Filistinliler Gazze’de Değil, Tüm Dünyada Savaşmalıdır!

Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim, ayaktayım. Türkiye’den haberler neler? (Av. Yılmaz, “bildiğiniz gibi, İsrail Filistin’e saldırıyor; Erdoğan da Mısır’a gitti” diyor.)
Beni asıl ilgilendiren şey, Erdoğan’ın ne zaman Teksas’a gideceği, en önemlisi bu. (Av. Yılmaz ve Carlos gülüyor. Hemen peşinden, İsrail’in Gazze’ye yönelik olarak başlattığı saldırı hakkında, Carlos’a ne düşündüğünü soruyor Av. Yılmaz.)
Filistinlilere saldırmaları mı? Tabiî ki “normal”! Ancak, şimdi üzerinde ciddi olarak konuşacağım bir mesele var burada:
Ben, Gazze’den roket gönderilmesi hâdisesini doğru bulmuyorum! Bana göre, bu bir hatadır. Daha önce de söyledim bunu, şimdi de söylüyorum. Diğer tarafa bir roket gönderip bir kişiyi vuruyorlar, ancak onlar da on hattâ yirmi katını bu tarafta vuruyor. Gazze’nin zaten fakir halkını daha da mahvediyorlar.
Fiilî olarak çoğu kendi işi olmayan ve yabancı yardımlarla, Birleşmiş Milletler’in her sene daha da azalan yardımlarıyla yaşayan Gazzelileri daha da zor duruma sokuyor bu durum. Bir yandan, mukaddes toprakların hürriyete kavuşması için çoğu Filistinlinin kendisini fedâya hazır olması sözkonusu. Fakat diğer yandan, tüm bu tahribatın oluşmasına fırsat veren yaklaşımlar da, Filistinlilerin hayatını katlanılmaz kılıyor, çektikleri sıkıntıyı büyütüyor ve sonuçta “şehâdet”i faydasızlaştırıyor. Kendini bu şekilde İsrail’e bombalatmak ve halkını katlettirmekten maksad nedir? Niçin? Ben bunu tasvib etmiyorum.
Belki birçok insanın bana katılmayabileceği birşey söylüyorum ama bu söylediklerimi de temellendirmek istiyorum şimdi. Yakın gelecek beni haklı çıkaracaktır eminim.
Dinleyiniz: İsrailliler, tüm dünyaya seyahat ediyor. Hattâ kendi pasaportlarıyla bazı Arab ülkelerine bile gidiyorlar! Tunus’a, elbette Mısır’a, son zamanlara dek Katar’a meselâ. Şimdi değil ama, bir Hamas komutanına [Mahmud el-Mabhuh] bir süre önce [20 Ocak 2010] düzenlenen suikastten evvel, iş için rahatça gidebiliyorlardı Katar’a. Yâni, çok rahat, keyifleri yerinde, tüm dünyayı dolaşıyor bunlar. Üstelik, Arab veya değil, çoğu müslüman ülkeye de seyahat edebiliyorlar. Çin’e, Rusya’ya, artık canları nereyi çekiyorsa, çoğu ülkeye pasaportlarıyla gidebiliyorlar.
Bana sorarsanız, Gazze’den roket göndermek yerine, düşmanı dünyanın her köşesinde vurmak, Filistin Direnişi için çok daha kolay ve çok daha tehlikesizdir. “Dünyanın her yerinde” diyorum!
Bu benim şahsî görüşümdür, kimsenin adına konuşmuyorum, sadece kendi adıma konuşuyorum. Mücahidlere, Gazze’deki Hamas topluluğuna tüm hürmetim baki olmak üzere söylemek isterim ki, İsrail’e roket göndermenin, hattâ Filistin’in işgal altındaki Gazze sınırına komando göndermek türü herhangi bir eylemin güçlü olabileceğini düşünmüyorum. Ödenecek bedel çok ama çok yüksektir çünkü, büyük sonuçları olacaktır bunların.
Tamam, doğrudur, roketlerin sesini duyan İsrailliler dehşete kapılacaklardır. İman sahibi ve bu imanın kendilerini en tehlikeli düşmanın, en büyük ıztırabın üzerine gülümseyerek, cesaretle ve direnme iradesiyle atılmaya sevkettiği Arablar gibi değildir onlar. Buna rağmen, tutulan bu yolun o kadar fayda vereceğini zannetmiyorum.
Bir kere, adamlar her yere seyahat edebiliyorlar, her yerde büyükelçilikleri var, her yerde ticaret yapabiliyorlar. Bir örnek vereceğim: İsrailli bir kısım Mossad personelinin güya Honduras’la iş yapma örtüsü altında öğle yemeğine benim Londra’daki evime geldiklerini hatırlarım. Uzun bir hikâye gerçi. Tabiî ben hiçbir şeyden anlamayan bir adam numarası yapmıştım ve bunlar da benim gerçekte kim olduğumu bilmiyorlardı. (Carlos gülüyor.)
Demek istediğim, dünyanın her yerine serbestçe seyahat edebilen kimseler bunlar. Olmaz! Aksine, hayat her yerde cehennem olmalı onlar için! Her yer! Kuşkusuz, “Fransa hariç” her yer. Ne de olsa Fransa’da yaşıyor ve Fransız hukukuna kesinlikle saygı duyuyorum. Beni anlıyorsunuz sanırım. Nerede olduğumu unutmamam lâzım.
Evet, faydalı olan iş, benim sözünü ettiğimdir. Direnişin ödeyeceği bedel, yâni fedaîlerin bu fedâ dolayısıyla ödeyeceği bedel asgarî olacakken, insanlığın düşmanı siyonist işgalcilerin, yahudilerin İkinci Dünya Savaşı’nda çektiği acıları hâlâ sömürerek neredeyse bir süpergüç rolü oynayan bu suçluların ödeyeceği bedel ise çok daha yüksek olacaktır.
Hâlbuki yahudiler, sadece müslüman ülkelerde emniyetteydiler geçmişte. Sadece müslüman ülkelerde himâye ve normal muamele görüyorlardı.
Yapılması gerekeni söyledim. Yoksa, Gazze’ye yapılan son saldırılar olsun, birkaç ay öncekiler olsun, birkaç yıl öncekiler olsun, ne kadar fazla insan öldü burada, ne kadar büyük tahribat oldu. Gazze’deki insanlar kendilerini fedâ etmeye ve ıztırab çekmeye hazırlar ancak Direniş’in komutanları “düşmanı her yerde vurmak” şeklindeki doğru kararı almayı bilmeliler bence.
İnsanların unuttuğu birşey var: Problem, Gazzelilerin kendilerini fedâ edip etmemesi değildir. Mesele, bir “dünya meselesi”dir ve mücadele de “dünya çapında”dır.
Size birşey söylemek istiyorum: İsrail’e hiçbir sempatisi olmayan ve siyonist düşmanla hiçbir uzlaşmaya yanaşmayan [Hamas lideri] Halid Meşal, Şam’da olmalıydı bugün. Orada emniyetteydi çünkü. Suriye rejimi başka birçok şey olabilir ama siyonist yanlısı olmadığı kesindir. Aynı şekilde, Şam olmadan herhangi bir savaş yürütülemez.
Ne var ki, Şam nötralize edildi artık. Umarım savaşı kazanırlar, üstelik kazanmak zorundalar, çünkü hepimiz için bu savaş! Ben, Filistin Direnişi’nin bir mensubuyum. Bundan gurur duyuyorum ve ömrümün son gününe kadar da Filistin’in kurtuluşu için mücadeleye devam edeceğim.
Birşey çok ilginç: Katar Emiri âniden Gazze’ye ziyarete geliyor. Fransa’nın müttefiği olan Emir! Hattâ sadece müttefik olmakla kalmıyor, Avrupa’daki tüm siyasetçileri satın alıyorlar. (Carlos gülüyor.) Aslında bir yönden bir nebze gurur bile duyuyorum bundan. Sonuçta ABD’ye hizmet etmek zorunda olsalar dahi, İngiltere’nin durumu az biraz farklı olmak üzere, tüm o Avrupa ülkelerini bu küçük emirliklerin uşağı durumuna sokuyorlar.
Elbette, Katar’la İngiltere’nin ilişkisi biraz daha farklı ve bugün Katar diye bir ülke varsa, İngiliz emperyalist ve sömürgecileri yaklaşık 200 yıl önce böyle karar verdikleri içindir.
Neyse, Katar Emiri Gazze’ye gidiyor [23 Ekim 2012] ve 200 milyon dolarlık yardım veriyor. Tabiî ki çok güzel. Sonra bayram giriyor araya ve hemen peşinden İsrail’a yönelik roket saldırıları başlıyor. Bunu finanse edecek paraları da var besbelli. Derken, Mısır’ın Müslüman Kardeşler mensubu Dışişleri Bakanı geliyor. Tam şu ânda da Tunus Dışişleri Bakanı; ki o da Müslüman Kardeşler’den. Bitmiyor, bu kez bakıyoruz, çoğu İngiltere’de, kimisi ABD’de olmak üzere yıllardır Batı’da yaşayanları da âniden orada. Ne kadar ilginç!
Bu son söylediğim şeylerden dolayı delirdiğimi, paranoyaklaştığımı ve komplo teorilerine inanmaya başladığımı düşünebilirsiniz. Ne var ki, bence tüm bu yapılan şeylerin amacı, öncelikle Direniş’in ortadan kaldırılması ve emperyalistlerin ajanı ve siyonistlerin objektif müttefiği olan Körfez’deki despot Arab emirlikleri ve Suudîlerle sanki Direniş de aynı saftaymış gibi bir görüntü verilmesidir. Bu saydıklarımın hepsi, 80 yıldır İngiliz ve Amerikan emperyalizmine dosttur dünyada.
Unutmayınız ki, iktidarını genişletmesi için “Prens” Abdülaziz’i, “Şeyh” Abdülaziz’i silâhlandıranlar hep Amerikan şirketleriydi. Riyad’ı İngilizlerin verdiği destek ve parayla, Yemen’in bir kısmını da Amerikan şirketlerinin verdiği para ve silâhla ele geçirdiler. 1930’lardan bahsediyorum ki, geçen 80 yıldır yine böyle. Bu süreçte nasıl Amerikalılarla stratejik ilişkileri varsa, 100 yıldan fazla bir süredir de İngilizlerle aynı ilişkileri var.
Şimdi televizyonlarda, El-Cezire ve diğerlerinde Gazze’nin bombalanmasını izliyor ve bu berbat durumu heyecanlı bir şekilde kınayıcı yorumlar işitiyoruz. Lâkin tüm bu olan bitenin arkasındaki şey ne?
Ben bu “arkadaki şey”in ne olduğunu bildiğimi ve gördüğümü düşünüyorum. Bu şey, Filistin’in kurtuluşu değil, aksine, antisiyonist “laik” Arab hükümetlerinin yok edilmesi sürecine devam etmektir.
Kaddafî, Filistin Direnişi’nin milyarlarca dolarlık tüm silâh ihtiyacını 30-40 yıldır karşılayan, bunu finanse eden insandı. Kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir bu. Peki sonuç ne oldu, akıbeti ne oldu?
Libya’da Kaddafî’ye karşı savaşan bazıları iyi insanlardı, iyi mücahidlerdi, beynelmilelciydiler. Bunların manipüle edildiklerini ve korktuklarını düşünüyorum bugün. Zamanında Çeçenistan’a, Bosna’ya gönderilmişlerdi. Yugoslavya zamanında ise Bosna’da savaşmışlardı ki, ben de oldukça iyi bilirim Bosna’yı. Hattâ ben ve yoldaşlarım Saraybosna Olimpiyatları’nın güvenliği için bazı tavsiyelerde bile bulunmuştuk. Gerçi hepsi bundan ibaretti.
Bosna’ya gönderilen bu insanlar, en berbat şartlarda gerçekleşen fedâ eylemlerine katılır, Sırb güçlerine karşı düzenlenen yüzlerce inanılmaz taktik saldırıda kendilerini fedâ ederlerdi. Çoğu Afganistan’dan gelen bu savaşçıları böylece yok etmiş ve tehlike olmaktan da çıkarmış olurdu birileri ki, bugün olan biten de yine bu çerçevededir.
Nihâyetinde tüm bu insanlar, büyük şehid, tüm mücahidler için örnek insan Usame bin Ladin’in yolundadır. O hâlde yok edilmelidirler! Oysa, sağı solu kurtarmak için kendilerini fedâ edeceklerine, gidip mukaddes toprakları kurtarsınlar. O iki mukaddes şehrimizi kurtarsınlar. Peygamber toprağını kurtarsınlar ki İslâm’ın zenginlikleri emperyalistlere, hattâ siyonistlere gitmesin. Müslüman dünyayı savunacak olanların yardımına koşsunlar yine.
Fakat şimdi olan bu değil. Kaybedeceğimiz bir savaş başlatıyoruz bunun yerine. Mücahidler olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma roketler ve roketatarlarla İsrail’e karşı bir cebhe savaşını askerî anlamda kazanamayız. Filistinlilerin hayranlık verici cesaretleri de bu gerçeği değiştirmiyor.
İsrail, ABD’nin donattığı en modern ordudur ve ABD adına anti-roket sistemlerini denemektedir “sahada”. İsrail’in kullandığı silâhlar, henüz tam anlamıyla Amerikan ordusunda bile kullanılmamakta, aksine, nasıl çalıştığı görülmek ve geliştirilmek üzere İsrail ordusuna verilmektedir. Zamanında İsrail ordusunun özel operasyon kuvvetlerinde komando olan Netanyahu gibi faşist bir suçluya, şimdiki savunma bakanı tarafından bilâhare şehid edilen bir yoldaşım tarafından vurulan sol kolu yarı felçli olan Netanyahu’ya verilmektedir.
Bunları söylerken, duyduğum bir endişeyi sizinle paylaşıyorum. Biz, fizikî olarak da yüz yüze, göğüs göğüse İsraillilerle savaşmış insanlarız. Ve bu şekilde savaştığımız insanların bazıları bugün İsrail’de iktidarda. Yâni sırf konuşmuş olmak için konuşmuyorum. Size söyleyeyim: Benim arzettiğim görüş, tüm bugün yaşanan sıkıntıları sona erdirecektir.
Değil mi, tüm o cesur mücahidleri okullar açıp eğitin, onlara tüm dünya dillerini öğretin, Gazze’den veya Filistin’den veya diğer kamplardan alıp eğiteceğiniz tüm bu mücahidleri bilâhare ülke dışına gönderin. Kamplar derken, en başta Suriye’deki Filistin kamplarından alın ve gönderin.
Yeri gelmişken, şimdi Suriye’deki Yermuk kampını yerle bir ediyorlar, içerisinde çatışıyorlar. Oysa, Suriye’deki Filistin Direnişi hükümete karşı hiç de silâha falan sarılmaz. Çok uzun yıllardan beri oradalar ve tüm haklara da sahibler. Bir Filistinli bakan olabilir, milletvekili olabilir, cumhurbaşkanı olmak dışında her istediğini olabilir.
İnsanlar şimdi “o kötü rejim... O canavar... Yeni Hitler...” falan konuşuyor ama Beşşar el-Esad’ı daha o gençken bizzat tanımış bir insanım. Hiç de öyle biri değil. Aksine, şayet daha sert olsaydı, meselâ onun yerine babası olsaydı, bu yabancı müdahalesini hemen bastırırdı.
Suriye muhalefetinde de iyi insanlar var, namuslu insanlar var; kimi komünist, kimi baasçı, kimi de İslâmcı muhalefetten. Zamanında zindana düşmüş ve zaten değiştirilmesi gereken bu rejime karşı savaşma gerekçesi olan insanlar bunlar. Ancak bugün yaşananlar bambaşka bir şey; en kötü komedi!
1960’ların başında, biz okula giderken, Yunan ve Roma mitolojisi üzerine üstüste İtalyan filmleri yapılırdı. Bu filmlerde, tanrılar tanrısı Zeus’u, etrafı güzel tanrıçalarla halkalanmış olduğu hâlde aşağıya, insanlara bakarken gösterirlerdi. Aşağıdaki insanların yaptığı, onlar için bir “oyun”du. İşte bugün Amerikan emperyalistleriyle siyonistlerin yaptığı da, bir bakıma böyle. Dünyaya böyle yukarıdan bakıp, küçük oyunlar oynuyorlar. Filistin Direnişi’ni ve kendilerine direnen her hükümeti yok etmek de bu “oyun”larından biri.
O çılgın dost Kaddafî meselâ. Ne olursa olsun, inançlı bir müslümandı ve siyonizmin de, sömürgeciliğin de düşmanıydı. Onu kötü yaptığı şeylerden dolayı değil, ki bunları benim gibi binlercesi biliyor zaten, aksine, bir müslüman olarak iyi yaptığı şeylerden dolayı yokettiler.
Türkiye’nin hangi pozisyonda olduğunu artık tasavvur edebilirsiniz. Sayın Erdoğan, şimdi Mısır’a gidiyor. Çok güzel, çok hoş. Peki Mısır ve Gazze arasındaki sınır niçin kapalı hâlâ? Tamam, İsrail’le anlaşmaları vardır, anlayabiliyorum, gidip silâh versinler de demiyorum. Ancak Gazzeliler niçin serbestçe Mısır’a seyahat edemiyor? Gıda ve ilaç nasıl olup da Gazze’ye serbestçe giremiyor? Savaş başladığında binlerce Gazzeli Mısır’a geçip kamplarda kalabilir, savaş bitince de dönebilir oysa; buna niçin izin verilmiyor? Ağızlarından İslâm ve Peygamberi düşürmeyen Müslüman Kardeşler, bu kadar basit, bu kadar asgari şeyleri bile niçin yapamıyor?
İnanın, Hafız el-Esad gibi bir adam dahi –ki müslüman bile değildi- bunları yapabilirdi, Saddam da yapabilirdi, Kaddafî de yapabilirdi. Fakat Müslüman Kardeşler nedense yapamıyor ve Enver Sedat’ın stratejik ve politik çizgisini devam ettiriyor. Enver Sedat bile erkenden kalkıp namazını kılar, ama kahvaltıdan önce de viskisini yudumlardı. Çelişkili ve çok tuhaf belki ama böyleydi. Şimdi olan biten de buna benziyor.
Bir noktayı daha arzederek bitirmek istiyorum: Filistin Direnişi’ni desteklemek zorundayız. Fakat başka herkesten çok daha fazla ıztırab çeken ve kendini fedâ eden Gazzeliler, neden Suriye’ye, Yermuk’a ve Humus’a gidip savaşıyor? Gidip Filistin kampları içerisinde savaşıyor? Orada yahudi mi var? Ne işleri var onların orada? (Carlos, Imad Mugniye’nin şehid edilmesi ve Suriye’deki Filistin kamplarında geçmişten bu yana yaşananlarla ilgili ilâve malûmat veriyor.)
Diğer taraftan, İsrail diye siyonist bir devletin mevcudiyetinin hiçbir meşruiyeti yok. Fakat Müslümanlarla yahudiler Filistin’de “anti-siyonist” ortak bir devlet bile kurabilirler. Türkiye’de olduğu gibi, zaten yüzlerce yıl birlikte yaşamadılar mı? Gidip seçim yapsınlar, ister müslüman ister yahudi, kim seçilirse geçsin başa. Bu bile olabilir.
Fakat meselenin “insanî” tarafıdır bu. “Politik” bakımdan ise, dünyanın son sömürgeci ideolojisi yâni siyonizm tarafından oluşturulmuş İsrail diye bir devlet asla var olamaz. İngiltere ve Fransa’nın bazı küçük adalardaki hükümranlığı dışında, fiilî olarak İsrail’den başka sömürgeci devlet kalmadı neredeyse dünyada. Şimdi sınaî ve teknolojik bakımdan da gelişerek bir o devam ediyor.
Suudî Arabistan’dan bir şeyh, mücahidlerin artık Suriye’ye gitmemesi gerektiğini, ihtiyaç duyulan başka yerlere de gidilip savaşılması gerektiğini ilân etti bu hafta. Uzun zamandır ben de tam bunu söylüyorum.
Ümid ediyorum, böyle diyorum, çünkü emin değilim, bu berbat siyonist saldırı, sadece onların değil, aynen Libya’da, hattâ Türkiye hükümetinin de arkasında olduğu gibi kendisini saklayan ve yüzünü göstermeyen ABD’nin Suriye ve Gazze’deki bu saldırısının mânâsı anlaşılır ve bazı insanlar yönlendirilmekten, hattâ gizli servisler seviyesinde görüşmelerle mutabık kalınarak bilerek isteyerek kullanılmaktan vazgeçer.
Şimdi Suudî Arabistan gizli servisinin başında olan Emir Bandar’ın yıllardır İsraillilerle çalıştığı ve bu gizli servisin de doğrudan emperyalistlerle bağlantılı olduğu malûm. (Carlos, Emir Bandar adına çalışan Güney Afrikalı bir tümgenerali nasıl yakaladıklarını ve Suudî hanedanının Cemal Abdülnasır’dan bu yana siyonizmle olan inişli çıkışlı ilişkisini anlatıyor.)
Düşman, müslüman bölgedeki güçler dengesini değiştirmek üzere büyük ve stratejik bir saldırı başlatmıştır. Müslümanların, Arabların buna direneceğine ve kazanacağına inanıyorum, güveniyorum. Gerçek mücahidler, yâni insanları soymaya, kadınlara tecavüz etmeye, çocuklara işkence etmeye gitmeyen hakiki mücahidler, yâni Usame bin Ladin ve Zevahirî gibi kendilerini ve sevdiklerini fedâ eden “adam gibi adam”ların izinde giden mücahidler, artık yanlış cebhede savaşmaktan vazgeçmeli, bunun yerine, tüm inananların, hattâ yahudilerin bile en açık düşmanı olan siyonistlerle savaşmalıdır.
Önce bu durumu, sonra da tüm dünyadaki durumu değiştirmeliyiz.
Allahü Ekber.
(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra, Av. Güven Yılmaz’ın “Suriye İsrail’e saldırabilir mi?” şeklindeki sorusunu cevablıyor. Geçen konuşmalarında söylediği gibi, İsrail’in Dimona nükleer tesislerine yapılabilecek bir Suriye saldırısının mümkün olduğunu, fakat bunun yolaçacağı radyoaktif kirlilik dolayısıyla, hem İsrail’in hem de Suriye’nin sonunun gelebileceğini, tüm o bölgenin yaşanmaz hâle gelebileceğini vurguluyor. Suriye’de mutlaka mezhebler üstü bir devlet yapısı tesis edilmesi gerektiğini tekrar ifâde ediyor. İstanbul’a gelen Av. Ahmed Arslan başta olmak üzere, herkese çok selâm söylüyor. Türkiye’ye aylar önce gönderdiği hiçbir kartın yerine ulaşmaması sebebiyle memnuniyetszliğini ve şaşkınlığını izhar edip görüşmeyi sonlandırıyor.)
17 Kasım 2012