Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor ve Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Şimdi daha iyiyim ancak yaklaşık bir haftadır hastaydım.
Mektublarımı aldınız mı? (Av. Yılmaz, kendisinin henüz almadığını, fakat Av. Hasan Ölçer’in Carlos’un gönderdiği kartı aldığını söylüyor.)
Ali Rıza Yaman aldı mı? (Av. Yılmaz, onun da almadığını söylüyor.)
Ona, Fazıl Duygun’a, BARAN’a, size de göndermiştim oysa. Neyse, geleceklerdir. Hiç olmazsa bir tanesi ulaşmış. (Av. Yılmaz, “Dün, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun babası vefat etti!” şeklinde, Şerif Muammer Erdiş’in ahirete irtihalini haber veriyor.)
Allah rahmet eylesin. Tâziyelerimi O’na iletirsiniz, değil mi? Biliyorsunuz ki, hayat devri, hayat döngüsü kaçınılmaz. Ailelerimize ve kendimize tesir ettiği için, bizleri sarstığı için zor bir durum ama, böyle. Belli bir yaşa geldiğinizde ölmek zorundasınız. Benim de babam vefat etmişti ben hapisteyken. Üzdü elbette ama kendisi de zaten 90 yaşındaydı. Peki, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun babası kaç yaşındaydı? (Av. Yılmaz, 90 civarında olduğunu, son dönemde hasta olduğunu söylüyor.)
Benim babam da son iki yılında hastaydı. Yine de Kumandan Mirzabeyoğlu’nun babası, oğluyla gurur duyarak yumuyor gözlerini dünyaya. Ardında en güzel mirası bırakıyor. Diğerleri tarafından da takib edilecek prensibleri olan büyük bir adamı bırakıyor ardında. Allah, Ebû Salih’e rahmet eylesin.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı? (Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Konuşmak istediğim çok şey var aslında.
Bu sabah televizyonda bir haber gördüm. Suriye’deki Ebû Kemal Üssü’nün, isyancılarca ele geçirildiğini söylüyordu.
Yalnız şu var: Ebû Kemal üssü, bir isyancı bölgesinde bulunmuyor. Bu üssün bulunduğu şehir, Irak sınırına yakın ve pek insan yerleşimi olmayan bir bölgede. Orta büyüklükte, hattâ küçük bir şehir burası. Ebû Kemal Hava Üssü de şehrin dışında ve yanılmıyorsam Fransızlarca inşâ edilmişti zamanında.
Şimdi bu üssü ele geçirenlerin Suriyeli isyancılar olduğunu ve Suriye’den geldiklerini zannetmiyorum. Ebû Kemal’e gitmek için, bir çöl bölgesinden geçmelisiniz çünkü. Bu da hiç kolay değil.
Bu hava kuvvetleri üssünün ve bulunduğu yerin, esaslı bir stratejik rolü var. Suriye’deki silâhlı kuvvetlerin Sovyet tarzı yapılandırılmış bellibaşlı iki unsuru vardır.
Deniz kuvvetleri bunun dışındadır ve çok da büyük değildir. Stratejik bir vasfı olmayıp, kıyı şeridini korumaya yöneliktir. Yine de, İsrail’le bir çatışma durumunda, şimdi Akdeniz’in bu bölgesinde rahatça dolaşan İsrail kuvvetlerine saldırma ve füzeler gönderme imkânı vardır.
Bellibaşlı bu iki unsurdan birincisi kara kuvvetleridir ki, piyâdeden, tanklardan, hafif ve ağır zırhlılardan, topçulardan falan oluşur.
İkincisiyse hava kuvvetleri ve hava savunmasıdır.
Hava savunması çok ama çok önemlidir Suriye için. Çünkü İsrail’in belirttiği tehlike, özellikle İsrail hava kuvvetleri dolayısıyladır. Çok yoğun biçimde vuracaklardır Suriye’yi. Bu yüzden de hava savunması oldukça iyidir Suriye’nin. Gücü yüzde yüz değildir belki ama Arab dünyasının muhtemelen en iyisidir.
Hava kuvvetleri gelir sonra. Hava kuvvetleri, Suriye’nin ana “ilk vuruş” gücüdür ve çok önemli bir rol oynamaktadır. Ülkenin her yanındaki böylesi üsleri gidip gördüm. Diyeceğim şey, Suriye hava sahasının oldukça iyi korunduğudur.
İdlib ve Halep civarında da hava üsleri var. Bunlara da saldırılar sözkonusu oldu ve isyancılarca ele geçirildi. Bu mümkün. Çünkü burası bir direniş bölgesi ve zaten NATO’nun, ABD’nin yürürlükteki plânı da, Türkiye sınırından başlayarak güneye doğru olan bölgeyi tamamen temizlemek. Bugün yapmaya çalıştıkları da bu.
Lâkin Ebû Kemal, böyle değil. Bir kere oraya ulaşmak için hususî bir yolculuk yapmalısınız. Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan bu yere ulaşmak için Kürt bölgelerinden geçmelisiniz ki isyancıların bugün böyle bir imkânı yok. Kendilerine “Hür Suriye Ordusu” diyen isyancıların bunu yapma gücü mevcud değil. Kendilerine inananların bulunduğu ve kendilerine âid bölgelerde savaşabilirler ancak.
O hâlde, Ebû Kemal’e gelenler “dışarıdan” gelmişlerdir ve bunlar da, anlaşılan o ki, Irak’tan geldiler. Kuzeyden veya doğrudan Türkiye’den gelmiyorlar yâni. Suriye’nin kuzeydoğusundaki o bölge, isterse Irak’ın kuzeyindeki Kürt Özerk Bölgesi’nin Başkanı Barzanî’ye bağlı Kürtler olsun, sonuçta tamamen Suriyeli Kürt milliyetçileri, oralara Türkler veya Arablardan bile önce gelmiş olan Kürtler tarafından kontrol edilmektedir. Bu Kürtler de isyancıların Ebû Kemal’e böyle bir amaçla seyahat etmelerine izin verecek değillerdir. Neticede burası, isyancılar bakımından bir düşman bölgesidir.
Öyleyse kala kala ancak Irak’tan çok kuvvetli bir silâh gücüyle gelindiği ve bu stratejik hava üssünün ele geçirildiği anlaşılıyor.
Ebû Kemal’in niçin bu kadar stratejik bir hava üssü olduğunu merak edebilirsiniz.
İlk olarak, İsrail’den en uzak bölgededir. Böyle olunca, uçaklarınızı burada çok daha güvenli biçimde muhafaza edebilirsiniz. Ebû Kemal’de hiç bulunmadım ama Sovyet veya Amerikan yahud diğer benzerlerinde de olduğu gibi, uçakların yer altında muhafaza edildiğini zannediyorum. Sonuç itibariyle, İsrail’in “ilk vuruş”una karşı çok daha korunaklı olacaktır burası. Bu bakımdan, burasını savunmak önemlidir.
Ama ne oluyor. İsyancıların Halep üzerinde yoğunlaştığı ve burada daha önce hiçbir benzeri saldırı olmadığı bir ânda, Ebû Kemal’e bir saldırı gerçekleştiriliyor, yâni Irak’tan gelip burayı ele geçiriyorlar.
Bugünkü Irak hükümeti Baas taraftarı olmadığı gibi, ABD ile de son derece bağlantılıdır. Şiîler arasında da olmak üzere, hükümette güçlü mevkîde olanların birçoğu Amerikan ajanıdır. Çok karmaşık bir durum sözkonusu olduğu için, Irak hükümetinin tamamen Amerikan ajanı olduğunu söyleyemeseniz de, durum bu merkezdedir.
Bir başka husus daha var: Irak’ın batısı, tamamen çöldür ve orada en az iki gizli Irak üssü mevcud. Bence ikisi de öyle ama en azından birisi, Türk veya İtalyan özel şirketlerince inşâ edilmiştir. Bunlar o kadar gizlidir ki, kendileriyle ilgili hiçbir yerde herhangi bir malûmata rastlamadım. Belki bir bilgi bulma ihtimali olur diye hep araştırdım ama asla mümkün olmadı. Tek bir kelime bile yok. Sadece, oğul Bush Irak’a saldırdığında, savaşın ilk safhalarında Ürdün’den gelen ABD özel kuvvetler komandolarının bu bölgede bazı noktaları ele geçirdiği telaffuz edilmişti. Bir diğer ifâdeyle, hava kuvvetleri saldırısına paralel olarak karadan saldırılan yegâne nokta orasıydı. Üstelik bu ilk bombardımanlarda vurulan yerlerden biri de yine oradaki Şam’a giden yoldu. Ne kadar tuhaf! Niçin? Çünkü burada stratejik üsler var. Iraklılar bir sır olduğu için sözkonusu üslerden bahsetmiyorlardı, zaten bunlarla ilgili bilgi de yüzde yüz İtalyan kaynaklardan çıkmıştır.
Irak’taki mezkûr üsler o günden bu yana Amerikan işgali altındadır. Yâni buralardan geri çekilmiş değillerdir. Zaten Amerikan ordusu güya Bağdad’ın merkezini terketmiştir ancak o çekildikleri Amerikan kontrolündeki Başkanlık Sarayı’nın civarında bile şimdi hâlâ Amerikan Büyükelçiliği’ni koruyan on bin adam vardır. (Carlos, gülüyor.) Sonuçta, güya çekilmesine rağmen, Amerika’nın Irak’ta hâlen muhafaza ettiği ve terketmediği askerî mevkîler var.
Evet, Irak’ın batısındaki bu çöl bölgesinde ABD’nin işgal ettiği üsler mevcud ve bu üslerin de onlar için, bölgeyi kontrol etmek bakımından stratejik ve emperyal bir değeri var. Irak’taki bu üsleri ele geçiren Amerikan komandoları da Türkiye’den falan değil, Ürdün’den geldiler. Ürdün’de de Amerikan üssü var yâni ve o bölgeye zamanında -1992 olsa gerek- seyahat etmek istememe rağmen bu yüzden edemedim. Ürdün’deki bu Amerikan üssü, Irak’a karşı kurulduğu gibi, aynı zamanda Suriye’ye karşı da kurulmuştur. Bugün de bunu görüyoruz.
Diyeceğim o ki, şimdi Suriye’deki Ebû Kemal hava üssünü ele geçirenler de, bana sorarsanız, Irak’taki sözkonusu üslerden gelen Amerikan komandolarıdır.
Unutmayınız ki, ABD ordusunda birçok Arab bulunmaktadır. Hepsi olmasa da çoğu, Iraklı Hıristiyanlardır. Bunlar 1970’lerde orduya alındı.
Irak’taki genç ailelere ABD’ye göç daveti yapılmıştı. O sıralar ben de Bağdad’taydım ve bu durum çok tuhaftı. Kendilerine ABD’ye göç daveti yapılanlardan ve başvuranlardan Hıristiyan olanlara göçmen vizesi derhal, neredeyse yarım saatte verilirken, Müslüman olanlar yaklaşık bir hafta beklemek zorunda kalıyordu.
Oralarda şimdi neler olup bittiğini kesinkes bilmiyorum ancak size birşey söyleyeceğim; tekrar ediyor ve ısrar ediyorum:
Mesele, o çok lafı edilen Baasçı hükümeti savunmak falan değildir. Yıllardır zaten yolun sonuna gelmiş bir hükümetti ayrıca. Ortadan kalkmalı ve yerine Suriye’nin bütün topluluklarını, etnik Arab çoğunlukla birlikte Kürt, hattâ Türk azınlığı, Asurîleri ve tüm diğer dinleri ve mezhebleri de temsil eden yeni bir rejim gelmeliydi. Hep “Alevî, Alevî” falan deniyor, Türkiye ve Irak’ta olduğu gibi, Suriye’de de başka birçok çeşit insan var oysa. Suriye’nin yalnızca –yaklaşık- yüzde 60’ı Sünnî Müslümandır. Bunların arasında bile, birçok farklı Sufî tarikattan ve diğer ekollerden insanlar vardır.
Ebû Kemal üssünün ele geçirilmesinden sonra Suriye ordusu burasını geri almayı başaramadı ve başaracak durumda da değil ki, bu çok kötü bir işaret.
Bunun kötüye işaret olması şundan dolayı: ABD’nin stratejik plânları bugün başlamadı. Dün de başlamadı. Çok ama çok uzun yıllar önce başladı. Özellikle de 1967’deki, İsrail’in daha ilk vuruşta Arab ordularını imha ettiği Altı Gün Savaşları’ndan sonra. Bu savaştan sonra Amerikalılar ve CIA, cumhuriyetçi olmayan ve Baasçıların gelişiyle iktidarı kaybeden an’anevî Arab aşiretleriyle, Nasırcılarla, Irak ve Suriye’de çok güçlü bir nüfûzu olan komünistlerle daha yakından çalışmaya başladı.
İşte şimdi de Suriye devletini ortadan kaldırmak için, parçalamak için, bu istikamette ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Şu ân, 1920 veya 1930’ların tüm bölgeyi bölmek şeklindeki eski Fransız plânını hayata geçirmeye çalışıyorlar. O dönem bölge tamamen bölünemedi, çünkü İngilizler şimdiki sınırlardan yanaydı ve kendilerine göre daha akıllıca bir plânları vardı. Ne var ki, artık o eski Fransız plânı yürürlükte.
Bazı haberler işitiyorum. Arabça radyoları, mahallî radyoları, El-Cezîre başta olmak üzere televizyon kanallarını, gazeteleri, artık burada hangi imkânı bulursam hepsini takib ediyorum bir haber almak için. Bu çerçevede, Suriye muhalefetinden olup da önceden tanıdığım, bir kısmı sürgünde olan kimilerini de dinliyorum. Bunlar veya çocukları, namuslu insanlar. Bazısı eski komünist, bazısı eski Baasçı, neticede ajan veya hain olmadıkları gibi, prensibleri olan cesur insanlar. Birtakım Baasçı subayların 1963’ten bugüne neredeyse 50 yıllık askerî diktatörlüğüne karşı tavır almış insanlar. Yıllarca Suriye’de yaşamış, bölgede yaşamış ve savaşmış bir insan olarak, bu insanların bazı şeyleri göremediğini anlıyorum.
İnsanların bazen unuttuğu şey, Suriye’deki problemin bir hükümet meselesinden ibaret olmadığıdır. Rejim de neymiş; değişmesi gereken, Beşar Esad’ın ve çevresindeki yozlaşmamış halkanın da değişmesini istedği bir yapı zaten bu. Fakat mesele bu değil ki! Mesele, Suriye’dir, Arab dünyasıdır, Müslüman dünyadır.
Baas Partisi’nin büyük Suriyeli lideri ve ideoloğu [Mişel Eflak] Hıristiyan Ortodokstur. “Ebu Muhammed” olarak isimlendirilen oğlu da Ortodoks Hıristiyandıraa şöyle demiştir: “Biz Arablar, kültür ve gelenek olarak Müslümanız!”.
Kaldı ki bu yalnızca Suriye için değil, tüm İslâm toprakları için geçerlidir. Ne pahasına olursa olsun muhafaza etmemiz gereken işte budur. Mesele mevcud rejimi muhafaza etmek değil, ki muhalif unsurlardan namuslu insanlar da gelip dâhil olur ve hem yenisi hem iyisi kurulur, aksine, Arab dünyasının kalbini ve siyonistlere karşı tüm bölgedeki son silâhlı “kale”yi muhafaza etmektir asıl mesele. Çünkü Türkiye, İslâmı ve İslâm ümmetini savunma mücadelesinin öncüsü olmak şeklindeki tarihî rolünü üstlenmemiştir henüz.
Bu söylediklerim, teorik bir jeopolitik bahsi değil, tarihî hakikatlerdir, yaşanan gerçeklerdir. Bu bakımdan, hem Suriye’yi hem Suriye halkını yabancı saldırganlığına karşı korumak zorundayız. Suriye rejimi bünyesindeki suçlular kendilerine yaşayacak bir yer bulabilirler, en azından köylerine geri dönebilirler. Kaldı ki, şayet her iki taraftan suç işleyenleri yargılamak istesek, binlerce kişiyi asmak zorunda kalırız. Yalnız, mesele bu da değil şu ân. Mesele, tüm bölgeyi, Ürdün’deki Amerikan silâhlı kuvvetleri de dâhil olmak üzere, yabancılardan temizlemektir. Amerikan, İngiliz, Fransız özel kuvvetlerinin hepsini bu bölgeden atmaktır.
Ya Türkiye ne demeye bunları yapıyor? Yine, Türkiye’deki geniş bir Müslüman topluluğun manevî lideri o büyük mistik Fethullah Gülen, niçin bölgedeki o yabancı düşman güçleri, tartışmasız bir mesele olarak, İslâm düşmanlarının buradaki varlığını kınayan tek bir açıklama bile yapmıyor? Sağ veya sol görüşlü, hattâ ateist herkesin savunması gereken şey, bu İslâm temelli kültürel yapımız ve bu bölgede İslâm düşmanı yabancı askerlere yer olmadığıdır. Değil sadece Türklerin, Arabların veya Kürtlerin, bu bölgede Hıristiyanlar da dahil herkesin kültürel temelidir İslâm.
Düşman saldırısına karşı, Türkiye’nin elinde Suriye’nin parçalanmasına engel olacak bir anahtar var hâlbuki. Erdoğan, Müslüman bir insan, Allaha inanır ve şahsî hayatında Müslümanlığın gereklerini benden daha iyi yaptığına hiç şübhem yok. Fakat takib ettiği politika, ahlâkî bakış açısından, sadece “haram” değil, İslâm ümmetine ve başka dinlerden de olsalar Müslümanların kardeşleri olan insanlara karşı en büyük tehlikedir.
Allahü Ekber.
(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra, “BARAN’a hernekadar bir kart atmış olsam da, Kâzım Albayrak’a da hususî selâmımı ve en güzel dileklerimi iletin. Kendisini hiç unutmuyorum.” diyor, “Kumandan Mirzabeyoğlu’na tâziyelerimi lütfen iletin” diyerek konuşmasını sonlandırıyor.)
 
 
1 Eylül 2012