Fikir karın doyurmaz deniyor; çok basite indirgenen ve zahiren doğru görünürken yanlış yerlere çekilen bir söz. Tabii ki ekmek yemeden yaşanılmaz. Fakat insanın iç hayatı, (ruhî, vicdanî, ahlâkî, fikrî, hayatı), dış hayattan daha önemlidir. Öyle bir iç hayat, karın doyurmayı bile tayin edebilir. İnsanın kültürü ne ise, ona göre yer- içer; “yaşama kültürü” denilen hadise.
İç hayatımızı düzenleyen fikirler, inanç sistemleri, dünya sistemleri, dünya görüşleri insanın sosyal ve siyasî vasfı gereğidir. Hayatla fikir, birbirinden ayrılmazlar. İç hayatımızı neyle dizayn edersek dış hayatımızı da ona göre yaşarız, yaşamaya çalışırız.
Asıl olan iç hayatımızdır ve bize mutluluk ve huzur verecek olan da odur. Dış hayat, iç hayatımızdan kıymetli değil. Dışın içimizi boğmasına müsaade etmemeli, bir iç hayat nizamı, iç şekil davası, bir inanç sistemi benimsemeliyiz. Aslında insan kâinatta, iç nizam tertibi peşindedir. İç âlem düzeni peşindeki tertip gayesidir insanın kâinatta arayışı.
Demek ki iç hayatımız, dış hayatımızdan önemli ve iç hayatımız değerli değilse dışta ne kadar neşe- eğlence olsa da bize faydası yok. İçte saadet yoksa dışta saadet olmaz. Dış hayatın yani maddi hayatın refahı iç hayatımızı etkiliyor ve bizi mutlu ediyor deniyor.
Burada bile iç hayat önemli; fakat yalancı tatminler, sun’î zevklerle oyalanmak söz konusu ve ruhun susuzluğunu gidermek için âdeta gaz- benzin içiliyor. Mesela esrar, eroin, içki, kumar, kadın... vs. sefehat hayatının verdiği yalancı mutluluktur. Ve insanı ruhen ve bedenen de tüketiyor.
Batı tarzı çağdaş yaşam maddeyi esas alır; çünkü hayat felsefeleri öyle. Batı için kendilerinden başka herşey sömürülecek bir metadır; domuzlar gibi tüketmeye ayarlı toplumlarını doyurmak için mısır tarlaları gibidir diğer insanlar. Batı için kendi dışındaki bir insanı öldürmek bir mısır koparmak demektir. Dünyada dış ticaret borcu en yüksek olan Amerika bunu, “kendi insanlarının tüketim zevki” yaptığını söylemektedir. Bizim buna isyan etmemiz gerekirken domuzlar kervanına katılmak istememiz (globalleşme, AB’ye girmek vs.) her türlü hakarete layık zelil bir durumdur. Zaten Batı ve Amerika tarafından gördüğümüz, daha doğrusu içimizdeki batıcıların gördüğü böyle bir zelil muameledir.
Batının “iç hayata dair” ne kendine ne dünyaya verecek bir şeyi yok. Batı, bitişini gördü ve müflis ruhunu dindirmek için, burnunun dibindeki İslâmı es geçerek tâ Uzakdoğulara Budizme gidiyor. Bu da, Batının gerçekle yüzleşme korkusunu gösteriyor. Ama korkunun ecele faydası yok!
Hayat, tercihlerden ibarettir deniliyor; evet, doğru. Hazzı ve keyfi esas alanlar bir yanda/fazileti ve ruhî zevki esas alanlar diğer yanda... Hazza göre hayat, mutluluk vermez. Sayın Mirzabeyoğlu’nun Hukuk Edebiyatı isimli eserindeki şu tespit mevzuumuza denk geliyor:
Modern ruhbilimin en büyük buluşlarından biri şudur: bir kimse mutlu yaşamak için hayatın bazı zevklerinden vazgeçilmesini bilmeli başkalarına karşı fedakâr olmalı, kendini disiplin altına sokabilmelidir... Yalnız kendini ve çıkarlarını düşünmek, şahsî isteklere bağlı olmak, insanı bencilliğe götürür; bencilliğin sonu da, ıstırap ve mutsuzluk... Din, insanlara karşı şefkati, sevgiyi ve yardımlaşmayı emrederek, onları fedakâr ve merhametli olmaya teşvik eder; insanı, gerçek insan olmaya götüren en sağlam yol, din yoludur... Bu sebeple din, şahsî ve içtimaî yaşayışın en büyük ihtiyacı, en kuvvetli düzenleyicisidir!..
Hayatın hakikati ferdi hayatta, ferdî hayat, ruhî hayatta...” Külliyattan işaretlediğimiz bu hikmet, kendinden zuhur diyalektiğimizin de sebebi, varoluşumuzun da...
Ruhî hayat, iç hayat, iman, aşk ve vecd... İnsanın iç nizamı yerinde olmadıktan sonra, dışta da kendi yok demektir; sürü, kukla, köle demektir, batı (Modern) hayat tarzının bir kuklası demektir. Eğer alternatif bir hayat tarzına bağlı yaşayamıyorsa (çağına hitap eden bir dünya görüşü ve bunun aksiyonu) mevcut hayat tarzına karşı olduğunu söylese de sistemin içinde eriyor demektir.
İç hayatımızı neye göre düzenleyeceğiz?.. İç hayatımızın donanımı fikirdir; sistem çapında fikirle ruhî hayatımızı inşa edebiliriz ve beden hayatımıza da tasarruf edebiliriz. Bedenine laf geçiremeyen ruhu ruhtan saymayız. Mazeretler-bahaneler arkasına sığınan, gerekeni gerektiği yerde yapmayanlar ruhî hayattan uzak yaşıyor demektir.
Ruhun merkezi fakültesi ahlâk da yerini ideoloji ile bulur. Ahlâk, eşya ve hadiseler karşısında tavrımızdır; bu ancak, sistem çapında bir fikirle olur. Hayat tarzımızın esaslarını, bakış açısını ve yaşamanın-aksiyonun yerini ve değerini veren İslâma muhatap anlayışla olur.
Eğer ideolojisine göre iç nizamını kuramamışsan, sorunlu yaşıyorsun demektir. Genç yaşta öldün, demektir. “Ölmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz!” İlahî ikazını, İBDA hayat tarzında her an görebilmeli, hissedebilmeli ve yaşayabilmeliyiz. Bu bir coşkudur ve maddi coşkular bunun yanında sönük kalır. Bu bir zevk halîdir, dünyaya tepeden bakış halîdir, hayata fikrin-imanın damgasını vurmanın keyif halîdir. Fizikî yaşın ne olursa olsun, gençlik halîdir. İman, olmuş bitmiş bir şey değil, sürekli ve yenileniş olduğu için, her daim yaşadığını hissedersin; onun için “gençlik halidir” diyoruz.
Hayatımızı yaşayalım diyoruz, hayatımızı kimse bizden çalmasın, çaldırmayalım diyoruz. “Kendi hayatımı yaşamak hakkım” ise bu hakka ancak aksiyonla sahip çıkabiliriz. Yaşama hakkımızı kimseye, kimselerin sömürü düzenine kaptırmayalım; bu uğurda yaşama hakkımızı bile gerekirse seve seve verelim. İşte bu kişiler (Şehitler), en yüksek düzeyde yaşayanlardır, iç ve dış hayatına sahip çıkanlardır. Nefsimizin esaretinde ve meşgalesinde değil, ruhî hayatımızın özgürlüğünde yaşamak gerçek hayattır. Onun için şehitlere “ölüler demeyin” diye buyuruyor yüce Allah.
Hayatımızı çaldırmaktan da biz sorumluyuz, bunu unutmayalım. Gandi’nin sözü de bunu vurguluyor: “Kendi elimizle özbenliğimizi vermedikten sonra, onu bizden kimse alamaz.”

         Aylık Dergisi 33. Sayı