Öncelikle, Rus gazeteci İgor Molotov’un yanısıra tanınmış beş Rus aydınının benim için Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a mektub yazması çok iyi olmuş.

(Carlos, Av. Güven Yılmaz’dan aldığı güzel habere, yâni Rus gazeteci İgor Molotov ile beraber Alexander Prokhanov, HermanSadulayev, İsraelShamir AndreyRudalev ve SergeyPetrov adlı tanınmış Rus aydınlarının, Carlos’un affedilmesi için, yeni seçilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’aMayıs ayı içerisinde yazdıkları mektuba atıf yapıyor.)

İsrael Shamir’i de tanıyorum bu arada. İyi bir adamdır.Zamanında yüzbaşı rütbesiyle İsrail Özel Kuvvetlerinde savaşmış bir askerken, ardından akademik kariyer yapmaya başlamış, Filistin meselesinde söylenen yalanları bu süreçte farketmiş, derken Rusya’da doğmuş olmasına istinaden ortodoks bir Hristiyan, aynı şekilde antisiyonist bir militan olmuş veİslâma saygılı, Arab taraftarı bir çizginin savunuculuğuna geçmiştir.
Bu arada, İgor Molotov bu mektubun Fransızcasını eşim kanalıyla bana göndermiş olsa bile, Isabelle Tahran’dan daha dün (Cuma) geldiği ve henüz ofisine geçmediği için,kendisinin eline ancak Pazartesi günü ulaşır.

Dünyada olup bitenlere gelince; hakkında konuşulacak çok şey var gerçi ve hangisinden başlayacağımı da bilmiyorum ama en iyisi Türkiye’den başlamak…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar kendi siyasî partisinin başına geçmesine şaşırdığımı ifâde etmek durumundayım. Şaşırdım derken, bunu olumsuz bir anlamda söylemiyorum.

Böyle bir şey kanunen Türkiye’de yasaktı geçmişte ve ancak geçenlerde yapılan referandum neticesinde çıkan yeni bir kanunla mümkün olabildi.

Kendime de sormuş olduğum bir sorudur bu aynı şekilde. Nüfusun çoğunluğu tarafından seçilmiş bir devlet başkanı, niçin kendi partisinin de başında olamasın aynı zamanda? Elbette, devlet başkanı seçilen bir siyasî lider artık eskisi gibi ilgilenemeyecektir kendi partisiyle ve bu iş için bir genel sekreter gerekecektir hâliyle. Fakat sembolik olarak bile olsa, bu neden mümkün olmasın, değil mi? Neyse ki referandum oldu da imkân dairesine girdi artık.

Görüyorsunuz ki, Türkiye’nin yakın siyasî tarihinde, Türkiye’nin hükümet sisteminde absürd şeyler, saçma şeyler vardı böyle. Sanıyorum bunda II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Türkiye’yi Amerikan emperyalistlerinin çıkarı istikametinde kontrol etmeye muvaffak olan sahte bazı kemalistler rol oynadı. Bunun gibi şeyleri de Türkiye’nin gerçek partilerini iktidardan uzaklaştırmak ve zayıflatmak, böylelikle tüm toplumuordu müdahalesi tehdidi altındatutmak için yaptılar.

Bir halk ordusudur aslında Türk ordusu. Ne var ki neo-sabetayistler tarafından güdülmektedir. Neyse, bazı şeyler değişiyor artık.

Umarım devlet başkanının aynı zamanda parti başkanı da olabilmesi şeklindeki bu sembolik değişim, yeni bir Türkiye için kötü değil, iyi bir başlangıç olur. O yeni Türkiye ki, herkesin hakkı tanınıp saygı görmeli, devlet başkanı da –başkalarının mutemedi değil- gerçek bir devlet başkanı olmalıdır orada. İşte böyle bir Türkiye’nin –çoğul kullanıyorum bilerek- tüm halklarının, tüm azınlıklarının haklarını tanıyan bir devlet başkanı olmalıdır Gönüldaş Erdoğan. Kürtlere de azınlık dense bile, milyonlarcasının olduğu büyük bir azınlıktır
bu. Sabetayistlerin takibatından hayatlarını kurtarmak için ülkeden ayrılan Ermeniler de yine hakları tanınacak azınlıklara dahildir.Bu, tüm dinlerden insanların –devletin tesis ettiği kanun ve nizâma riayet ettikleri sürece- saygı gördüğü o büyük Osmanlı imparatorluğun mirasçısı Türk halkının, büyük Türk milletinin bir büyüklüğü olacaktır aynı şekilde. NATO’dan çıkmış bir Türkiye’deki daha iyi bir hayat için ileriye bakalım artık hep birlikte.
Şimdi başka bir mesele hakkında daha konuşmak istiyorum.

Neler olup bitiyor çok iyi bilmiyorum ama tam bir karmaşa içerisinde ülkem Venezüella. Oradan aldığım bilgi, hükümet muhaliflerinin yarısının Bolivarcı olduğudur. Komünist Parti bile hükümeti ziyâdesiyle eleştirir pozisyondadır bugün. Elbette bir askerî darbe falan tertib etmeye çalışmıyorlarfakatVenezüella Bolivarcı Devrimi’nin şu ân kendimizi içerisinde bulduğumuz bazı yanlışlarına karşı çıkıyorlar onlar.

Korkarım –tekrarlıyorum- bu hâdiseler şiddete, hem de büyük bir şiddete sürükleyecektir ülkeyi ve bu da öyle bir günde olup bitmeyecek, günlerce ama günlerce sürecektir. Ordunun bir kısmı bile Bolivarcı saftan ayrılacak, muhalefetin dürüst olan kısmı marjinalize edilecek ve muhalefetin dış düşmanların ajanlarının güdümündeki şiddet yanlısı bölümü –kim olduklarını hepimizin bildiği- emperyalistlerin yardımıyla ipleri ele alarak ülkeyi tam bir karmaşa içerisine sokacaktır.

Umarım ülkem bu hengâmeden sağ sâlim çıkar ve Venezüella’nın Bolivarcı Rejimi kendi yanlışlarını düzelttikten sonra işler yoluna girer de, devrim yine tüm nüfusun yahut nüfusun çoğunluğunun tam desteğini arkasına alır eskisi gibi.

Fransa hakkında da konuşmak gerekirse; yeni ve ilginç bir hükümet geçti bugün başa. Yeni seçilen cumhurbaşkanı da akıllı bir adam ve tüm tarihî partileri nötralize etmeyi başarıyor. De Gaulle’cüler zayıflamış vaziyette ve eskisi kadar oy alamıyorlar artık.Geçmişte birinci parti olmuş Komünist Parti iyice marjinalize olmuş durumda yine. Evet, teşkilât yönünden gerçek de Gaulle’cüler ortadan kayboldu, ortada olan ve kendilerine de Gaulle’cü diyenlerin ise General de Gaulle ile alâkası yok.20. yüzyılın o en büyük Fransızının tarihî mirasına ihanet etmiştir bunlar.

Daha önce de birçok defa söylemiştim gerçi ama yine ifâde edeyim: Seçilmek isteyen bir adayın seçimden önce ilân ettikleriyle seçimden sonraki pozisyonu tamamen aynı değildir.Belli gerçeklere kendisini adapte etmek zorunda kalacaktır zira. Macron için de -olumlu yönde- bunun böyle olacağını ve belki de bu istikamette bazı gerekli tedbirleri alacağını, Fransa’nın bağımsızlığını bu şekilde pekiştireceğiniumalım. Yaşayıp görelim, belki de böyle olur, kimbilir.Çok yakında meclis seçimleri yapılacak ve muhtemelen anayasa değişiklikleri de gelecek gündeme. Belki bu noktada da iyi bir takım gelişmeler olur. General de Gaulle’den sonra kötü yönetilen bu büyük ülke için en iyisinin gerçekleşmesini umalım.De Gaulle’den sonra gelen devlet başkanları bir öncekini arattı ve Chirac bile herhangi birşeyi kontrol edemedi ki, zaten onun çevresindekiler cumhuriyeti tahrib ederek Fransa’yı bu noktaya gelip bıraktı.

Sonuçta,bulunduğum belli bir pozisyondan hâdiselere bakan bir müşâhidim, bir gözlemciyim ben burada. Dolayısıyla, yaptığım analizlerin sübjektif olduğu söylenebilir. Buna rağmen, analizlerim basının çoğuna nazaran çok daha az sübjektiftir bence.

Her ne olursa olsun, adaletin zaferi muhakkaktır ve Müslümanlar da işte bu zaferin öncüsü olmak borcundadır.

Bitirmeden önce, seçimlerde kendisini desteklediğim Başkan Trump’ın, Yoldaş Trump’ın Suudî Arabistan’ın başşehri Riyad’a gerçekleştirdiği ve insanlık düşmanlarıyla buluştuğu görüşmelerden “daha az kötü” şeylerin çıkmasını umalım. Bu arada, Trump’ın hemen arkasında eşinin de bu ziyarete iştirak etmesine Suudî Arabistan’da kimsenin ses çıkartmaya cesaret edememesi çok ilginçti doğrusu.

Tabiatım bakımından her zaman iyimser bir insanımdır ben, ancak inşallah daha kötüye gitmez işler. Yaşayalım görelim.

Allahü Ekber.
 
21Mayıs 2017

Baran Dergisi 541. Sayı