Genelkurmay ile AKP arasındaki savaşı böyle nitelendiriyorum. 27 Nisan 2007 gece yarısı Genelkurmay’ın sitesinde yayınlanan “e-muhtıra”da denen “sanal muhtıra” ile, ertesi gün AKP hükümetinin basın toplantısıyla Genelkurmaya karşı lafta posta koymasından bahsediyorum. Biri, karabatak gibi gece yarısı görünüp kayboldu; diğeri “Genelkurmay Başbakanlığa bağlı bir kurumdur” demesine rağmen gereğini yapmadı, görevinden almadı. Halbuki ortada anayasal suç var.
Savaşı cesurlar yapar, biliyordum; meğer öyle değilmiş. Söz konusu hadise (gece yarısı sanal muhtıra, gündüz vakti sanal karşı koyuş) her iki tarafta korkakça davrandı. Delillerimi serdedeceğim.
Önce Genelkurmay… Gece 23.30’da internet sitesinde neyin peşinde geziyor, o saatte ancak “rap, rap” sesleriyle darbe yapılır. Hem hükümeti eleştireceksin, hem de AKP’nin vatanı sattığından hiç bahsetmeyeceksin, klasik “irtica tehdidi” söyleminin arkasından sahte kabadayılık gösterilerine devam edeceksin! İlahi okuyan kız çocuklarının başörtülü görüntülerini sözde muhtırana delil yapacaksın ama, Amerika’nın kafana geçirdiği çuvala ses çıkarmayacaksın! Güya laiklikten, cumhuriyet ilkelerinden dem vuracaksın ama, Kemalizmi çöplüğe atan ve senin kırmızı çizgilerini çizen Amerika’ya ve bu çizgisinden dolayı AKP’ye bir şey demeyeceksin! Güya ülkenin bağımsızlığından (aslında ordunun bundan pek de bahsettiği yok) dem vuracaksın, rejimin tehlikeden olduğundan bahsedeceksin ama, AKP hükümetinin açtığı yoldan gelen ve bizi hırsızlayıp giden “Küresel sermaye”yi eleştirmeyeceksin! Allah Resulü’nün doğumunu kutlamayı suç gibi göstereceksin ama diğer yandan Malatya’daki misyonerleri savunacaksın! 28 Şubat’çıların hortumladığı 50 milyar dolardan, küresel sermayenin ülkemizi sömürmesinden, İncilik üslerinden, Telekom’un satılmasında, 70 milyonun 35 bin banka hortumcusuna çalışmasından, çoğu dönme 3000 bin imtiyazlı ailenin ülkenin kanını emmesinden, uyuşturucunun ilkokula inmesinden, fuhuşun ve hırsızlığın toplumu kemirmesinden, bütün bu adaletsizlerden hiç bahsetmeyeceksin!
Kısaca ordu, bataklıkla uğraşmayı göze alamıyor, ABD ve AB’nin ülkemizi sömürmesine ses çıkarmıyor ve bu hususta AKP Hükümetine yüklenemiyor; bütün bunları gözü yemiyor ve tutuyor, ilahî okuyan kız çocukları üzerinden dayılık yapmaya kalkıyor. El insaf yahu!..
Niye “sayın” ordudan, ABD ve AB çizgisinde olduğundan dolayı AKP eleştirisi göremiyoruz. Acaba ordunun başına çuval geçiren Amerika ile AKP’nin emir eri olduğu Amerika farklı mı? Yer kürede iki farklı Amerika mı var? Yoksa dışarıda kuzu, içeride kendi halkına, halkın dini değerlerine aslan bir ordu mu var bu ülke topraklarında? Ordu içindeki bazı Allahsızlar dinî değerlere saldırıyı soysuz AKP üzerinden niye yapıyorlar? AKP dindar değil ki, onun üzerinden din düşmanlığı uyanıklığı yapılıyor aslında AKP ile ordunun dinsiz kanadı aynı yere bağlı, ABD ve AB’ye bağlı. AKP, hoş görücü, seküler, ılımlı İslâmcı, yani “Allahsız İslâmcı”, söz konusu darbeci ordu mensupları da Allahsız. Dertleri ne bu Allahsızların, hem ülkeyi satıyorlar, hem birbirlerine girip ortalığı toz dumana boğuyorlar? Aralarındaki it dalaşında bizi taraf olmaya zorluyorlar. Hiç birinin, ne ülke, ne ülkenin namusu ve haysiyeti, ne fakir fukaranın ekmek derdi, ne uyuşturucu batağındaki gençlik, ne hukuk, ne sağlık, ne eğitim dertleri değil! Güneydoğu’dan gelen asker cenazeleri de umurlarında değil! Onun için babalar evlatlarının kanını vatana helâl etmiyor. Bu kadar asker cenazesi geliyor, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları görevlerinden niye alınmıyorlar? Bu e-muhtırayı veren askerler eski146, yeni 309. Maddeden, Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüsten niye tutuklanıp yargılanmıyor? Bu ülke çiftlik mi? Mehmetçik de bol mu, onun için mi telef ediliyor?
Savaşın bir tarafı görünen AKP’nin tavrı da çok korkakça ve âdice. AKP hiçbir zaman türban ve dini savunmuyor, ABD ve küresel sermayeyi arkasına alarak güya orduya karşı duruyor. Halk da türbandan, İmam-Hatip’den, mukaddesattan, ordunun dayılanmasından vs. AKP’yi mağdur zannediyor. AKP mağdur değil, kendi zaafını mağduriyet diye göstermeye bakan köylü kurnazı. Nasıl ki ordu, asıl ihanetleri eleştirmeyip, eleştirmeyi göze almayıp ıvır- zıvır mevzularla dayılanma yolunu seçiyorsa, AKP de hiçbir zaman, hak, hukuk, demokrasi vs. mücadelesi vermiyor, menfaatine göre aşağılık bir tavır alıyor. AKP dört buçuk senedir niye sessiz kaldı da şimdi orduya sert (!) çıkıyor?
Her iki taraf da gerçek soruna temas edemiyor. Her iki taraf da korkaklıklarından dolayı asıl mevzua giremediklerinden, bazı sathî ve sunî şeylerle kavga etmeyi tercih ediyorlar. Mesela, hasmınla kavga etmeye cesaret edemiyorsun, gidiyorsun sokakta hasmının çocuğuna fırça çekiyorsun. Bunun gibi bir şey. Mahallemizin kabadayıları böyle işte. Nerede gerçek kabadayılar? Gelse de bu sahtelerinden bizi kurtarsa, hakkın divânını yeryüzünde kursa! Aslında halk: “Adalet istiyorum!” derken, oğlu öldürülen bir acılı babanın adliye çıkışı böyle bağırarak verdiği İbda işaretinde adresi gösteriyor. Bize düşen acele etmek ve tarihimizde olduğu gibi, “İşte Mu’tasım sana geldi!” diyebilmek.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bir konuşmasına Amerika, “kakafoni, kuru gürültü” diyor, bizim ordudan ses çıkmıyor. Avrupa Birliği’nden orduyu hizaya çekmeler, ordumuz ufak- tefek  serzenişlerle beraber gönülsüzce de olsa hizaya giriyor. Hadi NATO’ya bir şey söylesene, BOP’a bir şey söylesene, Kuzey Irak’a bir şey söylesene, çuvalcılar Türkiye’ye geldiğinde tutuklasana? Halk sana silahı niye verdi? Kendi halkına kullan diye mi?
AKP arkasına ABD ve AB’yi almış, ülkeyi peşkeş çekip duruyor, ordu bu hususta çok sessiz. Acaba “Büyük patron”dan mı korkuyorlar? Bakın, Irak aslanlar gibi direniyor, dört sene oldu, hız kesmek bir yana ABD’yi çöle gömüyor, “Büyük patron” kaçmanın yollarını arıyor.
“Korkaklar Savaşı” başlığı bana Üstad Necip Fazıl’ın bir eserin den okuduğum şu sahneyi hatırlattı: Osmanlı’nın yıkılma dönemlerinde Türk- Yunan Savaşı. Her iki ordu “Düşman geliyor!” haberleri üzerine birbirlerinden habersiz ricat ediyorlar. Sonra Yunanlılar “Türkler ricat etti” haberi üzerine toparlanıp saldırıya geçiyor. Fakat Türkler de aynı haber üzerine saldırıya geçmişler. Sonra Yunanlılara Türklerin saldırıya geçtiği haberi geliyor ve Yunanlılar tekrar ricat ediyor. Bunun üzerine savaşı biz kazanıyoruz.
Mevzuumuzla ilgili şunu da belirtelim. Bu savaş özde değil, sözde; çünkü her iki taraf da samimi değil. Bir kere AKP ne dinci ne dindâr; kesinlikle özde İslâmcı değil, ABD mamulü bir parti. Bunu ordu da biliyor fakat, ordunun AKP karşıtlığı da özde değil, sözde. Ordunun rejim sahipliği, bağımsızlığı vs. özde değil, sözde. Özde olsa kafasına geçirilen ordu hiç sessiz kalır mıydı? Kemalizmi rafa kaldıran ABD’ye ve AB’ye özde bir karşı duruş yok orduda. Kıbrıs, Kuzey Irak, Ege vs. birçok sorunda da bu böyle. AKP ile kayıkçı kavgası var sadece. Gerçek ordu, gerçek devlet, gerçek hükümet bu mu?
ADD ve CHP Tandoğan’da miting yapar, tek tük “ kahrolsun Amerika!” sloganları olmasına ve misyonerlik ve AB eleştirilmesine rağmen yine ucuzluk seçilir ve AKP üzerinden Şeriat’e, dinî değerlere dil uzatılır. AKP’nin şeriatçı parti olmadığı bilinerek yapılır bu. Bir de şu tavırlar, sanki Türkiye kendileriymiş gibi onların topladığı kalabalıklardan daha fazlasını toplama imkanına sahip AKP’den böyle bir tavır gelmez, milliyetçi-mukaddesatçı tabanlarına sahip çıkmazlar, sol-Alevî- Laik-CHP’ci kesime meydanı bırakırlar. Çünkü AKP samimi değildir. Bundan cesaret alan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Çağlayan’da bir miting daha düzenler ve Batıcı yaşam tarzı için bağırılır. Yine AKP’de Müslüman tabanı sahiplenme tavrı yok. Müslümanca hayat tarzı için geniş katılımlı bir miting düzenlesin bakalım, Türkiye nasıl tepki veriyor. Türban için el ele zincir eyleminde 81 vilayet birleşmişti. İmam Hatipler için milyonlar birkaç kere bir araya gelmişti. AKP geldi bu hareketleri durdurdu. Ümit olacak, çözüm olacak dendi, Hiçbir şey olmadı. AKP dört buçuk yıldır tabanını sahiplenici hiçbir şey yapmadı. Ekonomik çıkar dağıtması haricinde liderleri “dik duralım ama dikleşmeyelim” kolpacı tavrını sürdürdü. Şimdi ise ABD ve AB’den cesaret alarak tamamen koltuk ve menfaat için orduya tavır aldı. Sayın Mirzabeyoğlu’nun 1999’larda söylediği “Mülsümanlar dik durun, karşınızda leşler var” sözünü bugünlerin darbe komikliği ve kolpacılığına bakıp yerden göğe kadar hak vermemek mümkün değil. Müslümanları pasifize etme görevini AKP iyi yerine getirdi ve getirmeye devam ediyor; eski mücahitlerini müteahhit yaptılar, Müslümanların sokak gösterilerini süsbanse ettiler.
Samimiyetsiz AKP’nin yaptığı budur, gerçekte hiçbir bedel ödemediği, türban, İmam-Hatip, ordunun çıkışları vs. mevzularının mağduru gibi gözüküyor, halbuki bütün bunları hak etmiyor, AKP mağdur ve mazlum hesabına prim toplama derdinde. Ne zaman CHP küfür yobazlığı yapsa AKP’nin oylarını yükseltiyor, aynı şekilde askeriyenin çıkışları da…
Ülke ne zaman bu sahte kahramanlardan kurtulacak! Gerçek kahraman Necip Fazıl “Sahte Kahramanlar” adlı eserinde böylelerini bir bir tesbit ve teşhir etmişti. Üstad’ın “tarihi temizlemek sahte kahramanlardan” vasiyeti de İBDA gençliğine borç.
Üstad Necip Fazıl 27 Mayıs 1960 darbesiyle  ilgili bir tesbitini bugünün daha da yavşak ve yumuşak iklimine nazaran iktibas edelim: “Yoğurttan hükümete mukavvadan hançer.”
Abdullah Bin Mübarek (r.a.) “insanların en alçağı kimdir?” diye sorulunca “din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır” buyurdu.
Din tüccarı, din istismarcısı, din pezevengi, din baronu tabirleri böyle bir çizgi için ve böyle bir çizgide duran AKP’ye denk geliyor. AKP içindeki Amerikan karşıtı samimi unsurların ve dindârlara hiçbir sözümüz yok. Onlar din tâciri değiller fakat biz samimiyetsiz AKP’den, Batı medeniyetini üstün gören AKP’den, BOP’un eşbaşkanı hain AKP’den bahsediyoruz.
AKP İstanbul İl Başkanlığı’nın ofislerinde Abdullah Gül resmi altında şu yazıyor: “Milletin evladı milletimize hayırlı olsun!” Hakikaten öyle mi? İslâmköylü Süleyman Demirel gibi olmasın? Milletin evladı, milletin mi emrinde, yoksa Amerika’nın mı emrinde? Kayserili diye, eski Büyük Doğucu diye, eşi türbanlı diye, yani “İslâmköylü” diye aldanmayalım. Abdullah Gül’ün adaylığını Türk milleti çıkarmamıştır; laik yobazların karşı oluşu, karısının başı örtülü oluşu bizi aldatmasın. İkinci Özal vakası ile karşı karşıya olabiliriz. Özal için de, “ilk defa Cuma namazı kılan bir Cumhurbaşkanımız oldu” denmişti. Ama ülkemiz Amerikan güdümünde ve yozlaşma kültüründe bir hayli mesafe almış, bir koyup üç almış (!) ve çağ (!) atlamıştır. Televizyon kanalizasyonları da rahmetsiz Özal’ın bize hediyesidir.
“Eski Büyük Doğucu” oluşu da onu sevmemize değil, nefret etmemize muciptir. Büyük Doğu ideali eskimeyeceğine göre demek ki dönek, demek ki hain. Hiç dönekliğinden dolayı bir kişi kendimize yakın görülür mü? Yakınken uzak olmuş demektir.
Şöyle bir tesbiti de dikkate almalıyız. Müslüman geçinen (Amerika’nın ılımlı İslâm projesi budur) birinin seçilmesi sonucunda Müslümanların “işte cumhurbaşkanlığını da aldık!” rehaveti içinde ideallerini ve aksiyonlarını pörsütmek ihtimali de vardır… Esasen AKP’nin de devamlı yaptığı budur. Bu açıdan İslâm’a açıktan düşman birinin varlığı daha faydalı olabilir. Üstad’ın “ey düşmanım…” diye başlayan noktalaması hatırlanmalı. Ünlü bir İspanyol karikatüristin sözü de hatırlanabilir: “Eğer ülkemde diktatörlük olmasaydı bende karikatür gücü olmazdı.”
AKP’nin mağdur ve mazlum profili altında oy hesabı yapmasından ve davasında samimi olmamasından bahsetmiştik. ANAP lideri Erkan Mumcu AKP’nin bu samimiyetsiz tavrını, zaafını mağduriyet diye göstermesini eleştiriyor. Neden AKP Erkan Mumcu’nun “Cumhurbaşkanını halk seçsin!” teklifini kabul etmedi? Böylece her kesimi de susturabilirdi.
Allah resulü buyuruyor; “Ne zalim ol, ne mazlum!” Buna rağmen AKP’nin hem üçte iki çoğunlukla iktidardayken mazlum pozisyonuna yatması neyle izah edilebilir? İkiyüzlü ve samimiyetsiz insanlar. Keşke ANAP ve DYP, kadrolarını temiz Anadolu insanlarından (kaşar AKP’liler gibi değil) oluştursalar da milletin evladı olabilseler. Diğer partiler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Ama uzak bir ihtimâl…
Şu hususunda altını çizelim. Tasfiye sürecindeki ulusalcılar bizi hiç enterese etmiyor ve geldikleri gibi gitsinler. Fakat bize kimse ölümü gösterip sıtmaya razı edemez. Ne eski laik Kemalistler, ne yeni laik Amerikancı İslâmcılar… 


Baran Dergisi 17. Sayı