İstihdam ve kalkınmanın bir arada olma şartı. Bizim gibi az gelişmiş ülkeler, millî kalkınma planı yap­malı ve koruyucu tedbirler almalı...
Kişinin vazgeçilmezlerinden olan İktisadî hayattaki haksızlık ve sömürülere dikkat çeken, insanın ve onun emeğinin hakkını savunan Atilla Özdür ağabeyden bu mevzuda dinlediklerimi aktarmak istiyorum:
“İstihdam kalkınmanın unsuru, zaten istihdamsız kalkınma olmaz. Yalnız şuna dikkat. Tam istihdam olup, köklü sanayi ve ticaret olmayabilir. Bolca şarap fabrikaları açılır, eğlence sektörü gelişir, tüketim pompalanır, böyle bir istihdam ise senin aleyhine olur. “Bir alana iki bedava, al-kullan at” cinsinden tüke­timi teşvikler aleyhte olur; kredi kartları rezaleti ortada. Bütün bunlar “çirkin kalkınma” olur.”
Bu sefer Atilla Özdür ağabey bana soruyor:
“Bu mevzular nereden aklına esti, soruyorsun?
Cevap veriyorum:
“Elimde Sadun Aren’in “İstihdam Para ve İktisadî Politika” kitabı var, oradan soruyorum.”
Atilla ağabey karşılık veriyor:
“Sadun Aren’i oku, solcudur ama mevzuunda ehildir, okuman fay­dalıdır. .. Müslümanlarla solcular (Marksistler) arasında köklü fark­lılıklar yok; namaz-iman farkı var. Bir arkadaşımla (Metin Hasırcı) konuşuyoruz, Müslüman olmazsak ne olurduk diye. Kendine has üslubuyla cevap veriyor: Ne b.k olurduk. Komünistten başka ne olur­duk ki. Düşüncelerimize en yakın onlar.”
Atilla ağabey konuşuyor ve de mühim bir mevzuu konuşuyor:
“Bursada bir kadın kredi kartından içeri düştü. İki gün cezaevinde yattı. Dedikodular, hayırseverlik gösteri­leri, AKP İl Başkam parasını ödey­erek kadını içeriden çıkardı. Fakat kadın neden bu duruma düştü? Bunu sorgulayan, işin özüne inen yok.
Nice böyle dramlar var. 500 TL’ye sigortasız çalışıyor, üç çocuğu var kadının. Ya şunu yapacak ya ceza­evine düşecek!..
Müslümanın kafa yorması gereken mevzular bunlar. Biz tutturmuşuz, abdest nasıl bozulur, hocaefendi bugün ne demiş, diye cemiyetten uzak kendimizi tatmin yollarına...
Müslüman dediğin sosyal meseleler­le ilgilenecek. Öyle olmasaydı
Kumandan Mirzabeyoğlu hapse girer miydi?”
Atilla ağabey bir nefs muhasebesi halinde devam ediyor:
“Beni bu hale getiren Çetin Özek’tir. Onun “Türkiye’de Laiklik” kitabını aldım, 1962-1963 yılları. Allah Resûlüne, “Çöl kanunu, çöl bede­visi” diyen adam. Kitabını, ona nefretime rağmen, iman gözüyle okudum. Faydalandım ve bu tarafa yönlendim. Kaliteli bir kitap. İslâmî perspektifle dinsizlerin kitabını okursan, bir şeyler öğrenirsin.
(Sadun Aren’in kitabım tavsiye etmesinin izahı sadedinden söylüy­or)
Cahil dostun olacağına, akıllı düş­manın olsun, Kâzım.”
Çok doğru söylüyorsun Atilla ağabey, teşekkür ederim.
Atilla ağabeyle kısa konuşmamız bu kadar ama, önemli meselelerde ipuçları verir nitelikteydi.
Cemiyet meseleleriyle ilgilenmek dinimizle, imanımızla, şahsiyetimi­zle ilgilenmek neticesine çıkar.
“Kendini bilen Rabbini bildi” ölçüsünün hemen yanı başında, “Kendini bilmek için de âlemi bilmek gerek” ölçüsü var.
Bu ölçüler ortada iken, cemiyet­ten ve bunun mücadelesinden kopuk bir anlayışı, İslâmî bir anlayış olarak göremeyiz. “Müslüman çağından mesuldür” ölçü ve ihtarını boynumuzda yafta olarak her gün dolaştırmalıyız. Nefsimizin ve rahatımızın kucağında bir Müslümanlık değil, cemiyetine sahip çıkan ve sesini gür çıkaran bir Müslümanlık...
 
Baran Dergisi 195. Sayı
7 Ekim 2010