(Bu yazım, 16 Haziran 1995 tarihli İstanbul 4. DGM'de "İBDA-C" davasından yargılandığım süreçte ilgili mahkemeye sunduğum savunma metnidir...)

        Sayın DGM Heyeti
Taraf dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürlüğünü 3 seneye yakın yaptım. Taraf dergisi sahip ve yazı işleri mü­dürlüğünden dolayı hakkımda kesinleşen 22 ay hapis ve 500 küsur milyon para ce­zası olduğu gibi DGM'lerde de devam eden birçok davam var. Sarı Basın kartı almayı hak etmiş bir gazeteci yazarım. Fakat polisin legal yayın organlarına yö­nelik illegal tavrı yüzünden buradayım.
 
Kendisini hukuk üzerinde gören MGK'nin şeriatçı yayınlarla "etkin" mü­cadele kararı doğrultusunda 13 Şubat 1995 tarihinde evimden “Terörle Mücadele” polislerince gözaltına alındım. Taraf der­gisi bürosu basıldı, Bilgisayar ve arşivini aldılar. Taraf dergisi üzerinde her sayısı toplatılarak zaten kanuni bir baskı var iken bunları yeterli görmeyen devlet her zamanki gibi illegal yöntemlere başvurmuştur. Evimden gözaltına alınmam, iş­kence görmem, derginin bilgisayarları ve arşivine el konulması gibi. Aynı MGK rejimin dalkavukluğunu yapmayan ya­yınlara matbaada el koyma kararı alacak kadar işi ileriye götürmüştür. Öyle ki Hür­riyet gazetesinden Oktay Ekşi bile bu du­ruma, "MGK yoksa aklını mı yitirdi?" manşetiyle tepki gösterdi.
 
Taraf dergisinin bürosundan, polisin aldığı bilgisayarı geçen duruşmada is­temiştim. Taraf dergisinin bilgisayarının tarafıma verilmesini bekliyordum. Yoksa heyetiniz, basın kuruluşlarının bil­gisayarlarına el koyan ve böylece ya­yınlarını engelleyen bir konuma düşecek. Parasını vererek aldığım bir bilgisayarın mahkemede bulunmasının hiç bir anlamı yoktur. Bu durum, dava ile hiç bir ilgisi olmayan ve suça da konu bulunmayan şahsıma ait bir malın polis tarafından gasbedilmesine göz yumarak, gasba onay ve­rilmesidir.
 
Geçen duruşmada, iddianamede evim­de ele geçirildiği iddia edilen 1 ile 144 arası numaralandırılmış el yazısı do­kümanları görmek istediğimi belirtmiştim. Heyetiniz bu kanuni isteğimi niye yerine getirmedi? Bu tavrınızı, savunma hakkıma yönelik bir tecavüz olarak de­ğerlendiriyorum. Neyle suçlandığımı bil­mek en tabii hakkımdır. Fakat görüyorum ki, bu hakka burada fazla saygı gös­terilmiyor! Bu evrakı istiyorum!
 
Mahkemenize soruyorum: basında ya­yınlanmış yazılar hiç "örgütsel doküman" olur mu? Taraf dergisi, dağıtım şirketi va­sıtasıyla yurdun dört bir yanına dağıtılan bir dergi. Dergide yayınlanan yazıların orjinali olan el yazısı örneklerine "örgütsel doküman" demek ancak hukuksuzlukla tarihe geçen DGM savcılarına yakışır. Bu davada olduğu gibi... Taraf dergisinde yayınlanmış ve dergi çıktığında basın sav­cılarınca dava açılmış ya da gerek gö­rülmemiş yazıları iddianameye koymak, iddianameyi hazırlayan savcının cahilliğini gösterir.
 
Sayın DGM Heyeti
 
Geçen mahkemede asıl adı İşkence Şubesi olan Terörle Mücadele Şubesinde gördüğüm işkenceleri kanıtlayan DGM adlı tabibliğinin verdiği işkence raporunu size sunmuştum. Fakat hayret ederek gördüm ki, işkenceciler hakkında suç du­yurusunda bulunmak zahmetinde bile bu­lunmadınız.
 
İşkence iddialarını kulak ardı etmek ve işkencecileri korumak vicdanen ve ka­nunen suçtur. İşkencecilerle beraber ça­lışanlar işkenceci mesabesindedir. Şu hu­susu da belirteyim ki, şahsınıza hakaret gayesi gütmüyorum. Bize art niyetli ol­madığınız müddetçe şahıslarınızı bu ifa­delerden tenzih ediyorum. Bizim karşı ol­duğumuz ve eleştirdiğimiz husus DGM'lerin kuruluşu ve adil yargılama yapmamasıdır.
 
Heyetinize sunduğum işkence ra­porunu dikkate almamanız ve işken­ceciler hakkında suç duyurusunda bu­lunma isteğimin reddedilmesi açıkça iş­kencecileri koruma mânâsına gelir. He­yetiniz gerekçe olarak, "suç duyurusunda bulunma makamı olmadığını" belirtiyor.
 
O zaman ben burada heyetinize ve sav­cıya istediğim gibi hakaret edeyim. Sin kaflı söveyim. Böyle bir durumda da "Mahkememiz suç duyurusu bulunma makamı değildir" diyebilecek misiniz? Sizin mantığınıza göre böyle demeniz ve hakareti sineye çekmeniz gerekiyor. Bu sorunun tatmin edici cevabını bek­liyorum.
 
T.C. dünyada en büyük işkenceci devlettir. Yaşar Kemal de yargılandığı mahkemenizde böyle demişti. Ayrıca gazetelere de şunları belirtmişti "Türkiye Cumhuriyeti yönetimi bugün insanlığa meydan okuyan bir yönetimdir. Ben Dev­let Güvenlik Mahkemesi değil, Millet Gü­venlik Mahkemesi istiyorum. Çünkü Dev­letlerin mahkemesi olmaz, ulusların mahkemesi olur."
 
Yaşar Kemal’in bölücülükten yar­gılandığı dava sonunda, mahkemenin başkanı Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu sanığa, "sizin (Yaşar Kemal’in) sanınıza ya­kışır uygun bir duruşma oldu. Size, yazarlara ve basın mensuplarına teşekkür ederim” demişti. Yaşar Kemal’e teşekkür eden mahkemenizin bu davada işkence raporları için suç duyurusunda bu­lunmaması ne mânâya gelir? İslâmcı ol­mamız mı mahkemeyi rahatsız ediyor? Ayrıca tutuksuz yargılanan Yaşar Kemal'e 1 ay mahkeme günü verirken tutuklu olan bizlere neden 2 ay 1 hafta gibi uzun bir mahkeme günü veriliyor.
 
Yargıtay Ceza Kurulunun, işkenceci astsubay Abdülkadir Pamuk'a verilen 5 yıl hapis cezasını, "İşkenceden kişisel çı­karı yoktur." diyerek 2 yıla indirmesi üze­rine Sabah Gazetesinde Mehmet Altan söyle diyor. "Bu karar temel mantığı gayet iyi açıklıyor. Eğer "Vatandaş" ya­parsa, "cezaya" gerek var. Çünkü, "Hukuk" halkı cezalandırmak için var... Devletteki üniformalılar suç işlerse, on­ları cezalandırmak için değil... "İş­kencecilere tenzilat" yapan bir Cum­huriyetimiz var... "Hukuk" olmadan devlet olmaz sadece çete olunabilir. Çe­tenin ise demokratikleştiği gö­rülmemiştir."
 
Evet, yazı böyle bitiyor. Bizim bu dev­lete neden eşkıya yapılanması dediğimiz açıkça görülüyor. Bu devlet şu çetelerin federasyonudur. Hukuk üstüne çıkan ge­neraller, MGK işkenceci ve yargısız in­fazcı polis, Kontrgerilla, Özel Hareket Timleri gibi çetelerin oluşumundan mey­dana gelmiştir. Bu ortamda yargının ba­ğımsız olmadığını söylemeye bile gerek yok.
 
Bekir Coşkun ise Hürriyet Ga­zetesindeki sütununda şöyle diyor. "İn­sanlar gazete ilanlarıyla adaleti aramaya başladılar... Mahkemelerin önü kan gölü, herkes kendi sanığına kendi eliyle ceza veriyor. Hukuk Düzeni çöktü... So­kaklar Hukuku arayan insanlarla dolu..."
 
Bütün bunlardan sonra ben şunu be­lirteyim ki, Hukukun devletten bile üstün tutulduğu tek nizam İslâmdır. Asr'ı Saadet devrinde, İslâm tarihinde, Osmanlıda bunun birçok örneği vardır. İslâm Hu­kukunu bırakıp batılılaşmaya baş­ladığımızdan beri işkenceci olunmuştur, Hak ve hukuk çiğnenmiştir. Zülüm dü­zeni almış başını gitmiştir... Emniyetin ve terörle mücadele polislerinin neler yap­tığına dair haberlerden bahsedeceğim. Fatih Emniyet Müdürlüğü Terörle Mü­cadele Şubesinde görevli polis Nihat Koca arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’dan Ankara’ya giden bir otobüsü Merter’de "polis" diye durdurup yolcular arasındaki kuyumcuyu dışarıya çıkarmıştır. Otobüsü yoluna gönderirken kuyumcunun 6.5 kg altını gasb etmişlerdir. Başka bir olay: Eroin imal etmekten İstanbul 4 nolu DGM de yargılanan Kırşehir eski Em­niyet Müdür yardımcısı Hasan Başmanav da sayın heyete polis hakkında bir fikir verse gerek. Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk müşavirliğinin açıklamalarına göre Türk Polisinin sicili bozuk, suç dos­yası bir hayli kabarık.
 
Şöyle ki 14 bin 142 emniyet görevlisi hakkında soruşturma açılmış bunlardan 1832'si Emniyet Müdürü, 136l'i emniyet amiri, 1187'si başkomiser, 1119 4 Ko­miser, 1018'i Komiser yardımcısı. Bu ür­kütücü bir tablosudur. Bu polis mi ada­lete hizmet edecek? Ayrıca Uluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanan "1995 Ra­porunda" Türkiye karakollarında iş­kencenin "rutin ve sistematik" olduğu belirtildi. Yine ayrıca, İnsan Hakları Yüksek Danışma Kurulunun işkencenin ön­lenmesi için hazırlayıp Başbakan Tansu Çiller'e sunduğu "işkence raporu"nda bunlar açıkça itiraf ediliyor. Polis teş­kilatının kanunsuzluklarını ve işkenceleri gözler önüne seren bu gazete küpürlerini heyetinize sunuyorum.
 
Eserlerini severek okuduğum ve be­nimsediğim İBDA fikriyatının mimarı de­ğerli fikir adamı Sayın Salih Mirzabeyoğlu, geçen duruşmada heyetinize takdim ettiğim BD-İBDA fikriyatına ait 20 adet kitap arasında da olan Hukuk Ede­biyatı adlı eserinde şu önemli tesbitte bu­lunuyor. "Bugün, hukukla vakıa, metinle ruh, mevzuatla tatbikat arasındaki fark gittikçe genişlemektedir; dünyada mevcut birçok anayasa tamamen göstermeliktir ve tarif ettikleri rejimin memlekette olan­la hiç bir alakası yoktur... Anayasa adeta mevcut rejimi gizleyen bir paravana va­zifesi görür!..."
 
Bu tesbitin bir misali de DGM'lerdir. Kanunda, "İşkence suçtur" diye yaz­maktadır. Buna rağmen DGM'ler iş­kencecilerin hazırladığı Fezlekelere göre davaları yürütmekte, suç olan işkence fi­iliyle ilgili resmi raporlar sunulmasına rağmen "burası suç duyurusu makamı de­ğildir." diyerek işkenceyi ve işkencecileri açıkça korumaktadır. Bundan cesaret alan işkenceci polis de her türlü şen’i ve iğrenç fiillere başvurmakta ve yargısız in­fazlar sözde hukuk adamlarının gözü önünde ve belkide gözetiminde işlenebilmektedir. Anayasa ve Kanunlarda bütün bunların suç olduğu yazmıyormu? Birde tatbikata bakın! İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun tesbitinin haklılığı ne kadar meydanda değil mi?
 
İşkencenin gölgesi DGM'lerin üzerine düşmüştür. Hem de kanlı bir şekilde. Müslüman halkımızın öfkesi DGM'lere yönelmiştir. Çünkü iş­kenceden dolayı kulağı patlayan, burnu ve ayağı kınlan İBDA'cılar var­dır. Bu davada da böyle kişiler vardır. DGM ise işkence iddialarına karşı seyirci kalmaktadır. Seyirci kalarak işkence günahına ortak olmaktadır. Heyetiniz bu günaha ortak olmak is­temiyorsa işkencecilerin hazırladığı fezlekeyi yırtıp çöpe atmalıdır. Delil ve şahide itibar etmelidir... Adil yar­gılama bunu gerektirir...
 
Sayın DGM Heyeti
 
Uluslararası Hapishaneleri İzleme Ör­gütü’nün 1995 raporundan bahsetmek is­tiyorum. Merkezi Fransanın Lyon ken­tinde bulunan hapishaneleri izleme uluslararası örgütü, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu toplam 40 ül­kedeki durumu irdeleyen 1995 raporunu yayınladı. Türkiye’ye ayrılan 5 sayfa için­de, "Gözaltı sırasındaki ölüm, iğfal, iş­kence ve kötü muamelelerin sık sık söz konusu olduğu ifade edildikten sonra," iş­kencecilerin cezalandırılmadan istedikleri gibi hareket ettikleri, hatta otoriteler tarafından açıkça teşvik edildikleri öne sü­rülüyor. Belgede, bu olaylarda, geniş yet­kilere sahip DGM'lerin etkisinin payı bulunduğu görüşü de yer aldı. DGM'lerin keyfi tutuklama yaptığı belirtildi. Raporda da görüldüğü gibi DGM'lerin kötü şöhreti yurt dışına da taşmış durumdadır. DGM'lerin işkenceciliğinden ve keyfi tutuklama yap­tığından bahseden bu rapora ait gazete küpürünü heyetinize sunuyorum. Belge 6'dan.
 
Bu topraklar üzerindeki T.C. adlı yapılanma halk düş­manı ve işgalcidir. T.C, bir ABD-İsrail dev­letidir, Körfez savaşında haçlılar tarafında yer alarak komşusu olan Müslüman ülke Irak'ı bombalamış, Somali'yi işgal eden BM adlı domuzların komutanlığını yap­mış, Ermeniler'e buğday ve elektrik ver­miştir. Rusların iç işi diyerek Rusların Çeçenistanı işgalini tasvip etmiştir. Bosna'da müslümanları katleden BM adlı terör ör­gütüyle birlikte hareket etmiştir. BM kod adlı domuzlar diktoryasının genel sek­reteri olan azılı terörist Butros Gali'yi ül­kemize dahi çağırıp onurlandırmaya kalk­mıştır. Fakat Müslümanların tepkisinden çekinildiği için bu terörist faaliyet durdurulmuştur. T.C. bir ABD-İsrail dev­letidir. Hak ve Halk düşmanıdır. Batı em­peryalizminin sömürgesidir. T.C'nin Hak ve halkla mücadele için kurduğu DGM'lerin de konumu açıkça ortadadır. DGM'lerin hiçbir meşruyeti yoktur. Bu örgütler, delil ve şahit durumuna ba­kılmaksızın, işkence altında alınan ifa­delere göre sanıkları keyfi şekilde ce­zaevine göndermektedir. Devlet terörüne kurban gidip cesetleri kimsesizler me­zarlığından çıkarılanların sorumlusu DGM'lerdir.
 
Halkın % 99'u Müslümandır, fakat ya­salar İslâm düşmanlığı üzerinedir. Top­lumun ahlaki kaidelerine uymayan, hukuk olmaz. Türkiye’de de bunun için hukuk yoktur. Hukuk devleti yoktur. Sadece adına devlet denen Hak ve halk düş­manı bir eşkıya yapılanmasının kurum ve kuruluşlarıyla halka eşkıyalık yapması sözkonusudur.
 
Fikir ve sanat adamı Sayın Salih Mirzabeyoğlundan bu durumun tesbitini ve­relim. Sayın Salih Mirzabeyoğlu Hukuk Edebiyatı adlı eserinde şöyle diyor:
 
"Hukuku besleyen ahlâk. Ahlâksız bir cemiyette hukuk, kuru bir sözden ibarettir ve devlet Hukuk kaidelerini koyarken, toplumun ahlâkî kaidelerine uymaya mec­bur... Zira, ahlâkî görüşlere aykırı ka­ideleri ihtiva eden kanunlar konulursa, bunlar devlet müeyyidesine malik olsalar bile, içtimai vicdanın müeyyidesinden mahrum ve bu itibarla çabuk ortadan kalkmağa mahkumdurlar!.."
 
DGM'lerin meşruiyeti yoktur... Allah'ın ka­nunlarını çiğneyen hiçbir kanunun meşruiyeti yoktur. Allahsız adalet olmaz. Allahsız mahkeme olmaz. Laik-dinsiz devletin kur­duğu DGM'ler Allahsızdır... (*)
 
Allahın hükmünü çiğ­neyerek en büyük ada­letsizliği yapmıştır. Laik- dinsiz devleti İslâmcı ge­lişmeden korumak için kurulmuş D.G.M'ler İslâmla mücadele ör­gütleridir.
 
Bugünün DGM'leri dünün yüzbinlerce müslümanın kanına giren İstiklal Mah­kemeleridir. Kanlı bir terör örgütü olan İstiklal Mahkemelerinin zulmünü unut­muş değiliz. Bugünün DGM'leri de kanlı bir mirasın sahibidir. Toplumumuzda kimse DGM'lere iyi gözle bak­mamaktadır.
 
DGM'ler adalet değil kin ve hu­sumet dağıtmaktadır. Binlerce insanın kan ve gözyaşı DGM'lerin üzerine ak­maktadır. Eğer vicdan taşıyorsanız 50 bin müslümanın kanına girmiş laik-dinsiz iş­kenceci devletin bu tezgahına alet ol­mayın işkenceci polislerin hazırladığı fez­lekeleri yırtıp atın... Artık zaman, kan içe içe gelenlerin kan kusa kusa gideceği za­mandır!...
 
Olağanüstü yetkilerle donatılan Özel Hareket Timleri nasıl ki yeniçeri gibi halka zulmediyorsa, olağan üstü yet­kilerle donatılan DGM'ler de aynıdır. Y.D.H. Genel Başkanı Cem Boyner "DGM'ler bitmiştir. D.G.M varmış gibi devam eder, ama halkın vicdanında bit­miştir. Tavanda asılı lamba gibi dur­maktadır. Vatandaşın birçoğu D.G.M'lerin kararlarına iştirak etmemektedir" diyerek halkın hissiyatını ifadelendirmiştir.
 
İki yargıtay üyesini vuran emekli hakim binbaşı sayın Selahattin Necmioğlu'nun açıklamaları da söy­lediklerimizi doğrular mahiyettedir. Yar­gıtay önünde iki hâkimi vuran Sayın Selahattin Necmioğlu eylem sonrasında hislerini söyle ifade ediyordu: "Yargıtayı ve çürümüş, kokuşmuş olan yargıyı pro­testo için ateş açtım..."
 
Allahsız adaletin olamayacağını ve "Mutlak Hâkim”e boyun eğmeyenlerin ik­tidarlarının meşru sayılamayacağını Hukuk Edebiyat'ından izleyelim:
 
"İktidarın kaynağını "mutlak" olarak izah etmemiş olanların iktidarı kul­lanmalarının haklılık sebebi de yoktur... Hangi rejimde sözkonusu olursa olsun, insan iradesinin insan üzerindeki hakimiyetini gösterici bu durumun kabulü, neticede, insanın insan arkasındaki kuyrukçuluğudur!..."
 
Boyun eğdiğimiz şeriat'ın ölçülerini hatırlatalım. "Allah'a itaat etmeyene itaat edilmez." "Allahın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendisidir."
 
Ben elhamdülillah Müslüman’ım, İBDA'cıyım... İBDA'ya inanmaktan şeref duyuyorum... Müslüman olarak biz sadece Allah’ın hu­zurunda eğiliriz. İşkencecilerin, sav­cıların, mahkemelerin karşısında eğil­meyiz. Allahsız adalete inanmayız.
 
İlahi adalete inanırız ve ilahi adaletten kaçış olmadığını da biliriz. İlahi adalete inanan Müslüman halkımız adliyelere gü­venmeyip ırz düşmanlarının cezasını linç ederek bizzat veriyor. Afyon-Emirdağ'da ve Boyabat da olduğu gibi... Manukyan düzeninin kanunlarının ırz düşmanından yana olması üzerine tecavüzcü adliyede linç edilmiştir. Adaletsizliğe tepkiler yur­dun her yanında yaygınlaşarak art­maktadır. Halk zalim rejime karşı haklı bir öfke taşımakta ve bu öfkesini Al­lahsız rejimin kurum ve kuruluşlarına karşı yöneltmektedir... Elbistan olayları da bunun göstergesidir. Elbistan olayları, polisi, savcısı ve adliyesi ile Hak ve halk düşmanı olan bu rejime bir tokattır.
 
İşkenceciler Şube'de tanınmamak için gözlerimizi bağlıyorlar, isimlerini söylemiyorlar. Tutanaklarda bile isimleri yazmıyor. Sadece P.M harfleri yani Polis memuru yazıyor ve altını imzalıyorlar. Yayın organlarında işkenceci polislerin isimleri çıkınca hakkımızda dava açı­yorlar. Yani isimlerini yayınlamak yasak. Fakat işkenceci polislerin fezlekelerine bağlı kalan D.G.M üyelerinin kimlikleri açık. Duruşmalar basına ve halka açık. Televizyonlarda siz D.G.M üyelerini mil­yonlar görüyor. Yani, işkence yapanlar kimliklerini ve isimlerini saklıyorlar, sonra kendileri aradan çekiliyorlar. Fakat kendi pisliklerini, kimliklerini ve isim­lerini saklama imkânı olmayan hâkimlere yıkıyorlar. İşkenceden dolayı insanların kulağı patladığı burnu ve ayağı kırıldığı, kimsesizler mezarlığından işkencecilerin kaybettiği cesetlerin çıktığı bir ortamda D.G.M hâkimlerinin neden bu riski al­dıklarını merak etmekteyim. Böylece iş­kencecilerin faturası D.G.M hâkimlerine çıkmaktadır.
 
Sayın DGM Heyeti!
 
"İslama Muhatap Anlayışın" temsilcisi İBDA bu toprakların, Anadolunun se­sidir. Bu topraklar üzerinde, İBDA'cılık değil, Amerikancılık-Batıcılık suçtur. Yar­gılanacak olan Amerika ve Batının köpekleridir... Biz değil. İşgalci laik azınlık % 1 bile değildir. % 99 Müslüman olan bir ülkede % 1 azınlığın hükmetmemeye hakkı yoktur.
 
% 99 Müslüman olan bir ülkede İs­lama dil uzatılamaz. Gümüşhane Baro Başkanının başına gelenler herkese ders olsun!.. İlahi adaletten kaçış olmadığı birkere daha görüldü.
 
Heyetinizin, İBDA ve İBDA-C'yi an­lamadan, İBDA'nın "Kendinden Zuhur" esprisini öğrenmeden bu dava hakkında bir görüş sahibi olması mümkün değildir. İddianamede, İBDA ve İBDA-C'nin bi­linmediği ya da özellikle yanlış ifadelendirildiği görülmektedir. İnsan cahili olduğunun düşmanıdır. 150 Cilt eserden meydana gelen BD-İBDA dünya gö­rüşüne düşmanlık cahillikten kay­naklanmaktadır, ortada ya bir cahillik var, ya bir kasıt... Her ikisi de mahkemeye yakışmaz. İBDA, Hristiyan-Yahudi Batı em­peryalizminin ülkemizdeki işgaline karşı mücadele eden Anadolunun sesi İslâmi bir dünya görüşüdür. Kula kulluğu değil Allaha kulluğu öneren ve yaşayan bir sis­temidir. "Hâkimiyet Hakkındır" düsturuna sahiptir. Türk, Kürd, Laz, Çerkez vs'nin aynı potada eriyeceği İslâm kardeşliğini savunur.
 
Sizin terör örgütü dediğiniz İBDA dünya görüşüne bağlı Çeçenistan kur­tuluş savaşçısı gönüldaşımız Şamil Basayev terörist mi? Başındaki İBDA işareti bandıyla Çeçen kurtuluş savaşçısı gönüldaşımız Şamil Basayev'i te­levizyonlarda görmüşsünüzdür. İBDA, dünya müslümanlarının hareketidir. Ev­rensel bir harekettir.
 
İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu'nun Hukuk Edebiyatı adlı ese­rinde geçen hâkimlerin vicdanlarını ifa­delendiren şu görüşünü aktaracağım. "Adalet hâkimlerin vicdanının te­zahürüdür." Son sözüm tahliye falan değil, her İBDA'cının inancını temsil eden sözdür. "Ya Şeriat, Ya Ölüm!.."
 
Kazım ALBAYRAK
(*) Savunmanın tam burasında, Al­lahsızlıklarının yüzlerine vu­rulmasından rahatsız olan DGM he­yetinin gönüldaşımızın savunma hakkını engelleyip salondan dışarı çıkarılmasını istedi Kâzım Albayrak bunun üzerine askeri aşarak mahkeme heyetine saldırdı. Sanıklar ve ziyaretçi yakınları da yılların verdiği zulme isyan edip kavgaya karıştı. Tekbirler, sloganlar, heyete yumruklar ve bozuk paralar… Mahkeme heyeti salondan kaçtı. Jandarma olayları zor kontrol etti. Basına yayın yasağı kondu hemen. Ve tutuklu gönüldaşlarımız 1.5 sene mahkemeye çıkarılmadılar.  Savunmanın devamı oku­namadı. Sayın Kâzım Albayrak'ın sa­vunmasının tamamını yayınlıyoruz. Salonda bulunan Kâzım Albayrak’ın yazılı savunması da dosyaya konuldu. Daha sonra Kâzım Albayrak mahkemeye saldırmaktan bir ceza aldı, o da tecil edildi. Duruşma tarihi 16 Haziran 1995 idi…)
Akıncı Yolu Sayı 5
1 Eylül 1995