önce Mustafa Kemal, Ehl-i Sünnet 'in kılıcı olan son Osmanlı İslâm Halifesini ortadan kaldırarak kendi rejimini kurmuştur. Ehl-i Sünnet itikadı ve fıkhı yürürlükten resmen 70 sene önce cumhuriyetle kaldırılmıştır. Kurulan laik-kemalist cumhuriyet en büyük zulmü Ehl-i Sünnet'e yapmış, Ehl-i Sünnet Müslümanlarının kellesi üzerine eli kanlı rejimini yükseltmiştir, idam edilen İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Esad Efendi, Şeyh Said ve arkadaşları, İstiklal Mahkemeleri'nde asıl anlar hep Ehl-i Sünnet idi. Bu rejim dindarlara tarihte eşi görülmemiş zulüm ve işkence uygulamıştır. Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri, Süleyman Efendi, Said Nursi, Necip Fazıl ve diğer Müslümanlar bu rejim tarafından büyük zulümlere uğratılmıştır. Dersim'de hunharca katledilen 50.000 Müslüman unutulmamıştır. (İşbirlikçi Alevilerin ise bu esnada M. Kemal'e destek verdiği bilinmektedir.)

Dini devletten ayıran laik-kemalist yönetim, Diyanet İşleri adıyla bir kurum oluşturarak dindarlara zulmetmeye devam etmiştir. Devlet, kendi koyduğu laiklik ilkesine bağlı kalmayarak Diyanet İşleri vasıtasıyla dine dilediği gibi müdahalede bulunmuştur. Diyanet'te sözde Sünni görüntü verilerek Sünniliği yani, din ve itikadımızı dejenere etmeye çalışmış, küfür rejimine fetvalar verdirmiştir. O makama gelecek uşak ruhlu din satıcıları bulmakta da zorlanmamıştır.

Dini tahrip etmede rejime uşaklık eden Diyanet İşleri bir ikisi istisna bütün başkanlarıyla bu vazifesini layıkıyla yerine getirmiştir. Devamlı olarak din ve itikad bozguncuları Diyanet İşleri makamına getirilmiştir. Diyanet İşleri, namaz ve ibadetlerin Türkçe okunmasının mecbur tutmaya kalkıp, ezanın Türkçeleştirilmesi dahil dindarlara yapılan zulümleri desteklemiştir. Diyanet İşleri Başkanı'nın Şerafettin Yaltkaya  olduğu döneme ait Üstad Necip Fazıl’ın hatırasını "Rapor 3"den aktaralım: 
"Onun yardımcılığı zamanındaki başkan, Kur'an'ın tercüme edilebileceğini ve 'Türkçe Kur’ân" olabileceğini zanneden biriydi. Yakın dostu Hasan Ali Yücel'le aynı çatı altında oturuyor ve “Türkçe Kur'ân” dediği felaketli nesneyi kanunla ibadet dili olarak kabul ettirip, cami imamlarına resmen okutmak gibi, şeytana ataş çıkartacak bir küfür yolu açmaya çalışıyordu. Bunlar; Maarif Vekili ve “Diyanet İşleri" Başkanı, sık sık sultanları İnönü'ye gidip , onu ikna etmeye bakıyorlardı. Maarif Vekili, köşkün yukarı katında yanık sesiyle İnönü'nün dünyadan habersiz, masum annesine Kur'ân okurken, öbürü alt katta o İnönü'yü “Türkçe Kur’ân” ve Türkçe resmi ibadet dili mevzuunda kandırmaya çabalamakta... Bir gün Hasan Ali'nin evinde ona rastladım ve damdan düşercesine dedim ki; "Yeni marifetinizi haber aldım! Bütün basın bu havadisle çalkalanıyor! Devleti bir kamyon farz ederseniz, ben de bir pilicim. Fakat eğer böyle birşey olursa kendimi o kamyonun tekerleği altına atacağımdan ve sesimi bütün yurda duyuracağımdan şüpheniz olmasın!" Tesirim ne çapta oldu bilmem, fakat lanetli plânlarını, İnönü gibi bir İslâm düşmanına bile kabul ettiremediler ve teşebbüsleri başarısız kaldı."

Diyanet İşleri Teşkilatı’nda Ehl-i Sünnet düşmanı mezhepsizler, reformistler ve müçtehit taslakları etkili olmuştur. Diyanet’de mezhepsiz görüşler ve kadrolar ağırlıktadır. Hattâ bunlar İmam Hatip ve İlahiyatlarda dahi etkili olup dinin bozulmamış yolu Ehl-i Sünnet’e ve 4 hak mezhebimize düşmanca tavırlar içinde olmuşlardır. Diyanet İşleri, sapık fikirlere yataklık etmiştir. Ehl-i Sünnet’in büyük imamları ile Diyanet’i mukayese edersek taban tabana zıtlık meydana çıkar. Nerede, devrin sultanının kadılık makamını kabul etmeyip kırbaç altında şehid olan müctehid İmam-ı Azam ve işkencen altında dahi “Kur’ân mahluktur” demeyen İmam Ahmed b. Hanbel. Ve nerede laik-kemalist rejimin kuklası Diyanet İşleri başkanları... Aralarında uçurumla dağ farkı var. Biri dini yücelten, diğeri dini yıkan iki zıt unsur. Biri Allah’a ve Resûlü’ne pazarlıksız bağlı, diğeri Kemalist ilkelere uşaklık etmekte. İslâm Devleti Osmanlı’daki Şeyhülislâm’ın padişaha karşı “şeriattan ayrılırsan seni hal ederim” fetvasıyla Diyanet İşleri’nin amirlerini koruyucu fetvaları(!) arasında müsbet hiçbir alâka olamaz. Ancak kezzapla su farkı gibi bir alâka olabilir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, makamını korumak için her türlü şahsiyetsizliklere göz yuman, kadostra müdürü seviyesinde görülmeyi ruhuna sindiren, kokteyllerde boy gösteren, rejim tavizcisi kukla tipler elinde bulunmuştur. Diyanet İşleri makamının konumu itibariyle başka türlü de olması mümkün değildir. Diyanet İşleri makamında, rejimin istediği tiple, dinin istediği tip arasında hiçbir zaman uygunluk yoktur. Üstün vasıflı din şahsiyeti bu makamı kabul edemeyeceği gibi, bu makam da bu şahsiyeti kabul edemez.

Dinin devlete karışmasını yasaklayan iki yüzlü devlet, Diyanet vasıtasıyla dine müdahale etmiş, Müslümanlara sormadan Diyanet İşleri Başkanı'nı ve müftüleri atamış, hutbelere ve vaazlara kadar karışmıştır. Dini siyasetten zorla uzaklaştıran laik-kemalist rejim, kendi siyasi emelleri için dini kullanmış olup, Diyanet vasıtasıyla devamlı olarak dini istismar etmiştir. Bir de zorda kalınca başkalarını din istismarcılığıyla itham etmiştir. Halbuki istismarcılığı asıl yapan kendisidir. Körfez Savaşı esnasında, devletin emriyle Diyanet İşleri Başkanı, Amerikan emperyalizmine tabi olmanın sevap, karşı olmanın ise günah olduğuna dair fetvalar(!) vermiştir. Amerikan uçaklarının Müslüman bir ülke halkına çoluk-çocuk demeden bomba yağdırmasının dinimizce uygun(!) olduğunu söylemiştir. Zorda kalan patronlarına fetva yetiştirmek zarureti, bu kuruluşun siyasete karışmama yasağını unutturmuştur. Diyanet vasıtasıyla dine müdahale eden devlet, camii şerefelerinde "Atam izindeyiz" gibi saçmalıkları mahyalaştırmıştır. Müslüman halkın isyanından çekinmeseler devlet daireleri ve okullar gibi camilere de Atatürk'ün resimlerini asmaya dahi kalkabilirlerdi.

Diyanet İşlerini bahane edip din düşmanlığı yapmak tutarlı bir davranış değildir. Çünkü başta Diyanet İşleri din düşmanlığı içinde olup, yukarıda söylediğimiz gibi en büyük zulmü Ehl-i Sünnet Müslümanlara yapmaktadır. Bazı Aleviler Diyanet'i Ehl-i Sünnet'e bağlı imiş gibi gösterip kendileri de hak aramaktadırlar. Ve bu arada dine dil uzatmaktadırlar. Halbuki Diyanet'in sorumlusu Ehl-i Sünnet bağlıları olmayıp, şu an SHP'nin de ortağı olduğu hükümettir. Dolayısıyla Diyanet'ten şikayetçi olanın mercii hükümettir. Diyanet işlerinin böyle yürümesi yetmiş yıllık rejimin ana karakteridir. Bunun için Diyanet'in yapısını beğenmeyen rejimi eleştirmek durumunda kalacaktır. Diyanet'in konumunu kabul etmeyenlerin hedefi laik-kemalist rejim olmalıdır.

Rejimin uyguladığı din öğrenimi hakkında da Diyanet İşleri mevzuunda söylediklerimiz geçerlidir. Rejimin din öğrenimindeki gayesi, Diyanet İşleri'nde olduğu gibi dinin aslını dejenere etmek, kukla ve rejim tavizcileri yetiştirmek, mezhepsiz ve müctehid taslaklarını himaye etmek şeklindedir. Din öğreniminde yetiştirdiği şahsiyetsiz tipleri Diyanet İşleri'nde istihdam etmek suretiyle rejim gayesine ulaşmıştır. İmam Hatip ve İlahiyatlarda çöreklenen Ehl-i Sünnet düşmanı tipler sözlerimizin delilidir. Fakat bu okullarda rejimin gayesi dışında da gençler yetiştiğini, rejimi ve kendilerine aşılanan Ehl-i Sünnet düşmanı görüşleri reddettiklerini de ifade edelim. Diyanet İşleri vasıtasıyla tatbik edilen Yahudivari ihanet planı şudur: Din budur deyip dindarları bu rejime yamamak ve gerçek dinle ilgisi olmayan uygulamaları meşru göstermek, Diyaneti Ehl-i Sünnet imiş gibi göstererek Ehl-i Sünnet itikad ve hareketini baltalamak. Kısaca, dini içten yıkmak...

Kendi koyduğu laiklik kuralına dahi uymayıp dine karışan devlet, dine ne zaman kendisi karışmaktan vazgeçecek ve Müslümanların dini hizmet ve öğreniminde en azından özerk olmasını kabul edecek? Yoksa dini tahrip ettiğini bilen rejim, bir gün bu dinin aslî sahiplerince kendisinden intikam alacağı korkusundan dolayı dine müdahaleye devam mı edecek? Müslümanların kelleleri üzerinde kurulduğunu bilen devlet, "Ben onu öldürmezsen, o beni öldürür" korkusundan bu çelişkiye katlanmaktadır... Ve Müslümanlara zulme devam etmektedir. İntikam alınma korkusu onu daha zalim yapmaktadır.

Dini içten yıkanların dine dıştan saldıranlardan daha tehlikeli olduğunu BÜYÜK DOĞU-İBDA anlayışı devamlı belirtmiştir. Din adına dini tahrip müessesesi olan Diyanet İşleri'nin, güvenilmemesi gereken bir müessese olduğunu tekrar belirtiriz.
Şu iki İslami düstur Diyanet'in halini pek güzel ifade eder: "Küfre rıza ayniyle küfürdür!" ve "Küfür tek bir millettir."
 
Taraf. 11. Sayı. Ocak 1992