Türkiye’de yürütme organının değişim ve dönüşüm süreci baş döndürücü bir süratle devam ediyor. Aslına bakacak olursak, bütün dünya ülkeleri ve milletlerarası kamu düzeni yeni bir nizam arayışına girmiş vaziyette. Birleşmiş Milletler, varlık sebebi olduğunu iddia ettiği, güçlü ile güçsüz arasındaki adaleti tesis edemiyor. Ticaret savaşları, tıpkı 1500’lü yıllardaki Avrupalı devletlerin deniz savaşlarına benziyor. Globalizm vesilesiyle tarihin sonu dedikleri düzen 20 sene yaşamadı. Tek kutuplu dünya ise o kadar bile hayatta kalamadı. Barışı muhafaza etmek üzere tesis edilmiş AB gibi birlikler çökerken, enkazın nasıl ve nereye doğru yıkılacağına bile karar vermekten aciz vaziyetteler. Bırakın dünya düzenini, bütün ülkeler dönmüş kendi içlerinde bir varlık yokluk savaşına girmiş vaziyette. Ekonomiler kötü, içtimâî düzenler berbat, adalet ise hak getire...  

Hiç’e Çıkan Yollar
1688 tarihinde gerçekleşen İngiliz ihtilâlinden beri dünyanın denemediği hiçbir yol kalmadı ki sonunda “hiç”e çıkmış olmasın. Dikkat ediyorsanız bizim tarih muhasebemizde kilometre taşı olarak işaretlenmiş 1566 senesiyle arasında neredeyse bir asır var. Biz, peşinen bulduğumuz hakiki nizamı kendi anlayışsızlığımız içinde kaybettikçe, onlar bizde olan hakikati bulmak için denemedik yol bırakmadılar. “Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmayacağı” için de denedikleri bütün yollar tabiî olarak “hiç”e çıktı. İşin asıl elem verici tarafı ise, biz kendi anlayışımızı yenileyememiş olmamızdan kaynaklanan sakatlığı giderip, hakikatin hakikatine kavuşma yerine, ceketimizin astarı içinde kaybettiğimiz hakikati hep başka yerde aradık ve gidip Batılıların peşine düşmek gibi bir gaflete kapıldık.

Son birkaç asırlık zaman diliminde mebusan meclisleri, büyük monarşiler, Rönesans, reform, nikbinlik, hürriyet, serbest piyasa ekonomisi, liberalizma, hümanizma, ihtilâller, nazizma, faşizma, komünizma ve globalizm ile beraber savaşlar, konferanslar... Gelgelelim bugüne. Batı adamının beş asırlık arayışı bugün bir kez daha “hiç”e çıkmış ve aynı zihniyet ile devam edecek olurlarsa, arayışlarının bundan sonra da aynı yere çıkacağı muhakkaktır. Bu arada, Batı adamının bulamıyor olsa bile arayış noktasında göstermiş olduğu cehdi de takdir etmeden geçmeyelim. Dikkat ediyorsanız, el attığı her sahayı canlı kılabilmiş bir ruhiyâtları vardı. Zaten aslına bakacak olursak, bugünün Batı adamının temel problemi de bu, öyle bir tükenmişlik sendromu içine girmiş vaziyette ki, ne yeni bir sahaya el atabilecek cehdi var, ne de o sahayı canlı kılmaya muktedir bir ruhiyâtı. 

Arnold Toynbeene diyordu? “İstikbal İslamındır! Denenmemiş bir O var!” Çünkü ferd ile cemiyet arasında muvazene kurmaya kadir, İslâm’dan başka bir fikir mihrakı yok. Devletin varlık sebebi de zaten bu muvazeneyi kurmak iddiası değil mi?

Cumhurbaşkanlığı Sistemine Geçildi
Türkiye, tam da böyle bir konjonktürde, Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın yeminiyle beraber yeni yönetim sistemine geçti. 

Beştepe’de yapılan Cumhurbaşkanlığı törenine katılan ülkelerin kimler olduğu da son derece dikkat çekici... İştirak eden ve etmeyeniyle birkaç istisna dışında, Devlet-i Aliyye coğrafyasında bugün kurulu olan devletlerin tamamı bu geçiş törenine katıldı. Bilhassa da Müslüman olan ve olmayanıyla beraber Balkan ülkeleri. Anadolu’nun çevresiyle beraber dünyanın merkezi, kalbi, diyebileceğimiz ve herkesin asırlardır birbirini yediği bu coğrafyada, Türkiye’den ne gibi bir beklentileri var ki, hepsi buradaki törene iştirak ettiler? Cevabı da peşin peşin verelim, bizim beş asır evvel kaybettiğimiz ve başka yerlerde aradığımız nizamı, şimdi yeniden bizden bekliyorlar. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun seneler evvel ihtar ettiği üzere, “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor.” Yani Küllî irade, cüzî iradeyi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor, şeklinde de okunabilir bu cümle. Ve muhakkak küllî irade, cüzî irade üzerinde mutlak surette hâkimdir, Kâdîr’dir!

Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçişi de bu gözle okumak gerek. Türkiye, “hadi biz daha iyi bir sisteme geçelim” diye hükümet sisteminde değişikliğe gitmedi. “Şartlar” Türkiye’yi böylesi bir değişikliğe zorladığı için bu değişime gitti. Dolayısıyla bu değişimin neticesinde elde edilen fırsat ve yetkiler de resmî gazete kalsın diye değil, işletilsin diye Cumhurbaşkanına tevdi edildi. Öyleyse bu yeni yetkilere kısaca bir göz atarak devam edelim. 

700 No’lu KHK
7 Temmuz tarihinde iki önemli Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı. 18 bin 632 kişinin ihraç kararını duyuran 701 No’lu KHK gündem olurken, 700 No’lu KHK onun gölgesinde kaldı. Ne var ki, 700 No’lu KHK, 703 No’lu KHK ile beraber Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde devrim çapında değişiklikler ihtiva eden bir kararnamedir. 

700 No’lu KHK’nın getirdiği kimi yetki değişiklilerine bakacak olursak: 

442 Sayılı Köy Kanunu’nda yapılan değişikliğe göre, Cumhurbaşkanı’nın tesbit edeceği illerde, 60 bin kişiye kadar güvenlik korucusu görevlendirme yetkisi vardır. 
3634 Sayılı Millî Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nda yapılan değişikliğe göre, Seferberlik ve savaş hali ile bu hallerin henüz ilan edilmemiş olduğu ancak savaşı gerektirebilecek bir durumun meydana geldiği gerginlik ve kriz dönemlerinde yapılacak seferberlik hazırlıkları ile kıtaların toplanması esnasında, alelade vasıtalarla temin edilemeyen bütün askeri ihtiyaçları ve ya hizmetleri bu Kanun hükümleri dairesinde vermeye veya yapmaya her şahıs borçludur. Bu mükellefiyetlerin Türk topraklarının tamamı veya bir kısmı üzerinde yapılmasına başlanacağı zamanı, Cumhurbaşkanı tayin eder.

4654 Sayılı Memleket İçi Düşmana Karşı Silahlı Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nda yapılan değişikliğe göre, Mükelleflerin sağlık durumlarının mükellefiyete elverişliliği ile vazifeleri dolayısıyla mükellefiyetten hariç̧ tutulacaklar ve talim, terbiye ve istihdam tarzları ve bağlanacakları yerler ve bu teşkilatla alakalı memurlara verilecek vazife ve salahiyetler Cumhurbaşkanınca tayin ve vatandaşları mükellef kılan hükümleri ilan olunur.

2941 Sayılı Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu’nda yapılan değişikliğe göre, savaş ilanına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından karar verilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir.

703 No’lu KHK ile beraber ise Millî Güvenlik Kurulu, Millî Güvenlik Kurulu Sekreterliği kanunları,  Genelkurmay Başkanı'nın görev ve yetkisine ait kanun ile YAŞ'ın kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun kalktı.

Her iki KHK’nın ihtiva ettiği bu ve diğer görev tanımı değişiklikleri, tabiî olarak Cumhurbaşkanı’nın eline geniş bir yetki alanı vermiş oluyor.
Bir kere en başta, yetkisi zaten olmamasına rağmen bile ordunun elindeki güce güvenip darbe yapmak gibi bir seçeneği kalmıyor, çünkü böylesi bir vaziyet karşısında meşru iktidarın milis kuvvetler teşekkül ettirme ve hatta ikinci bir ordu kurmaya kadar geniş salahiyetleri bulunuyor. Ayrıca MGK ve YAŞ kanununun kaldırılmasıyla, her ne kadar yerine gelecek Cumhurbaşkanlığı KHK’sı şimdilik meçhul olsa da, silahlı kuvvetlerin siyasete uzanan eli de böylelikle budanmış oluyor. Bu da bir daha 28 Şubat gibi bir sürecin bu ülkede yaşanmayacağı anlamına geliyor tabiî ki.  
Yapılan değişikliklere bir de diğer taraftan bakalım. Farz edelim ki yarın bir hain takiyye yaparak milletimizin teveccühünü kazandı ve iktidara geldi, o zaman ne olacak? Geçen hafta da dikkat çektiğimiz üzere, Cumhurbaşkanlığı ile TBMM arasına denge unsuru olacak bir müessese kurmak şart. Madem ki bu şekilde kararnameler havada uçuşuyor, yarın benzerlerinin milletimiz aleyhine çıkmayacağının ve işletilmeyeceğinin garantisini kim verebilir? 

Başkanlık Sisteminin Türkiye’deki Fikir Babası
Başkanlık Sistemi fikrini Türkiye’de kim gündeme getirdi? İktidarı yalamaktan dilleri ve taşlamaktan elleri nasır tutmuş kimi köşe yazarlarının iddia ettiğinin aksine, bu fikri Türkiye’ye getiren, Türk tipi başkanlık sisteminden bahseden ve bu fikri MNP’nin kuruluş program ve tüzüğüne işleten, Üstad Necib Fazıl’dır. 

Millî Nizam Partisi’nin kuruluş program ve tüzüğüne Üstad’ın eklettiği Anayasa bölümünde, şu ifâdelere yer verilmiştir: “Daha hızlı kalkınmaya mecbur olan Türkiyemizde devket hizmetlerinin verimli, sür’atli ve kudretli yürütülebilmesi ve Anayasamızın bünyesine intibak bakımından daha mütekâmil bir yapıya kavuşturulması ve tatbikattaki aksaklıkların giderilmesi için anayasada aşağıdaki değişikliklerin yapılmasını zarurî görüyoruz. Şöyle ki:

a) İcraî organın daha kuvvetli olması ve sür’atle çalışabilmesi için Reisicumhur’un tek dereceli olarak (halk tarafından) seçilmesi ve icraî organ düzenini, Başkanlık (Presidentielle) sistemine göre tanzimi.” diye devam eden liste. Başyücelik Devleti bir ideal ve o ideale varana kadar kat edilecek uzunca bir mesafe var. Başkanlık Sistemi de bu yoldaki ara merhalelerden biri. Üstad Necib Fazılgibi bir fikir adamından, bu gibi merhaleleri atlamasını beklemiyordunuz değil mi?

İnsanlığın Son Umudu Anadolu...
KumandanSalih Mirzabeyoğlu’nun vefatından hemen evvel Ölüm Odası B-Yediadlı eserinde dikkat çektiği üzere, hicrî 1440 ile beraber, 40 senelik gecikmeden dolayı büyük bir gerginliği de bünyesinde barındıran bir devir değişiminin eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Dünya, şuurunda olsa da olmasa da eşiğinde bulunduğu bu değişimin sancısıyla kıvranıyor.

Öyle bir devirdeyiz ki, asırlardır kendi yaptığına kendi tapar şeklinde fikirler imâl edip, sonunda her seferinde akamete uğrayıp, yeniden bir kez daha baştan başlamayı başarabilen Batı adamının bile arama cehdini kaybettiği, uyduruk fikirlerin tükendiği ve insanlığın, tarih boyunca belki de hiç karşılaşmadığı meseleler arasında boğulduğu bir dönem bu. Elde kalan denenmemiş tek alternatif ise İslâm. 

Biz Büyük Doğu-İbda derken sanki kendimize yontuyormuş gibi görünüyor olabiliriz; fakat işin aslı şudur ki, hakikaten dünyadaki bütün nizam alternatifleri denenmiş ve geriye bir tek o kaldığı içindir bu ısrarımız. Lâf aramızda kalsın, kimsenin nemalanamayacağı, bal tutanın parmağını yalayamayacağı bir düzenden bahsediyoruz, yani çoğunun anladığı mânâda bir çıkarımız da yok. Menfaatimiz ise şudur ki, biz, yaşanmaya değer bir hayat miras bırakmak istiyoruz. Şahsiyet sahibi olma, kafa yapısı ve fikir meselesinin her türlü maddî üstünlük ve ehemmiyetlerin önünde olacağı, daha açık bir ifâdeyle beşerî bir düzen istiyoruz. Bunun yolu da Büyük Doğu-İbda’dan, “hiç”e çıkmayan tek yoldan geçiyor. “Hep”e geçit veren tek sistem!
Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansta İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi: Şimdi bu evrensel ilkeler palavrasını da bir tarafa bırakalım, “evrensel ilkeler” falan diye bir şey yok, burada hâkim olanın koymuş olduğu kurallar var! Uyarsan uyarsın, uymazsan uydururlar! Bu kuralların mânâsı da budur. Meselâ ben bunları “Başyücelik Devleti”nde de yazdım; demokrasi diye zorlama diyorum... Ya adam dünyanın öbür ucundan tanklarıyla uçaklarıyla geliyor, bu adamı demokrat yapacak... Şimdi, “Yeni Dünya Düzeni” kurulacaksa, biz de diyoruz ki buradan başlasın...
***
Yeni sisteme geçilmesiyle bir dönem kapandı ve yeni bir dönem açıldı. Artık tanımlanan yeni yetkilerin tam mânâsıyla işletilmesi ve 15 Temmuz ihtilâl sürecine, içte olmak ve dışa doğru oldurmak şeklinde, sürat kazandırılması gerekiyor. 

CumhurbaşkanıErdoğan’ın da dediği gibi, bu yeni sistemde kimsenin sığınabileceği mazeret yok!
***
700 No’lu KHK demişken, 700 sayısının Ölüm Odası B-Yediadlı eserdeki dikkat çekici ebced tevafuklarını da göz ardı etmeyelim. 
“Taakkul-Hatırlama. Akıl erdirme. “Mazi”... Ratk-bitişik etmek. Bir yarığın parçalarını birleştirmek. Bitişmek, ulaşmak: 700”
“Zel harfi, ebcedi 700. Allah’ın “Muzill-Zelil edici, hor kılıcı” ismine işaret eder.”
“700: Mesh-Birşeyin suretini değiştirme.”
“Süryanice FURSO ŞBİLO-Vasıta Sistem. “Büyük Doğu/İbda”:700”
“Meserret: Sevinç, şenlik: 700: Metris”
“700: SAR-İntikam. Öç...”

Baran Dergisi 600. Sayı