Esselâmü aleyküm.
Sizi bu kadar geç aradığım için üzgünüm ama daha erken inemedim aşağıya.
Hayat nasıl gidiyor?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Bugün BARAN’ın son sayısı, 435. sayısı geçti elime. Fransa’nın Lübnan ordusuna verdiği 48 Milan roketinden bahsettiğim konuşmanın yayınlandığı sayı. Gerçekten utanç verici bir hâdise bu. Utanmaları da yok hakikaten. Suudîlerin de işin içinde olduğu ve yolsuzluklar üzerinden, yalanlar üzerinden yürüyen bir hâdise. Basının çoğunu onlar kontrol ettiği için, canları ne isterse yapıyorlar. Neymiş, Lübnan ordusunu 48 Milan roketi teslim etmişler! Aptallığa bakar mısınız; bir tabur askere yeter ancak bu sayı, nerede kalmış koca orduya!
Neyse…
Türkiye’den haberler neler?
(Av. Yılmaz, yeni bir gelişme olmadığını, aynı durumun devam ettiğini ve herhangi bir problem olmadığını söylüyor.)
Hapisten çıkan başka gönüldaşlar var mı?
(Av. Yılmaz, henüz kimsenin çıkmadığını söylüyor.)
Demek henüz yok. Anlıyorum.
ADIMLAR’a yapılan saldırıyla ilgili herhangi bir haber var mı peki?
(Av. Yılmaz, maalesef yeni bir bilgi olmadığını söylüyor.)
Bu saldırıyı kimin gerçekleştirdiğine dair herhangi bir fikriniz var mı?
(Av. Yılmaz, bu konuda da bir gelişme olmadığını söylüyor.)
Hiçbir bilgi yok yâni. Bilmiyorum ama bu işin ardında Gülencilerin olduğuna dair bir his var içimde. Kimbilir…
Her neyse…
Bu arada, Suriye’deki durum da zorlaşmış görünüyor.
Hem [Katar merkezli] el-Cezire, hem de [Venezüella merkezli] Telesur televizyon kanallarını izliyorum burada. Telesur, Suriye’deki hâdiselerden, Suriye hükümetini destekleyen bir pozisyonda bahsederken; el-Cezire, Suriye hükümetine karşı bir pozisyonda bahsediyor. Bir de izlediğim Fransızca haberler var tabiî. Böylece, tamamen objektif olmasalar bile, haberlerin yarım kalan kısmını diğerinden alabiliyorum çoğunlukla. 
(Carlos, Suriye ordusunun, Tedmur olarak da bilinen Palmira antik şehrinden pek öyle savaşmadan çekilmesinin ve Palmira gibi açık alan niteliğinde bir bölgede mevzilenmiş IŞİD mensublarını bombalamak yerine burayı IŞİD kontrolüne terketmesinin, taktik ve politik bir tedbir olabileceğine dair bir his taşıdığını söylüyor. Bunu da, Suriye hükümetinin IŞİD’den buradaki arkeolojik sahaları tahrib etmesini; böylece Suriye hükümetinin, basında propaganda imkânına kavuşarak, Batılı düşmanın, emperyalist güçlerin kendisine yardım etmesini beklemesine, daha doğrusu, Suriye hükümetinin düşmanlarına karşı daha aktif olarak savaşmalarını beklemesine bağlıyor…
Hernekadar ardında taktik ve politik bir mülâhaza bulunsa da, yahud böyle bir ihtimal bulunsa da, Palmira’daki çekilişin, Suriye hükümetinin iyi bir durumda olmadığını, gerektiği gibi direnemediğini, topraklarının çoğunu silâhlı muhalefetten koruyabilecek seviyede bulunmadığını gösterdiğini ekliyor…
Çok hasta olanlar dışında tüm Suriyeli erkeklerin orduya katılması durumunda Suriye hükümetinin bir milyon askerlik bir orduyu silâhlandırıp harekete geçirebileceğini, ne var ki topraklarını işgal eden ve kimi paralı asker, kimi haydut, ancak çoğu bir davaya inanıp o dava için ölmeye hazır –üstelik askerî yönden de iyi eğitilmemiş- gönüllülere karşı Suriye hükümetinin kendi topraklarını koruyamadığını ifâde ediyor….
Şayet Suriye ordusu bu saldırıları durduramıyor ve stratejik bölgelerini koruyamıyorsa, ortada gerçek bir problem olduğunu söyleyen Carlos, bu problemin de Suriye hükümet sisteminin dejenerasyonu olduğunu belirtiyor. Kalamun’daki durumu örnek gösteren Carlos, burada sadece Suriye özel kuvvetlerinin değil, Hizbullah’ın da devrede olduğunu, ancak buna rağmen Kalamun’un hâlâ mücahidlerden oluşan muhalefet güçlerinin elinde olduğunu söylüyor…
Suriye ordusunun öyle korkaklardan oluşmadığını, özel kuvvetlerinin, özel birimlerinin, başka güçlerinin bulunduğunu, buna rağmen bunların yaşandığını belirten Carlos, “demek ki silâhlı muhalefet belli bir halk desteğine sahib olmalı; öbür türlü böyle tutunamazlar!” diyor. Orada neler olup bittiğini bilmediğini, insanların acı çektiğini ancak bunu haketmediklerini ekliyor…
Her ne olursa olsun, modern tarihin en kötü rejimi olan Suudî Arabistan’ın ve yine Körfez’deki suçlu ajan rejimlerin müdahalesini hiçbir şekilde mazur göstermediğini, fakat ortada bir hakikat olduğunu, dört yıllık savaşa rağmen Suriye hükümet güçlerinin her gün daha fazla gerilediğini vurguluyor…
Suriye’nin yalnız olmadığını, iyi ve güçlü bir ordusunun olduğunu veya en azından geçmişte böyle olduğunu, oldukça yüksek seviyede altyapısı olan eğitimli bir nüfusunun bulunduğunu, geçmişte birçok vatandaşının kalifiye personel olarak tüm Ortadoğu ülkelerinde çalıştığını, ancak bugün yaşananlara bakıldığında, rejimin yapısında bir problem bulunduğunu ve bunun da ne olduğunu anlamakta güçlük çektiğini söylüyor…
Tarihî, kültürel, jeopolitik iç kuvvetlerine ilâve olarak, Rusya’dan savaş malzemesi, İran’dan da Saddam Irak’ına karşı savaşta tecrübe kazanmış seçkin İranlı subaylardan oluşan –ki bunların hem eğitimci hem de sahada bizzat savaşçı olarak rol aldıklarını belirtiyor- askerî bir destek alan Suriye’nin bugün etkisiz kaldığına işaret ediyor Carlos…
Suriye hükümetinin savaştığı IŞİD’de de, yine Saddam Irak’ının İran’a karşı açtığı savaşta tecrübe kazanmış seçkin Baas subaylarının rol aldığını; bugün Suriye hükümeti ile IŞİD arasındaki savaşta işte geçmişte yaşanan Irak-İran Savaşı’nda tecrübe kazanmış Iraklı veya İranlı seçkin subayların karşılıklı mevzilendiğini, savaştığını ve eğitimci rolü üstlendiğini belirtiyor…
Sonuç olarak, Suriye hükümeti yönünden birşeylerin yanlış gittiğini, gereken tedbirleri almadıklarını, kendisinin birkaç sene önce teklif ettiği şekilde, saygıdeğer Suriye muhalefeti ile ülke içinde veya düşman olmayan -Rusya gibi- bir üçüncü ülkede, NATO üyesi olmayan bir ülkede buluşup masada anlaşma yoluna da gitmediklerini vurguluyor…
Türkiye’nin de bu açıdan ideal bir ülke olabileceğini, ancak Gönüldaş Erdoğan’ın Suriye karşıtı saldırgan politikası sebebiyle maalesef bunun artık mümkün olmadığını ifâde ediyor. Ürdün’ün ise işgal edilmiş bir toprak olduğunu ve çok üzücü bu durum sebebiyle sözkonusu toplantı çerçevesinde herhangi bir rol üstlenemeyeceğini belirtiyor…
Bir savaş yaşandığında herkesin kendi tuttuğu tarafın kaydettiği başarılardan mutlu olacağını, ancak kendi durumunun farklı olduğunu ve savaşın hem İsrail’e karşı tek ön cebhe ülkesi olan Suriye tarafında hem de Baas zamanında köklü ilişkiler geliştirdiği Irak tarafında yoldaşlarının bulunduğunu, savaşı kim kazanırsa kazansın bu yüzden diğer taraf için üzüleceğini söylüyor…
Orada her ne yaşanırsa yaşansın, sonuçta İslâm düşmanlarının, müslüman düşmanlarının, Arab düşmanlarının korku içerisinde olduğunu; bir mücahid ölse bile, yerine tüm dünyadan daha fazla gönüllünün gelip savaşa katıldığını söyleyen Carlos, bu savaşa bizzat iştirak etsin etmesin, mücahidlerin Batı dünyasında günden güne büyüyen bir tehdit niteliği kazandığını vurguluyor ve bunları da Paris Üniversitesi’ne teslim ettiği 15 Aralık 2014 tarihli “Psikolojik Savaş” konulu çalışmasında dile getirdiğini ekliyor…
Bu vesileyle, Pazartesi günü eline geçen TIME dergisinde 18. ve 19. sayfalarda yayınlanan ve eski CIA direktör vekili Michael Morell tarafından kaleme alınmış -14 Mayıs 2015 tarihli- makalede, tam da kendisinin “Psikolojik Savaş” konulu çalışmasında dile getirdiklerinin düşman bir dille ama tamamen aynı bakış açısıyla ve çok objektif bir anlayışla tahlil edildiğini vurguluyor; bu arada, 50 yıldan fazladır takib ettiği TIME’ın “sağcı emperyalist”, artık takib etmediği NEWSWEEK’in ise “tamamen siyonist” olduğu bilgisini veriyor…
Çok yüksek seviyeli bir insan olan ve CIA direktörü makamında olmadığında ona vekâlet etmiş bu tecrübeli ve etkili insanın söylediklerinin çok mühim olduğunu; hem 15 Aralık 2014’de kendisinin, hem peşinden Fransız uzmanların, hem de şimdi Morell’in söylediklerinin, belki başka uzmanlar tarafından da daha önce düşünüldüğünü, ancak çok nâzik bir mesele olduğu için cesaret edilip telaffuz edilmemiş olabileceğini, kendisinin 15 Aralık 2014 tarihli “Psikolojik Savaş” çalışmasıyla bilmeden işte bu bariyeri yıktığını ifâde ediyor…
Ardından, Av. Yılmaz’a kendisinden sözkonusu makaleyi okumasını isteyip istemediğini soran Carlos, Av. Yılmaz’dan tasdik alınca, 14 Mayıs 2015’de TIME dergisinde yayınlanan, Michael Morell imzalı, “ISIS Is a Danger on U.S. Soil – IŞİD Amerikan Toprakları Üzerinde Bir Tehlike” başlıklı ve “The Terrorist Group Poses a Gathering Threat – Terörist Grub Büyüyen Bir Tehdit” alt başlıklı makaleyi İngilizce olarak baştan sona okuyor:
- “4 Mayıs tarihinde Garland’da teşebbüs edilen –IŞİD’in sorumluluğunu üstlendiği- terörist saldırıdan sonra, kendimizi yine IŞİD’in gerçek bir tehdit olup olmadığı sorusunu tartışırken bulduk. Cevab, evettir; hem de çok ciddi bir tehdit.
Usame bin Ladin’in ideolojisinden ilhâm alan aşırılar, kendilerini ABD ile savaşta sayıyor; bize saldırmak istiyorlar. 11 Eylül’den bu yana ne kadar zaman geçtiğinin mesele teşkil etmediğini asla unutmamak önemlidir. IŞİD, Ladin’in tasarısının yalnızca en son tezahürü. Bu grub, hatırlayabildiğimiz başka herhangi bir terörist grubtan çok daha hızlı büyüdü ve gördüğümüz üzere, bizim için arzettiği tehdit de çok geniş kapsamlı.
IŞİD’in sahib olduğu ancak El-Kaide’nin sahib olmadığı şey ise, Madison Bulvarı seviyesinde çok gelişmiş bir mesaj verme ve sosyal medya gücü. IŞİD, takibçilerini cezbeden videolar yapmak üzere insansız hava araçlarına monte edilen GoPro ve diğer cinsten kameralar kullanan ve el-Hayat olarak bilinen çok dilli bir propaganda silâhına sahib. Yine IŞİD, hem savaşçı hem de finansman devşirmek üzere, -Twitter’dan YouTube’a ve Instagram’a kadar- platform kutusundaki her âleti kullanıyor. Dijital medya, grubun en önemli güçlerinden biri ve bunlar, IŞİD’in ABD için dört yönden büyük tehdit arzeden bir örgüt olmasına yardım ediyor.
Birincisi; tüm Ortadoğu’nun istikrarına bir tehdit teşkil edişidir. IŞİD, hem Irak’ın hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü riske atmaktadır. Sözkonusu iki ülkenin herhangi birisinin veya her ikisinin bilâhare çöküşü, tüm bölgeye kolayca yayılabilecektir. Bu da mezhebî ve dinî bir çatışma, insanî krizler ve sınırların şiddet kullanılarak yeniden çizilmesiyle birlikte yaşanacaktır ki, ABD’nin millî çıkarları için hayatî önemi devam eden bir dünya parçasında gerçekleşecektir hepsi. Şu ân IŞİD, -Irak ve Suriye’de- dünyanın başka herhangi bir yerindeki başka herhangi bir terörist grubtan çok daha fazla toprağı kontrol etmektedir.
Irak el-Kaide’sinin Suriye’deki savaşa katılmasıyla, adını IŞİD olarak değiştirdi grub. Saflarına Suriyelileri ve yabancı savaşçıları katan IŞİD, bir yandan silâh ve para gücünü takviye ederken, diğer yandan da Beşar Esad rejimiyle savaşarak kayda değer bir savaş tecrübesi kazandı. Bu, Irak’taki güvenlik boşluğu ve Nuri el-Malikî’nin Sünnîlerle ters düşmesiyle birleşince, 2014 baharı ve yazında Irak’ın batısında IŞİD’in gerçekleştirdiği ve büyük miktarlarda toprağı ele geçirdiği başarılı yıldırım harekâtıyla doruğa ulaştı.
IŞİD, bir toprağı ele geçiren ve elinde tutan ilk terörist örgüt değil. Somali’deki el-Şebab da yıllar önce bunu yaptı ve o toprağı elinde tutuyor hâlâ; yine, 2012’de Mali’de İslâmî Mağrib el-Kaide’si de yaptı bunu; aynı şekilde, hemen hemen aynı zamanlarda Yemen el-Kaide’si de yaptı. Üstelik, aşırı grubların önümüzdeki yıllarda da toprak ele geçirmeye teşebbüs etmesini –bazen de başarmasını- hakikaten bekliyorum. Ne var ki, başka hiçbir grub, IŞİD’in yaptığı kadar çabuk biçimde bu kadar fazla toprak ele geçirmedi bugüne kadar.
İkincisi; IŞİD, davasına katılmak üzere genç erkek ve kadınları Suriye ve Irak’a çekmektedir. Bunları kaleme aldığım şu ânda, yaklaşık 90 ülkeden en az 20,000 yabancı ülke vatandaşı, savaşa katılmak için Suriye ve Irak’a gitmiş; çoğu da IŞİD’e katılmıştır. Bu yabancı akışı, on yıl önce orada gerçekleşen savaş sırasında Irak’a gerçekleşen savaşçı akışını çoktan geçti. Aynı şekilde, 1980’lerde Sovyetler Birliği’ni ülkeden çıkartmak için Afganistan’da mücadele eden yabancı savaşçılardan çok daha fazlası bulunmaktadır bugün Suriye ve Irak’ta. Sözkonusu yabancı ülke vatandaşları, bir yandan savaş meydanında tecrübe kazanırken, diğer yandan da IŞİD’in davası doğrultusunda gittikçe artan oranda radikalize olmaktadır.
Hakkında endişelenilmesi gereken belli bir diğer alt grubu daha vardır bu savaşçıların. 3500 ilâ 5000 cihad heveskârı, Batı Avrupa’dan, Kanada’dan, Avustralya’dan ve ABD’den kalkıp Suriye ve Irak’a gitmiştir. Bunların hepsinin ülkemiz ABD’ye kolayca giriş imkânı vardır ki, bu da başlıca iki endişe doğurmaktadır: Bu savaşçıların Ortadoğu’dan ayrılıp, ya kendi başlarına yahud IŞİD liderliği talimatıyla bir saldırı gerçekleştirmeleri. İlk endişe, Avrupa’da zaten gerçek oldu. Henüz ABD’de gerçekleşmedi ama bu da olacaktır. 2014 baharında Mehdi Nemmouche adlı genç bir Fransız, önce Suriye’ye savaşmaya gitmiş, sonra da Avrupa’ya dönüp Belçika’nin Brüksel şehrindeki Yahudi Müzesi’nde üç kişiyi öldürmüştü.
Üçüncü tehdit ise, IŞİD’in tüm dünyadaki diğer aşırı grublar arasında da bir takibçi kitlesi inşâ edişidir. Bu ittifak coşkusu, el-Kaide’nin bugüne kadar tadını çıkarttığından çok daha hızlı bir yükseliş seyretmektedir. Cezayir’de, Libya’da, Mısır’da ve Afganistan’da böyle olmuş; daha fazlası da olacaktır. (…)
Dördüncü ve belki en sinsice olanına gelince, IŞİD’in mesajının, Suriye ve Irak’a hiç gitmemiş ama IŞİD’le dayanışmalarını göstermek üzere bir saldırı düzenlemek isteyen, dünyanın çeşitli yerlerindeki genç erkek ve kadınları radikalize etmesidir. Bunlar şu güya “yalnız kurtlar”dır. 4 Mayıs’tan bile önce, IŞİD’den ilhâm almış böyle bir saldırı ABD’de zaten gerçekleşmiş; IŞİD’e sempati duyan bir kişi, iki New York polisine bir balta ile saldırmıştır. (…)
Bu tür saldırıların ABD’de daha da fazla sayıda gerçekleşmesini bekleyebiliriz. (…)
ABD’deki IŞİD güdümlü bir saldırı bugün için pek gelişmemiş (küçük ölçekli) olabilir; ancak IŞİD’in kabiliyetleri zamanla daha da artacaktır. Irak ve Suriye’deki uzun dönemli bir güvenli barınağın IŞİD’e kazandıracağı bu olduğu gibi, grubun yapmayı plânladığı da tam olarak budur. 11 Eylül’den önce Usame bin Ladin’in yaptığı gibi, sözkonusu niyetlerini ilân da etmişlerdir.”
Carlos, makaleyi okumayı bitirdikten sonra tekbir getiriyor ve Kumandan Mirzabeyoğlu başta olmak üzere tüm gönüldaşlara selâm söylüyor.)
 
23 Mayıs 2015
 Baran Dergisi 439. Sayı