Batılılaşma, sömürgeleşme, “uygarlaşma” ve “kalkınma”… “Muasır medeniyet” denilen Batının sömürgesi olmaya devam etmek… Ve Türkiye’nin şimdilerde zayıflayan AB hedefi… Ve iktidardaki güya İslâmcı bir partinin en ileri AB’ci oluşu… Ve bu partinin kuyruğunda Batılılaşma-Sömürgeleşmeyi normalmiş gibi gören marka Müslümanları, menfaatçi zümre…
AKP, kemalist zorbaları AB silahıyla vurma taktiği izledi veya tabanına böyle gösterdi. Halbuki şimdi ortada kemalist zorbalar da kalmadı, -ergenekondu, balyozdu, kafesti- bunlar tasfiye edilmişken ve Batının kuyruğu olmamamızın önünde bir engel kalmamışken, giden Batıcılardan daha Batıcı olan bu “muhafazakâr demokrat” parti de neyin nesi?
AB’cilik sömürgecilik ile eşanlamlı iken…
AB’cilik emperyalizm ile eşanlamlı iken…
Değil bir Müslüman, hiçbir antiemperyalist AB’ci olamaz.
Amerika, emperyalizmin ve İslâm düşmanlığının merkezi iken, bizim yerimiz ne Amerika ne Batıdır.
Bizim yerimiz antiemperyalist savaşın bayraktarlığını yapan Anadoludan fışkıran BD-İBDA Hareketidir.
Öz yuvamız, Batı ve Amerika değildir.
Öz yuvamızda (BD-İBDA) toplanmak varken, Batı ve Amerika’nın işbirliğini tercih edenler de var.
Mevcut Batıcı düzenden nemalanan sağcısı solcusu, Kürtçüsü-Türkçüsü, devrimcisi-demokratı hep aynı soydandır, soysuzluk soyundandır.
Bugün en büyük rantçı AKP; çalıp-çırpma derdinde çoğu…
Milleti de kendileri gibi yaptılar, balık baştan kokar hesabı. Hele hele AKP’nin yeni yetmeleri daha kötü, CHP’li 5 yiyorsa onlar 10 yiyor.
Ahlakî bozulma AKP iktidarında hız kazandı. Bunlar (AKP), iyi olanları da bozdular, kendi uğursuz misyonuyla beraber. Başörtü tek başına ölçü değil de, bir misâl olsun diye söylüyorum. Şimdi annenin başı kapalı, kızı açık. Halbuki “bir dönem önce” tersi idi. Bozulmaya gidiş var; bir önceki iyi idi, şimdi “öncenin öncesi” kötüye dönüş var. Kezâ, kadın-erkek birlikte düğün yapılıyor, bir çok şey tabiîleşti.
AKP’li bir Müslüman anlatıyor:
-“Eskiden şeriatçı idik ama namaz kılmazdık. Şimdi namaz kılmayan insana çok hayret ediyorum. Fetullahçılar namaza düşkün.”
Ben de, sözündeki zımnî mânâyı açığa çıkarıyorum:
-“Şimdi namaza başladınız ama şeriatı bıraktınız, öyle mi?”
Namaz kılmayla teselli bulan ve küfür düzenine göstermesi gereken buğzunu bırakan bir Müslümanlık anlayışı tehlikelidir. İmanları da götürecek bir tehlikeye işaret etmek istiyorum. Çünkü küfür düzenine rıza ayniyle küfürdür. Bu ölçü herkesin malûmudur. Namaz kılmaktan alınlarında nasır çıkan ve Hazreti Ali’nin kılıçtan geçirdiği Haricîleri hepimiz biliyoruz… Ve Üstad’ın namazla ilgili şu güzel tesbitini vereyim:
“Her şey namazla başlar ama hiçbir şey namazla bitmez”.
“Bir deprem gelecek temizlenecek, kurunun yanında yaş da yanacak” diyor bir doktor arkadaş. “Oraya doğru gidiyoruz, para-mal peşinde güle oynaya ölüme koşuyoruz” diyor ve AKP’ye bir daha oy vermeyeceğini ilâve ediyor.
“Depremden sonra ne olacak?” diyorum, ümidsizliğe devam ediyor, “ümid mihrakı”nı yitirmiş ve aksiyon mizacını bulamamış dertli arkadaş. İslâmcı cemaatler dahil herkesin devletten nemalandığını söylüyor; “Biz (İBDA hareketi)!” diyorum, susuyor ama toptancı tavrın arkasına sığınmaktan da vazgeçmiyor. Böyle de olmaz ki, diyorum. Aksiyon yolunu bulamayanlar, eleştirdikleri düzeni yaşatırlar ancak.
Türkiyeyi ziyaret etmiş olan Türkistan Taza Din Hareket Lideri Cumay Bey, ziyaret ettiği bir İslâmcı gazetenin Filistin meselesiyle ilgili görüşünü eksik verdiğini belirterek şöyle diyor:
“Ben İsrail’i Obama gibi kınamıyorum. Obama gibi eleştirmenin bir kıymeti yok. Bu gazete, Amerika ile İslâm arasında sıkışmış, ne yapacağını bilmiyor. Yüreğini açıkça ortaya koyamıyor.”
Aynı zamanda hukukçu olan Albay Cumay Suyunaliyev, Bolu F Tipinde Kumandan Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ediyor ve yüreğiyle şöyle konuşuyor:
«Kumandan çok akıllı ve bilgili. Ona, “Siz esirsiniz, biz hürriyet ortamındayız” diye üzüntümü belirttim. Bana cevaben; “Ben cezaevinde ömür boyu bulunabilirim. Kardeşlerime ve dâvâ arkadaşlarıma güveniyorum” dedi. “Cezaevinde olmama rağmen kardeşlerime inanıyorum” demesi bana da moral oldu. Mirzabeyoğlu’nun çok sabırlı, güçlü ve kararlı olmasını, savaşan Kumandan olmasıyla ve onun misyonuyla ilgili görüyorum”.
Tâ uzaklardan, Kırgızistan’dan, Kumandan’ın hemen hiçbir eserini dahi okumadan, dâvâsını ve hareketini öğrenip ona tâbi olmak ve Taza Din Hareketi olarak 2008 yılında, “Kumandan İslâm Âleminin halifesidir, O’na hürriyet!” diye manifesto yayınlamak, mümin ferasetiyle izah edilebilir ancak, doğru-düzgün bir bakış ve imanla izah edilebilir.
AB’cilik ihaneti ve demokrasi ve particilik oyunuyla kendini hebâ eden yitikler olabileceği gibi, yiğitler de olacaktır elbette. Ve, “yiğit düştüğü yerden kalkar” hesabı, tüm İslâm Âleminin ümidi olan Türkiye’de çekilen isyan bayrağı altında toplanacaktır tüm yiğitler.


Aylık Dergisi 67. Sayı